EBU UBEYDE BİN EL-CERRAH (RADIYALLAHU ANH)
CENNET İLE MÜJDELENENLER – 9
Asıl adı Amir bin Abdullah bin Cerrah’tır. Kureyş kabilesinin Fihr oğullarındandır. Nesebi, Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın nesebi ile Fihr’de birleşir. Annesi Ümeyye bintü’l Haris’tir.[153]
Ebu Ubeyde (Radıyallahu Anh) Ebu Bekir’in davetiyle aynı gün Müslüman olan beş kişiden birisi olarak ilk Müslümanlardandır. (Diğer dört kişi Osman bin Maz’un, Ubeyde bin Haris, Abdurrahman bin Avf ve Ebu Seleme bin Abdi Esed’dir.)[154]
Önce Habeşistan’a, oradan da Medine’ye hicret edenlerdendir. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Medine’de onunla Sa’d bin Muaz (Radıyallahu Anh) ı kardeş ilan etmiştir.[155]
Cennetle müjdelenenlerden olan Ebu Ubeyde (Radıyallahu Anh) kahramanlığı ve komutanlığı ile tanındığı kadar Emîn’ül-Ümme (Ümmetin Emîni) lakabıyla da meşhur olmuştur. Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onun için: “Her ümmetin güvendiği emîn bir kimsesi vardır. Ey ümmet! Bizim emînimiz de hassaten Ebu Ubeydetü’bnü’l-Cerrah’tır.” buyurmuştur.[156]
Esasında ashâbın hepsi emanet ve adillikte yüksek mertebededir. Ancak bir vasıf her insanda aynı derecede bulunmaz. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de, emînlik vasfının ashâbı içinde en fazla Ebu Ubeyde’de temayüz ettiğini böyle ifade etmiştir. Gene Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Ümmetimin, ümmetime karşı en merhametlisi Ebu Bekir, Allah’ın emri hususunda en şiddetlisi Ömer, hayâ bakımından en doğrusu Osman bin Affan, haram ve helali en iyi bileni Muaz bin Cebel, ferâizi (miras paylarını) en iyi bilen Zeyd bin Sabit ve en iyi kıraat alimi Ubeyy bin Ka’b’dır. Her ümmetin bir emîni vardır, bu ümmetin emîni de Ebu Ubeyde’dir.” buyurmuştur.[157]
Ebu Ubeyde (Radıyallahu Anh) Bedir’den itibaren bütün gazalara katılmış büyük bir mücahittir. Taberânî’nin Abdullah bin Şevzeb’den rivayet ettiğine göre Bedir Gazâsı’nda müşriklerin safında çarpışan babasını öldürmüştür.
İslâm tarihinde buna benzer olaylar çoktur. Mesela Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) oğlu ile, Mus’ab bin Umeyr (Radıyallahu Anh) kardeşiyle, Ömer (Radıyallahu Anh) dayısıyla çarpışmıştır. Allahu Teâlâ, Ebu Ubeyde’nin babasını öldürmesi üzerine: (Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir topluluğun babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah’a ve Rasûlü’ne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. Onlar o kimselerdir ki, Allah kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak ve orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş ve onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Onlar Allah’ın tarafıdırlar ve iyi bilin ki kurtuluşa erecekler de Allah’ın tarafı olanların ta kendileridir.)[158] ayetini indirmiştir.[159]
Ebu Ubeyde (Radıyallahu Anh) Uhud Savaşı’nda Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın yüzüne batan miğfer parçalarını dişleriyle çıkarırken iki ön dişi kırılmıştır.[160] Cabir (Radıyallahu Anh) in rivayet ettiğine göre, Ebu Ubeyde’nin kumandanlığında keşfe gönderilen üç yüz kişilik sahâbe birliğinin iki dağarcık hurması bulunmakta, bütün gün her bir kişi tek bir hurma ile idare etmekteydi. Bu hurmalar bitince Habat denilen dikenli ağacın yapraklarını ve yemişlerini yediler. Bu sebeple bu gazâya ‘Habat Gazvesi’ denir. Müteakiben Allah (Azze ve Celle) sahile Anber denilen bir balık attı da bu balığın eti ile on beş gün karınlarını doyurdular. Bu balığın kaburga kemiklerinin altından deveye binmiş uzun boylu bir süvari kemiğe dokunmadan geçmiştir.[161] Bu örnek olay, sahâbenin hangi zor şartlar ve yokluk altında cihada çıktığının bir numûnesidir. İbni Hacer, Musa bin Ukbe’den şöyle rivayet etmektedir: Amr bin As, Zâtü’s-Selâsil bölgesinde takviye güç isteyince Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), içlerinde Ebu Bekir ve Ömer’in de bulunduğu bir birliği Ebu Ubeyde’nin komutasında Amr’a yardıma göndermiştir.
Ebu Ubeyde (Radıyallahu Anh) hicretin 9. yılında Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından ‘Emîn’ül-Ümme’ diye övülerek Necran Hıristiyanlarından cizye almaya ve Yemenlilere İslâm’ı ve sünneti öğretmeye memur edildi.[162] Mekke Fethi’nde, Tâif Muhasarası’nda, Veda Haccı’nda hep Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın yanında bulunmuştur. Rasûlullah’ın vefatından sonra meydana gelen Benû Saide sakifesi olayında Ensar: “Bizden bir emîr, Muhacirlerden bir emîr olsun.” dediğinde Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) in, yanında bulunan Ömer ile Ebu Ubeyde’nin ellerinden tutarak: “Bu ikisinden birine bey’at edin.” dediği iki kişiden birisidir. Bilindiği gibi bu teklifi Ömer (Radıyallahu Anh) kabul etmeyerek Ebu Bekir’e bey’at etmiş ve Müslümanlar da onu takip etmişlerdi.[163]
Ebu Ubeydetü’bnü’l-Cerrah (Radıyallahu Anh), Ebu Bekir ve Ömer (Radıyallahu Anhuma) in hilafetleri döneminde cihat hareketlerinde bulunmuş, Şam bölgesi fetihlerinde, Bizan, Taberiye, Ba’l-Bekke, Humus, Hama, Seyre, Lazkiye, Halep, Antakya, Delul bölgelerinin fetihlerine çoğunlukla kumandan olarak, bazen de Halid bin Velid’in komutası altında katılmış ve aldığı yerlerde halka karşı uyguladığı adalet ve gösterdiği şefkat bölge sakini olan Hıristiyan Bizanslıları hayran bırakmıştır. Ebu Bekir (Radıyallahu Anh), bu Şam bölgesi için dört ayrı birlik hazırlayıp göndermiş ve onlardan birinin başına Ebu Ubeyde’yi tayin etmiştir. Daha sonra Ömer (Radıyallahu Anh) in onu Şam bölgesindeki bu dört ordunun başına emîr tayin etmesiyle ‘Emîr’ulUmera’ (Emîrler Emîri) olarak adlandırılan ilk kişi olmuştur.
Ebu Ubeyde (Radıyallahu Anh) Şam emîri iken hicrî 17. yılın sonunda Suriye, Mısır ve Irak’ı ‘Amvas Tâunu’ diye tarihe geçen vebâ salgını istila etmiş, birçok sahâbî bu salgında vefat etmişti. Ömer (Radıyallahu Anh) Ebu Ubeyde’ye Şam’dan ayrılması için ısrar etmiş, ancak o Mü’minlerin Emîri’ne yazdığı cevapta: “Ben Müslümanların ordularından bir ordunun içindeyim ve onların başına gelen musibetten kendi nefsime rağbet edecek değilim.” demiş, Şam’ da kalmaya ısrar etmişti.[164] Nitekim malum tâun ona da bulaşmıştı.
Bu ümmetin emîni olan Ebu Ubeyde (Radıyallahu Anh) zühd ve takvâ sahibi, cesur bir savaşçı, adaletle hükmeden bir emîr ve itaatkar bir sahâbîdir. Diğer birçok sahâbî gibi o da fetihler sonunda ele geçirilen mal ve mülke rağbet etmeyerek sâde bir hayat sürdü. Ömer (Radıyallahu Anh), Şam’ da Emîrler Emîri’yken onun odasına girmiş, odada bir keçe, bir su kırbası ve birkaç kırıntı yiyecekten başka bir şey olmadığını görünce ağlamış ve: “Dünya herkesi değiştirdi, yalnız seni değiştiremedi.” demiştir.
Aşere-i Mübeşşere’den olan Ebu Ubeydetü’bnül-Cerrah (Radıyallahu Anh) sadece 14 hadis rivayet etmiş,[165] bunlardan birisini Müslim Sahihi’ne almıştır. Sürekli Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile bulunduğu ve ondan sonra da hayat sürdüğü halde bu kadar az hadis rivayet etmesi, hadis rivayetinin büyük bir sorumluluk olduğunun bilincinde oluşundan kaynaklanmaktadır. Kendisi gibi mukillîn (az rivayet eden) ashâbın birçok büyüğü, daha ziyade sünneti yaşayarak canlı bir numûne olmaya önem vermişler, sünneti anlatma sorumluluğunu ise daha ehil arkadaşlarına bırakmışlardır.
Vebâya yakalanan Ebu Ubeyde (Radıyallahu Anh) vefatına yakın, maiyyetine şöyle vasiyet etmiştir: “Size bir vasiyetim var, kabul ederseniz hayra erersiniz: Namazınızı kılın, orucunuzu tutun, zekatınızı verin, haccı ifa edin, birbirinizi gözetin, emîrlerinize itaat edin ve onları aldatmayın. Dünya sizi aldatmasın. Bir insan bin sene de yaşasa akıbeti şudur ki; Allah (Azze ve Celle) insanların alnına ölümü yazmıştır. İnsanların en akıllısı Allah (Azze ve Celle) a en çok itaat eden, ahiret için en çok çalışandır.”
Emîrler Emîri Ebu Ubeydetü’bnül-Cerrah (Radıyallahu Anh), bu Amvas tâunu sebebiyle hicrî 18. yılda 58 yaşında olduğu halde Şam bölgesinde vefat etmiş ve daha yaşarken müjdelendiği muttakîlerin ebedî saadetgâhına kavuşmuştur.
Allah ondan razı olsun ve bizi kendisine komşu kılsın.