Fatih Sultan Mehmed ve muhteşem karakteri

Fatih Sultan Mehmed’in şahsiyeti bazılarını öyle şaşırtmıştır ki, böylesine üstün meziyetlere sahip bir hükümdarın Türk ve Müslüman olamayacağı vehmine kapılmışlardır. Hatta bu hususiyetlerini, Fransız olduğunu iddia ettikleri annesine borçlu olduğunu iddia etmişlerdir.

Şiî-Hurufî, hatta Hristiyan olduğunu bile söyleyenler çıkmıştır. Bunlar Sultan Fatih gibi müstesna bir insan yetiştirememe psikolojisinin getirdiği batıl saplantılardır.

Fatih Sultan Mehmed, samimi bir müslümandır. Babası gibi Mevlevi tarikatına mensuptur. Saraya kadar sokulan Hurufîleri cezalandırarak, dinin sâfiyetini muhafazada büyük hizmeti geçmiştir.

Padişah olmasaydı

Zamanın en üstün âlimlerinden ders almıştır. Rum ve İtalyan hocaları da vardır. Padişah olmasaydı, büyük bir ilim adamı olacağına şüphe yoktur.

Âlimlere ve sanatkârlara fevkalade değer verir; onlarla sohbetten ve ilmi mevzuları münazara etmekten hoşlanırdı. Gençliğinden beri hocası olan Molla Hüsrev, Molla Gürani, Akşemseddin bunlardan en meşhurlarıdır.

Şarktan, Arabistan ve İran’dan çok sayıda din ve fen bilgini, İstanbul’a gelerek Padişah’ın hizmetine girmiş ve onun iltifatlarına nail olmuştur. Ali Kuşçu’nun İstanbul’a gelirken attığı her adım için bir altın tahsis etmesi, ilme verdiği ehemmiyeti göstermiştir.

İstanbul’da kurduğu üniversite, Osmanlı maarif sisteminin son seviyesini teşkil eder. Artık Anadolu’dan tahsil için Mısır, İran veya Türkistan’a gitmeye hacet kalmamıştır.

Hazırlattığı anayasa hüviyetindeki kanunlarla devlet teşkilatını tekemmül ettirmiştir. Enderun adlı saray akademisini yeniden dizayn etmiştir. Türk asıllı devlet adamlarından ziyade, devşirme devlet adamları istihdam etmeyi milli menfaatler için daha avantajlı görmüştür.

Katolik külahı? Türk sarığı?

Dış siyasetteki taktikleri dikkate şayandır. Kurduğu istihbarat teşkilatı vasıtasıyla Avrupa siyasetini avucunun içi gibi bilir; tedbirini zamanında alırdı. Propagandanın ehemmiyetine inanırdı. Tarihi iyi bilir, ibret alırdı. İtalyan yazar/bürokrat Machiavelli, Hükümdar isimli kitabında kendisini idealize etmiştir.

Halkın inanç ve âdetlerine müsamaha gösterirdi. Rumeli’deki fetihleri Sırp hududuna dayanınca, Ortodoks mezhebindeki Sırpların kralı Brankoviç, Macarlar ile Osmanlılar arasında kaldı. Bir elçi Sultan Fatih’e, bir elçi de Macar kralı Hunyadi Yanoş’a gönderdi. Sırbistan, idarelerine terk edilirse, Sırp halkının dinlerine ne gibi muamele edeceklerini sordurdu. Katolik Macar kralı, bütün Ortodoks kiliselerini yıktırıp, yerine Katolik kiliseleri yaptıracağını söyledi.

Sultan Fatih’in cevabı ise, her zamanki gibi emsalsizdi: “Her caminin yanı başında bir kilise inşa olunup, herkesin kendi dinine göre ibadette bulunmasına müsaade ederim.” Böylece Sırbistan, kolayca Osmanlı hâkimiyetine girmiştir.

İstanbul’un fethinden önceki günlerde, Bizans başbakanı Notaras, “İstanbul’da kardinal külâhı (yani Katolik hâkimiyeti) görmektense, Türk sarığını (Müslüman hâkimiyetini) tercih ederim” demiştir.

Fetihten sonra Ortodokslara ve Cenevizlilere verilen imtiyazlar, Osmanlıların Avrupa’da süratli bir şekilde ilerlemesine yardımcı oldu. Ortodoksların Katoliklerle birleşmesini önledi.

Entelektüel padişah

Sultan Fatih Türk ve dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük ve en renkli şahsiyetlerinden biri kabul edilir. Ülkeyi donattığı hayır eserleri, âlimlere hürmeti ve hatta menkıbeleşen hayatı, yüksek şahsiyetine kâfi delil teşkil eder.

Arapça, Farsça, İbranice, Sırpça, İtalyanca, Latince ve Rumca tahsil etmiştir. Geniş bir kültüre sahipti. Matematik ve balistikte buluş yapacak kadar bilgisi vardı.

Divan sahibi usta bir şairdi. Avnî mahlasıyla lirik şiirler yazmıştır. Derin bir tasavvufi vukufla “nefs”i anlattığı Galatalı zimmîye dair şiirine, edebiyat ve tasavvuftan bîhaber olanlar pek absürt manalar yüklemiştir.

Şark edebiyatına ve Yunan felsefesine vakıftı. Rum tarihçi Critovulos onun için, “En keskin zekâlı hakîmlerden biridir” diyor. Dukas ise, zihnine gelen binlerce meselenin halli için büyük bir gayretle çalıştığını; seferlerini haritalar üzerinde kararlaştırıp tatbik ettiğini söylüyor.

Kimseyle mukayese edilemez

Gibb, tahta çıkar çıkmaz Cenab-ı Peygamber’in müjdesini gerçekleştirmek üzere harekete geçtiğini; Schlumberger ise bu fethin, tarihin en büyük hâdiselerinden biri olduğunu ve Türklere asırlarca devam eden bir üstünlük sağladığını söylüyor.

Sultan Fatih hakkında kitap yazmış olan Babinger der ki: “Bugüne kadar gelmiş geçmiş imparatorların en büyüğüdür. Başka her hangi bir kimsenin onunla mukayesesi imkânsızdır. Az güler, çok çalışır, cömert, cesur, fikirlerinde sebatkâr, her meşakkate tahammülü güçlü idi. Zevk ve sefahatle başı hoş değildi. Kitap okumak âdetiydi. Avrupa tarihlerini okuduğu; bu kıtanın tarihi ve coğrafi vaziyetini iyi bildiği, malumdur.”

Sultan Fatih’in iç dünyasını tanımak için Samiha Ayverdi ile Ali Himmet Berki’nin bu mevzudaki kitaplarını okumak tavsiye edilir.

Edeb ve Vakar

Orta boylu, tıknaz, yuvarlak yüzlü, açık alınlı ve kartal burunlu idi. Güzel giyinirdi. Ulema gibi mücevveze tarzı sarık sarardı. Zevk-i selim sahibiydi, estetik hissi çok inkişaf etmişti. Fazla kimseyle görüşmekten hoşlanmaz; sırlarını kimseye açmaz; yemeğini bile yalnız yerdi. Bu, hükümdarlara has edep ve vakarın bir ifadesidir.

Dulkadirli prensesi Sitti Mükrime Hatun, Karamanlı prensesi Gülşah Hatun ve Zağnos Paşa’nın kızı Hadice Hatun’dan başka, Paleolog ve Komnenos hanedanlarından prenseslerle evlenmiştir. Zevcesi Çiçek Hatun’un Fransa Kralı’nın fetih sırasında İstanbul’da bulunan kız kardeşi olduğu söylenir.

Bununla beraber harem hayatına çok iltifat etmezdi. Bayezid, Mustafa ve Cem adında üç oğlu vardır. Mustafa, babasının sağlığında 23 yaşında öldü. Gevherhan adındaki yegane kızı, Akkoyunlu Uzun Hasan Bey’in oğlu ile evlenmiş; soyu devam etmiştir.

30 senede 308 cami

İstanbul’un fethi üzerine hukuken ganimet statüsüne giren ve kendi hissesine düşen Ayasofya Kilisesi’ni camiye çevirdi. Bunun için vakıflar kurdu. Bundan başka şehir içinde büyük ve küçük camiler yaptırdı.

Sahabe-i kiramdan olup, İstanbul kuşatmasında vefat eden Ebu Eyyüp Ensârî’nin kabrini buldurarak, üzerine türbe, yanına da bir cami yaptırdı. Burası, İstanbul’un en ruhani köşelerinden birisi olduğu gibi, kılıç kuşanma gibi merasimlerin yapıldığı resmi bir mekân hâline geldi.

Şeyh Vefa için bir cami, medrese ve imaret yaptırmıştır. Şehrin ortasında, yedi tepenin birinde yıkılmış Havariyyun Kilisesi’nin yerinde büyük bir cami yaptırdı. 1457-1470 arasında yapılan Fatih Camii, medresesi, imareti, darüşşifası ile büyük bir külliyedir. Vefatında kendisi de buradaki türbesine gömülmüştür.

Rumelihisarı’nda ve Osmanlı ülkesinin pek çok köşesinde yaptırdığı cami ve hayır eserleri vardır. 30 senelik saltanatı esnasında 308 cami inşa edildiğini söylemek, onun imar faaliyetleri hakkında fikir verebilir.

PROF. EKREM BUĞRA EKİNCİ

PAYLAŞ