AYAKLI KÜTÜPHANE BAYRAM HOCA
Şehit Bayram Ali Öztürk, Fatih’te İsmailağa Camii’nin Alimlerinden emekli imam Şehit Bayram Ali Öztürk, 1952’de Trabzon’nun Of İlçesi’nde doğdu. Çocukluğu Adapazarı’nda geçen Öztürk, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu.
Farsça, Arapça, Osmanlıca, İngilizce ve Fransızca bilen Bayram Hoca, hukuk eğitimi de aldı. Büyük İslam alimlerinden İmam Rabbani’nin mektuplarından oluşan ‘Mektubat-ı Rabbani’ kitabını ezbere bilen ve her pazar sabahı İsmailağa Camii’nde sohbet veren Şehit Bayram Ali Öztürk’ün bir oğlu, iki de kızı bulunuyor.
Bayram Hoca, muhakkik, muttaki bir ilim adamıydı. “Büyük hocalardan” ders okumuştu. Yıllarca Mahmud EfendiHz. Sadreddin Yüksel, Halil Günenç ve Mehmet Savaş gibi kudema bezmine ahirde gelen allamelerin ilim halkalarında bulunmuştu.
Bayram Hoca’nın ibare ve ifade vukûfiyeti ilim ehli tarafından takdirle karşılanırdı. “Kem aletle kemâlât olmayacağını” bilenler, Onda ders okumayı Allah Teala’nın bir ihsanı olarak telakki ederlerdi.
Mahmut Efendi Hazretlerimizin öğrencileri arasında Ona ayrı bir alaka gösterirdi. Yıllarca ders olarak okuttuğu İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin “Mektubat”ını okuyup, şerhetme görevini Ona vermişti. Sultan Selim Camii’nde Pazar sabahları, namazdan sonra akdedilen sohbet programının bir bölümünde gür sesi ve geniş müktesebatıyla yıllarca mektupları tercüme ve şerh etti. Bir ara haftanın her günü sabah namazlarından sonra İsmailağa Camii’nde de “Mektubat” dersleri vermişti.
Bayram Hoca, İmam-ı Rabbani Hazretleri’nden bahsederken kendisini, Onun adını ağzına almaya layık görmez, ismini telaffuz etme yerine “Sultan” kelimesini kullanırdı. Mektubat derslerinde zamanla o derece uzmanlaştı ki bir çok hocanın okumaya dahi cesaret edemediği mektupları kürsüde şerhetti. Bu yönü “Mektubatçı Bayram Hoca” diye tanımasına yol açtı.
Bayram Hoca “Mektubat” dışındaki kitapları okutma noktasında da “müşarun bi’l-benan/parmakla gösterilen” bir ilim adamıydı. Zira İstanbul medreselerinde takip edilen klasik eserlerin yanı sıra doğu-batı medreselerinde okutulan bir çok kitabıda okutmaktaydı. Yıllar önce Arapça kitap satan bir dükkanda karşılaştığım bir öğrencisine “hocanız akaitte ne okutuyor?” diye sorduğumda talebesi şöyle demişti: “Said Ramazan el-Buti’nin Kübra’l-yakîniyyâti’l-kevniyye’sini henüz bitirdik, nasip olursa Seyyid Şerif Cürcani’nin Şerhu’l-Mevakıf’ine başlayacağız.” Ne oldu, başladılar mı, başladılarsa ne kadar devam ettiler bilemiyorum. Fakat bildiğim bir şey var ki o da bu devirde Şerhu’l-Mevakıf gibi kitapları okutabilecek hocaların sayısının iki elin parmaklarını geçmeyeceğidir.
Bayram Hoca etraflı bir literatür bilgisine de sahipti. O, neyi, nerede bulabileceklerini araştıran hoca ve öğrencilerin müracaat kaynağıydı. Ömrünü kitaplara vakfeden muasır bir İsmail Saib Sencer’di. Devlet kütüphanelerinin bir çoğundan daha büyük bir kütüphaneye sahipti. Buna rağmen durmaz, sık sık Sultanahmet’teki İrşad Kitapevi’ni ziyaret ederdi.Yeni gelen kitaplara iştiyakla bakar, ilgisini çekenleri bir tarafa ayırırdı. Orada bulunan diğer kitap taliplileri, eserlerle alakalı istifsari sorular sorduklarında sözü alır, kitabın muhtevasından, tab’ eden yayınevlerine kadar ayrıntılı bilgiler verirdi.
Bayram Hoca iyi bir vaiz olmasının yanı sıra tahkik ehli bir ilim adamıydı. Seçiciydi; her bulduğu kitabı okutmaz, her gördüğü meseleyi anlatmazdı. Bu yüzden muhatapları sözlerini senet gibi güvenilir kabul ederdi. Söylenmesi gereken hakikatleri anlatmaktan da çekinmezdi. Bu yüzden son yılları hayli sıkıntılı geçmişti. Takdir belgeleriyle onurlandırılması gerekirken cami cami sürüldü.
Bir gün Fatih’te ikibinden fazla kişinin hazır bulunduğu bir camide teravih öncesinde vaaz ediyordu. O geceki konuşmasında Osmanlı Devleti’nden bahsediyor, Çanakkale başta olmak üzere diğer cephelerde tahakkuk eden Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve selem)in manevi yardımlarını anlatıyordu. Konuşurken ifadeler boğazında düğümleniyor, belli bir süre sonra kendini toparlayıp gür sesiyle “Cemaat! Bu topraklara sahip çıkın!” ifadesini tekrar ediyordu.
Ulemanın kıt olduğu nasibsiz bir asırda yaşadığından omuzlarında büyük sorumluluk taşımaktaydı. Eşine az rastlanır bir ilim ve gönül eriydi. Büyük adamdı. Dünyaya “elveda” derken de büyük adamlar gibi gitti.
Kitapseverler, müşkili olan öğrenciler, vaazlarını takip eden cemaat Bayram Hoca’yı unutamayacak. Daha şimdiden özlediklerini söylüyorlar. “Sultan buyuruyor ki” deyişini, kürsüdeki celalli sesini, müeddep duruşunu, en zor metinleri rahat bir şekilde çözüşünü, siyonizme kafa tutuşunu ve istikametini özleyecekler…
İlim Hazinesiydi,son derece mütevazi bir kişiliği vardı.
Onun yokluğu bizler için büyük kayıp, zira onun gibi korkusuzca, göğsünü gere gere şeriat, hakikat diye haykıran osmanlı aşığı nadir bulunur.
Ona,Sohbetlerine, bize verdiği öğütlere sahip çıkalım…
Allah (celle celaluhu) bizi onun Şefaatine nail eylesin.(amin )
ZAMAN GAZETESİ’NİN HABERİ
Bayram Hoca kızının düğününe hazırlanıyordu
İsmailağa Camii’nde cemaate sohbet ederken uğradığı bıçaklı saldırı sonucu ölen Bayram Ali Öztürk’ün, bir hafta sonra kızını gelin etmeye hazırlandığı ortaya çıktı.
Bir kızı ve oğlunu evlendiren Bayram Hoca, küçük kızı Hümeyra’nın da mürüvvetini görme hazırlığı yapıyordu. Bayram Hoca’nın hafız olarak yetiştirdiği kızına aldığı düğün hediyesi Arapça yazılmış ‘En hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir’ tablosuymuş.
Babalarını elim bir saldırı sonucu camide kaybeden Öztürk ailesi, acılarını unutamadan kızlarını gelin etmeye hazırlanıyor. Bayram Hoca’nın oğlu Mahmut Öztürk, “Babam kız kardeşimin bir hafta sonra olacak düğününe hazırlanıyordu. O kadar heyecanlıydı ki, her detayla ilgileniyor, hiçbir aksaklık yaşanmamasını istiyordu.” dedi. Mahmut Öztürk, “Babam çeyiz kolilerinin bantlanmadığını gördüğünde ‘Bunlar niye açık kaldı?’ diye sormuş. ‘Bant tükendi.’ cevabını aldığında hiç üşenmeden üzerini giyinerek ‘Ben alıp geleyim.’ diyerek markete inmiş. Kardeşlerimin ‘Acelesi yok sonra da olur.’ sözlerine rağmen dışarı çıkan babam, ‘Hayır her şey zamanında olmalıdır.’ diyerek gidip koli bantını alıp gelmiş.” diye anlatıyor.
Acılarına rağmen aile olarak düğünlerini ertelememe kararı aldıklarını söyleyen Öztürk, “Babam şehit olduğu için isteğine kavuştu. Bu onun için bir bayram veya düğün gibidir. Kardeşimin evlenmesini de aynı şekilde değerlendirip düğünü yapmaya karar verdik.” diyor. Babasının son günlerini anlatan Öztürk, onu hep kütüphanesinde çalışıyor gibi hatırladığını dile getiriyor. Bayram hocanın çocuklarına karşı her zaman şefkat dolu bir kimse olduğunu ifade eden Öztürk, “Babamın bize kızdığı tek konu kitaplarının düzenini bozduğumuzda olurdu.” diyor. Öztürk, babasının ölmeden bir gün önce evine gelen üç çocuk annesi büyük kızı Ayşe’nin yatağının başucuna giderek, “Kızım ben ahireti çok özledim.” diyerek başını okşayıp sevdiğini anlatıyor.
Bayram Hoca’nın görmeyi çok arzu ettiği şeylerden biri de oğlu Mahmut’un bir ay sonra doğacak olan çocuğuymuş. Çalışma masasındaki son notu ise şu olmuş: “İnsan davasına ana hasretiyle sarılmalı, bülbül gibi şakımalı. Davası için canını öyle atmalı ki ruhu ona yetişememeli.” Babasının neden öldürüldüğünü bir türlü anlayamadığını dile getiren Öztürk, “Babamın hiçbir hasmı, ticari ve siyasi bir uğraşısı yoktu. O emekli bir imam olarak kendini İslam’a adayan ve bunun için çaba sarf eden bir kimseydi.” diyor. Öte yandan İsmailağa İlim ve Hizmet Vakfı, yanlış anlaşılmaları önlemek için tek elden bilgi verme kararı aldı.
‘Cübbeli Hoca’ ile can-ciğer dostuz
Babasının öldürülmesinde ‘Cübbeli Ahmet Hoca’nın azmettirici gibi gösterilmesinin kendilerini çok üzdüğünü anlatan Öztürk, “Babamla Ahmet Hoca can ciğer iki arkadaştı. Ahmet hocam taziye için evimize geldiğinde bana ‘Benden istediğin bir şey var mı?’ diye sordu. Ben de kendisine ‘Şimdiye kadar size amca dedim, bundan sonra izniniz olursa baba demek istiyorum.’ cevabını verdim.” dedi.