Diyalogcu eski Bakan Mehmet Aydın’ın gerçek yüzü
Diyalogcuların en önde gideni ve Diyanetin başında yıllarca diyalog rezaletlerine imza atan eski bakan Mehmet Aydın, Ali Eren Hocaefendi tarafından deşifre edildi. Yazıyı okuyanlar adeta ŞOK oldu…
İŞTE O YAZI
En hassas konu, uğrunda seve seve şehit olunan en mukaddes değer din. Bilindiği gibi memleketimizde dini hizmetlerin organizesi resmen Diyanet İşleri Başkanlığının uhdesinde. Bu müessesenin başında bir diyanet işleri başkanı onun üstünde de bir bakan var. 2002 Senesinden itibaren senelerce diyanetten sorumlu bakan olarak vazife yapan, Prof Mehmet Aydın oldu.
Bu makalemizde sayın bakandan bahsedeceğiz.
Sayın Aydın Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi eski dekanıdır. Ne zaman bir Dinler Arası Diyalog ve Hoşgörü toplantısı yapılsa, Mehmet bey her zaman oradadır ve oturum başkanıdır.
Diyanet 23-27 Ekim 1998 de Ankara Hilton Otelinde 2. Din şurası tertipledi. 5 gün devam eden şura şu başlıkla 3 komisyon halinde çalıştı.
1- Dini konularda toplumun aydınlatılması ve farklı yorumlanmasından kaynaklanan problemler ve çözüm yolları komisyonu
2- Din e[itimi komisyonu
3- Dinler Arası diyalog ve Hoşgörü komisyonu.
Dinler arası Diyalog ve Hoşgörü komisyonunun başkanı Mehmet Aydın idi.
Bendenizde bu komisyona tebliğci veya müzakereci olarak davetli idim. …Dinler arası Diyalog ve Hoşgörü komisyonundaki konuşmalar daha çok dikkatimi çektiği için daha çok bu komisyonu takip ettim ve kendisini o zaman yakinen tanımış oldum.
İstiyorum ki bir dönem kendisine Diyanet camiası teslim edilen bu şahsiyeti benim gibi sizler de tanıyasınız. Bu makaleyi bu düşünce ile kaleme aldım.
Önce şunu hatırlayalım. Bahsettiğimiz şura yapıldığında, Mehmet Aydın Bey henüz milletvekili ve bakan değildi. Daha sonra 2002 seçimlerinde parlamentoya girdi ve birinci Akp hükümetinde Diyanet’ten sorumlu bakan yapıldı.
Diyanet daha sonra onun bakanlığı zamanında bu şurada yapılan konuşmaları ilmi eserlerin 93.sü olarak “II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri” adıyla 1500 sahifelik iki cilt halinde kitaplaştırdı. Dolayısıyla, Sayın Bakan’ın aşağıda okuyacağınız sözleri o kitapta yani kendi emri altındaki Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılan “II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri” adlı kitapta mevcuttur. Dolayısıyla bakan beyin sözleri o kitapta belge halinde mevcuttur.
Öyleyse görelim bakalım Sayın İlahiyatçı bakan neler söylemiş.
“ATALARIMIZ BİZİ KANDIRMIŞ”
Sayın bakan, Dinler arası Diyaloğun gerekliliğini anlatmak adına yaptığı konuşmasında, ecdadımızı suçlayarak başlıyor:
“Diyalog Bilgi eksikliklerini giderebilir, gidermelidir. Yani herkes kendi dinini anlatsın bir defa. Hıristiyanlığı bilelim, Yahudiliği bilelim, İslamiyeti bilelim. Sağlam bilgilere sahip olursak önemli bir başarıdır bu. Hatalarımızın büyük bir kısmı yanlış bilgilerden geliyor. Atalarımız bizi yoldan çıkarmışlar.”( II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri c.2, sa. 321)
Sayın bakan dinler hakkında doğru ve eksiksiz bilgiye ancak diyalogla ulaşılabileceğini söylüyor. Oysa bunun kabul edilmesi mümkün değil. Çünkü Dinler arası Diyalog olmadan Yahudilik de ve Hıristiyanlık da Müslümanlık da her biri diğerleri tarafından biliniyordu.
Çünkü Hıristiyanlık ve Yahudilik hakkında en doğru bilgileri bize en başta Allah ve Resulü yani Kur’an ve hadisler bildiriyor. Atalarımız yani İslam âlimleri de Kur’an ve hadisten aldıkları bu doğru bilgileri bizlere aktarmış bulunuyorlar. Ama İlahiyatçı bakanın söylediklerine bakacak olursak, Hıristiyanlık ve Yahudilik hakkında bilgi veren atalarımız bizi yoldan çıkarmışlar.
Öyleyse iyi ki imdadımıza Dinler arası Diyalog yetişti de onun sayesinde bizi yoldan çıkaran atalarımızın verdiği yanlış bilgilerden kurtulduk(!)
Hayır Sayın Bakan!
Atalarımız bizi asla yoldan çıkarmadılar. Onlar aksine bize gerçek İslamı öğrettiler. Onlar olmasaydı biz dinimizi kimlerden ve nereden öğrenecektik?….
(…) Hıristiyanlık ve yahudilik doğru olarak bilinmiyordu da İslam âlimleri geçmişte meydana gelen münazaralarda diğer din mensuplarını nasıl cevap veremez hale getirmişlerdi? Mesela Rahmetullah efendi’nin “İzharu’l Hak” ismiyle Türkçeye tercüme edilen eseri böyle bir münazaranın kitaplaştırılmış şekli değil mi? Bu gerçekleri bildiğiniz halde nasıl böyle konuşabiliyorsunuz?
Gelelim gayri Müslimlerin İslamı bilip bilmediklerine:
Sayın bakan!
Hayranı olduğunuz ve kitaplarını tercüme ettiğiniz, iki-üç sene önce 90 yaşında ölen hocanız, İngiliz Profesör W. Montgomery Watt, İslam dini hakkındaki birçok kitap yazabilecek kadar geniş bilgiye Diyalog vasıtasıyla mı elde etmişti? Tabii ki hayır.
(…) Şunu benim gibi belki benden daha iyi sizde biliyorsunuz:
Hıristiyanlar, misyoner olarak yetiştirip Müslümanların içine gönderilmek üzere yetiştirdikleri elemanlarını görünüşte tam bir Müslüman olarak yetiştiriyorlar. Talim-tecvit üzere Kur’an okumasını öğretiyorlar. Arapça öğretiyorlar. Bir müslüman gibi abdest almasını, namaz kılmasını hatta oruç tutmasını öğretip İslam âlimine, Müslümanların içine salıveriyorlar. Açık vermesinler için yerine göre, bunların bir kısmı sakallı ve şalvarlı bile oluyor. Yani görünüşte tam bir Müslüman.
Onlarla Müslümanlar arasındaki tek bir fark oluyor: İMAN…
Hıristiyanlar bu tip misyonerleri yetiştirmekte o kadar hassas davranıyorlar ki, Müslümanların içindeyken açık vermemeleri için onlara rahlede ders vererek yetiştiriyorlar. Gerçekler böyle olduğu halde, Sayın bakan Dinler Arası Diyaloğun şart olduğunu ifade sadedinde, yukarıdaki cümlesinin devamında: “Yeniden birbirimiz hakkında bilgi inşa etmemiz lazım” diyor. (II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri c.2 s. 321)
Ayrı din mensupları olarak birbirlerimizin inançları hakkında hangi bilgiye erişemiyoruz da “yeniden birbirimiz hakkında bilgi inşa etmemiz lazım” olsun ki?
Bu cümlenin altındaki manayı gerçi biz seziyoruz ama okuyucularımız adına Sayın Bakan’a sormak isteriz: “yeniden bilgi inşa etmek” ne demek oluyor?
Niçin yeniden bilgi edineceğiz? İslam âlimlerinin kitaplarındaki doğru bilgileri yanlış veya yok mu sayacağız? Yoksa atalarımızdan olan eski âlimler, gayri Müslimler hakkında bizi yoldan mı çıkarmışlardı?
(…) Diyelim ki gayri Müslimlerle Dinler arası Diyalog yapıyoruz. Onların kendi dinleri hakkında anlattığı şeyler bize ters geldiği gibi, İslam dini hakkında bizim onlara anlattıklarımız da onlara ters gelmeyecek mi? O zaman İslam dinini tenkide (eleştirmeye başlarlarsa bizim tavrımız ne olacak?
Bu hususta sayın bakan gayet rahat. Şöyle diyor:
“Saldırmamak, saygısızlık etmemek şartıyla gayri müslimin, bir zımminin İslamiyeti eleştirme hakkı vardır. …saygısızlık etmeyecek ama ilmi bakımdan İslam dinini tenkit edebilir, eleştirebilir.”
Haa! Demek ki neymiş? Meğer Dinler Arası Diyalog denilen şeyin bir adı “Gayri Müslimlerin İslam dinini tenkit etmelerine, eleştirmelerine izin verme toplantısı.” İmiş.
Diyalogcular kendilerini tenkit edenlere: “Müslüman olmayanlarla bir araya gelip Diyalog yapmazsak İslam dinini nasıl tebliğ edeceğiz.” Diyorlar.
İlk bakışta doğru gibi gözüken bu söz baştan sonra art niyet taşıyor. Çünkü dinler arası diyalog toplantılarında İslam dinini tebliğin zerresi bile yok. Hatta tebliğ yapılmaması şöyle dursun, İslam dinini tebliğ etmeye kalkışmak hatta hatta tebliği düşünmek bile dinsizlik sayılıyor.
Sayın Bakan’ın Dinler Arası Diyaloğu anlatan öyle sözleri var ki dehşetten dudağınız uçuklar.
Sayın Mehmet Aydın, Dinler arası Diyalog toplantılarında en ileride olan kişidir ve her diyalog toplantısında oturum başkanıdır. O kadar bu işin içindedir ki taa 1988’de Ankara Hilton Oteli’nde kendisi “Belki bu katıldığım 50-60. Diyalog toplantısı” diyordu. O günden bu güne kaç toplantıya katıldığını da varın siz hesap edin.
“İSLAMI TEBLİĞ ETMEK DİYALOG DEĞİL!”
Sayın Aydın, Diyalog toplantılarında İslamı tebliğ etmek düşüncesinde olanlar hakkında şöyle diyor:
“Bazı Müslüman kardeşlerimiz diyordu ki, ‘Yahu bir fırsat düştü, Müslümanlığı anlatalım Hıristiyanlara, Allah belki hidayetini gösterir.’ Yani adam aslında Müslümanlaştırmak için gelmiş. Bu diyalog değil.” (II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri c.2 s.332)
Gördüğünüz gibi diyalogcuların en önde tuttuğu ve bir Dinler arası Diyalog kompedanı olan Sayın Aydın, bir müslümanın Diyalog Toplantısına katılmadan önce “yahu bir fırsat düştü, Müslümanlığı anlatalım Hıristiyanlara, Allah belki hidayetini gösterir.” Demesinin diyaloğa uymadığını söylüyor.
TEBLİĞ EDİYORUZ YALANI
Demek ki diyalogcuların “Müslüman olmayanlarla bir araya gelip Diyalog yapmazsak İslam dinini nasıl tebliğ edeceğiz” demeleri samimi değilmiş, yalanmış. Onun için, her hangi bir diyalogcu “Biz dini tebliğ için diyalog yapıyoruz” derse katiyen inanmayız.
Soralım kendilerine:
Bizler, Müslüman olmayanlarla Diyalog yaparken onların Müslüman olmaları düşüncesiyle konuşmayacaksak, ne demeye onlarla bir araya geleceğiz? Yiyip-içmek için mi? Çay-kahve içip sohbet etmek için mi?
Evet, aynen öyle oluyor. Yiyorlar-içiyorlar sohbet edip dağılıyorlar. Üstelik onlara verdikleri tavizlerde cabası. Misal ve delil mi istiyorsunuz?
(TEBLİĞ) DİNSİZCE BİR HAREKETTİR
Bakan Bey “Bu diyalog değil” demekle kalmıyor. Diyalog toplantısına bu düşünceyle giden Müslümanları bakın nasıl suçluyor:
“İşin ucunda din değiştirmek, bilmem adam kazanmak, üye kazanmak varsa, açıkçası bu bir din mensubuna yapılacak en dinsizce bir harekettir. Dinsizce diyorum, çünkü bunu hiçbir din kabul etmez.”
Eeey Diyalogcular! Gördünüz mü en ilerideki elemanınızın sizi nasıl suçladığını!
Siz eğer Dinler Arası Diyalog toplantılarına giderken, bir hıristiyanın müslüman olmasına sebep olmayı arzu ederek: “Yahu bir fırsat düştü, Müslümanlığı anlatalım Hıristiyanlara, Allah belki hidayetini gösterir.” Diyorsanız, Prof. Mehmet Aydın’a göre bir dinsizsiniz ve bir din mensubuna (bir hıristiyana) en dinsizce bir hareket yapmış oluyorsunuz. Ve bu sizin yaptığınızı hiçbir din kabul etmezmiş.
Ne duruyorsunuz? Niçin sormuyorsunuz? Böyle bir suçlamayı nasıl içinize sindireceksiniz? Sayın Aydın’dan bunun cevabını sormayacak mısınız?
Bir müslümanın vazifesi zaten dinini başkasına anlatmak yani tebliğ etmek değil midir? Bu vazifenin ilmi adı “Emri bil maruf, nehyi anil münker” değil midir? Bu vazifeyi yerine getirmek de her müslümana farz değil mi?
Bu farzı yerine getirmek ne zamandan beri dinsizlik oldu?
(…)
Sayın Bakan müslüman olmayan ve farklı dinlere mensub olan insanları ebedi felakette görmüyor ve onlar hakkında şöyle diyor:
“Allah farklılıktan rahatsız olmuyor” (II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri c.2 s.331)
Yani insanların farklı dinlere mensub olmalarının Allah indinde mahzuru yok diyor. Haşa hazreti Allah için rahatlamak veya rahatsız olmak gibi kelimeler kullanılır mı hiç? Ama Mehmet bey için kullanılıp kullanılmaması mühim mi? O kullanır, nitekim kullanıyor da.
Fakat niçin böyle söylediğinin de kendine göre elbette bir cevabı var. Şöyle diyor:
“öbür dinler büsbütün batıl dinler değildir. Onlarda da bir gerçeklik payı vardır.”( II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri c.2 s.341)
AVRUPA’DA KİLİSEYE GİDERİM, BÜYÜK ZEVK DUYUYORUM
Merak ediyoruz acaba bu gerçeklik payı yüzde kaç söyler misiniz Sayın Bakan? Mesela Hazreti “İsa’nın (Hâşâ) Allah’ın oğlu olduğu” sözünün kaçta kaçı doğru? Hıristiyanların “üç ilah” inançlarının yüzde kaçı doğru. Bakan beye soracağımız soruları çoğaltabiliriz. Ama bu kadar yeter. Bendeniz Bakan Beyin başka bir sözünü aktaracağım:
Şöyle diyor Bakan Bey:
“Ben Avrupa’ya gittiğimde kiliseye çok giderim.” (II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri c.2 s.375)
Sayın Aydın Avrupa’ya gittiğinde kiliseye çok gitmesinin sebebini de şöyle açıklıyor:
“Büyük zevk duyuyorum”( II. Din Şurası Tebliğ ve Müzakereleri c.2 s.375)
Şimdi bakan Bey’in “Ben Avrupa’ya gittiğimde kiliseye çok giderim. Büyük zevk duyuyorum” sözünü kilise reklamı ve Hıristiyanlık propagandası olarak kabul edelim mi etmeyelim mi?
Haydi, bakan bey’in hatırına öyle kabul etmeyelim. İyi ama kilisede büyük sevk olduğunu söylemekten daha açık kilise reklamı ve Hıristiyanlık propagandası olur mu?
Kendisine sormak isteriz:
Avrupa’ya gittiğinizde kiliseye çok gidiyorsunuz da Türkiye’de niçin çok gitmiyorsunuz? Yoksa Türkiye’de çok gidiyorsunuz da biz mi görmüyoruz? Veya gizli mi gidiyorsunuz?
www.ihvanlar.net