Yunan ve Bulgar askerleri de hırsızdı
Gazze’ye saldıran terör örgütü israil askerleri girdikleri evlerde değerli olan ne varsa çaldı. Bu şekilde milyonlarca dolar çalındığı söyleniyor.
Merhum Kadir Mısıroğlu “Yunan Mezalimi” adlı eserinde Yunan gavurunun da aynı yolu izlediğini, çapulculuk yaptığını anlatıyor.
Balkan Savaşında Bulgarlar, Sırplar ve Yunanlılar ellerine geçirdikleri her şehir ve köyü, sandıklarda saklı ihtiyat kefenlere kadar soydular. Fakat bunlardan hiçbiri yağma ve çapulculukta Yunanlılar kadar ileri gidemediler. Gerçekten Dünya’nın bütün muteber lūgatlerinde “Grek” kelimesinin ikinci mânâsı: HIRSIZ’dır.
Yağma ve çapulculuk maksadiyle bir yere girebilmek için her şeyden önce bir bahane lâzımdı. Böyle bir bahane bulmak da zor değildi: « Silâh aramak!.» Ele geçirilen bir şehirde askerlere, komitecilere süngü taktı- rarak evlere giriliyor, güya sağ kalan çocuk, kadın ve ihtiyarlarda silah bulunmadığından emin olmak için her taraf aranıyordu. Hemen umumiyetle şehre veya köye ilk girenler para, ziynet, v.s. gibi kıymetli şeyleri alıyorlardı. Fakat dalga dalga gelen asker ve komiteciler arka arkaya aynı evleri yağmalamaya kalkınca artık üstlerinde ‘başlarındaki elbiselerden altlarındaki yırtık kilimlere kadar ne varsa götürülüyordu. Umûmiyetle, bu son mevcutların alınması çok hazin sahneler meydana getiriyordu. Saçlarından çekilen, itilip kakılan kadınlar, kundağından silkelenen bebekler… Müslüman evlerini âhu-figana boğuyordu.
Yunanlılar bu rollerde tam bir muvaffakiyet elde ede- bilmek için çok müessir bir çare bulmuşlardı: Hapishanedeki katilleri çıkararak her birine resmî sıfatlar verdiler. Bu katiller öldürdükleri insanların bankada çıkan paralarından da resmen hisse veriyorlardı. Osmanlı tabiiyetini tercih eden bir Rum doktoruna bile bunu yaptılar. Doktor Andonaki’yi öldüren kaatile O’nun bankadaki parasının büyük bir kısmını bahşiş süretinde resmen verdiler. Karı- sının feryatlarına bakmayarak malını müsûdere ettiler. Doktorun Yunan zulümlerini tasvip etmemekten başka bir suçu yoktu.
Siroz, Drama, Kavala, Nusretli ve Demirhisar halkı da tepeden tırnağa soyuldu.. Fakat bu şehirlerde yağma ve hırsızlıkta Bulgarlar hepsinden daha baskın çıktı. Bilhassa Dedeağaç ve istromca’da evlerin pencerelerinde sol- muş bir perde bile bırakmadılar. Buralarda muntazam (!) ordu, komiteciler ve yerli ahali capulculuğu birlikte idare ettiler. Herkesin mali durumu az çok bilindiğinden bir ye- re herhangi bir şeyini gizlediği zannı uyananlara çok ağır zulüm ve işkenceler tatbik ettiler. Dedeağaç’ta bir yanlışlık olmaması için hıristiyan evlerinin kapılarına tebeşirle haç işaretleri konulmuştu. Fakat çapulculuğun o derece- de ölçüsünü kaçırdılar ki; Rum evlerine de daldılar. Bunu önlemek için Rum metropoliti müdahale etmeye mecbur kaldı. Buradaki İtalyan rahiplerini de silah tehdidi ile soydular. General Kenof kumandasındaki Bulgar ordusu gelince İtalyan rahipler şikâyette bulundular. General tahkikata girişerek çalınan paraların bir kısmını buldu ise de ölen Bulgar askerleri için dikilecek bir abideye sarfetmek üzere bu parayı muhafaza edeceğini söyleyerek cebine attı. Şikâyet, hırsızın değişmesinden başka hiçbir netice vermedi. Fransız rahiplerinin ellerindeki para da aynı bahane ile gasbedildi.
Bu vak’alar şehirlerde olduğu ve Avrupalılara karşı bile Işlendiği için tevsik edilebildi. Fakat köylerde yaşayan mâsum, müdafaa imkânlarından mahrum köylülere karşı Öyle cinayetler işlendi ki; bunların milyonda biri bile etrafa aksetmedi. Bu köylerin çoğu yakılıp yıkıldıktan sonra tamamen yağma edilmekte kalınmamış, ahırdaki İneklere kadar Türkler’in hayatlarını idame ettirmeye en asgari ölçüde faydalı olabilecek ne varsa ya çalınmış veyahut da bir bomba ile havaya uçurulmuştu.