İnsan hakkında ayetler ve hadisler

AYET-İ KERİME  

Bakara / 30. Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.  

İsra / 70. Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.  

Tin / 4-5. Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına attık.  

Ahzab / 72. Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.  

Haşr / 21. Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.  

Ahkaf / 19. Herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır. Allah, onlara yaptıklarının karşılığını verir, asla kendilerine haksızlık yapılmaz.  

İnsan / 2. Gerçek şu ki, biz insanı katışık bir nutfeden (erkek ve kadının dölünden) yarattık; onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık.  

Zariyat / 56. Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.

HADİS-İ ŞERİF

   * Abdullah İbnu’ş-Şihhîr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Elhâhümü’t-tekâsür sûresini okurken yanına geldim. Bana: “İnsanoğlu malım malım der. Halbuki âdemoğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk edip gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? (Gerisini ölümle terkeder ve insanlara bırakır.”  

* Hazreti Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:”İnsanoğlunun herbiri hatakârdır. Ancak hatakârların en hayırlısı tevbekâr olanlarıdır.”    

* Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:”Ademoğlu secde âyeti okur ve secde ederse şeytan ağlayarak ayrılır ve:”Yazık bana, insanoğlu secdeyle emredildi ve secde etti, mukabilinde ona cennet var. Ben de secdeyle emrolundum ama ben itiraz ettim, benim için de ateş var ” der. ”  

* Hazreti Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah arzı yarattığı zaman, arz sallanmaya (tıpkı bir hurma ağacı gibi sağa sola) yalpalar yapmaya başladı, bunun üzerine dağlarla onu sabitleştirdi ve böylece arz istikrarını buldu. Melekler dağların şiddetine hayrette kaldılar.   “Ey Rabbimiz, dediler, dağlardan daha şiddetli bir mahluk yarattın mı?” “Evet, buyurdu. Demiri yarattım.” “Demirden daha şiddetli bir şey yarattın mı?” dediler. Hak Teâla:    “Evet! dedi. Ateşi yarattım.” “Ateşten daha ağır bir şey yarattın mı?” diye yine sordular. Hak Teala:”Evet, dedi, suyu yarattım! ” “Sudan daha şiddetli bir şey yarattın mı?” dediler. Hak Teala tekrar cevap verdi:    “Evet, rüzgârı yarattım.” “Rüzgârdan daha şiddetli bir şey yarattın mı?” diye yine sordular. Hak Teâla:”Evet insanoğlunu yarattım” dedi ve devam etti: “Eğer o, sağ eliyle sadaka verir, sol eli görmeyecek kadar gizlerse (daha şiddetlidir).”  

* Hazreti Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ademoğlunun her ameli katlanır. (Zira Cenab-ı Hakk’ın bu husustaki sünneti şudur:) Hayır ameller en az on misliyle yazılır, bu yediyüz misline kadar çıkar. Allah Teâla Hazretleri (bir hadis-i kudside) şöyle buyurmuştur: “Oruç bu kaideden hariçtir. Çünkü o sırf benim içindir, ben de onu (dilediğim gibi) mükâfaatlandıracağım. Kulum benim için şehvetini, yiyeceğini terketti.”    “Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir; diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. Oruçlunun ağzından çıkan koku (halüf), Allah indinde misk kokusundan daha hoştur.”  

* Mikdam İbnu Ma’dikerb radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ademoğlu, mideden daha şerli bir kap doldurmaz. Ademoğluna belini doğrultacak birkaç lokmacık yeterlidir. Ancak (nefsinin galebesiyle) illa da (mideyi doldurma işini) yapacaksa bari onu üçe ayırsın: Üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de nefesine (tahsis etsin, üçte birden fazlasına yemek koymasın).”  

* Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:     “Kıyamet günü aziz ve celil olan Allah şöyle buyuracak: “Ey ademoğlu! Ben hasta oldum beni ziyaret etmedin!” Kul diyecek:    “Ey Rabbim, Sen Rabbülâlemin iken ben seni nasıl ziyaret ederim?” Rab Teâla diyecek:     “Bilmedin mi, falan kulum hastalandı, fakat sen onu ziyaret etmedin, bilmiyor musun? Eğer onu etseydin, yanında beni bulacaktın!”   Rab Teâla diyecek:     “Ey ademoğlu ben senden yiyecek istedim ama sen beni doyurmadın?” Kul diyecek: “Ey Rabbim, ben seni nasıl doyururum. Sen ki alemlerin Rabbisin?” Rab Teâla diyecek: “Benim falan kulum senden yiyecek istedi. Sen onu doyurmadın. Bilmez misin ki, eğer sen ona yiyecek verseydin ben onu yanımda bulacaktım.” Rab Teâla diyecek: “Ey Ademoğlu! Ben senden su istedim bana su vermedin!” Kul diyecek: “Ey Rabbim, ben sana nasıl su içirebilirim, sen ki Alemlerin Rabbisin!” Rab Teâla diyecek: “Kulum falan senden su istedi. Sen ona su vermedin. Bilmiyor musun, eğer ona su vermiş olsaydın, bunu benim yanımda bulacaktın!”    

* İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ey Ademoğlu! İki şey vardır ki, hiçbirisi senin hakkın değildir ve ben onları rahmetimle sana bağışladım:       1) (Canını almak üzere) gırtlağından tuttuğum anda malından sana (vasiyette bulunman için üçte bir nisbetinde) bir pay ayırdım, tâ ki onunla seni temizleyeyim, günahlarından arındırayım.   2) Ecelin sona erdikten sonra kullarımın sana (kılacakları cenaze) namazı.”  

* Mutarraf İbnu Abdillah İbni’ş-Şıhir, babasından naklen diyor ki: “Resşlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ademoğlunun misali, yanıbaşında doksandokuz tane (öldürücü) belanın bulunmasına benzer: Bu belalardan kurtulmuş olsa bile, sonunda ölünceye kadar çekeceği düşkünlük hali yakalayacaktır.”  

* Ebu Sa’idi’l-Hudri radıyallahu anh, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’dan anlatıyor:”Ademoğlu sabaha erdimi, bütün azaları, dile temenna edip: “Bizim hakkımızda Allah’tan kork. Zira biz sana tabiyiz. Sen istikamette olursan biz de istikâmette oluruz, sen sapıtırsan biz de sapıtırız!” derler.”  

* Hazreti Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm dediler ki:”Allah Teâla hazretleri şöyle buyurdular: “Ey ademoğlu! Kendini ibâdetime ver, gönlünü zenginlikle doldurayım, fakrını kapayayım. Böyle yapmazsan ellerini meşguliyetle doldururum, fakrını da kapamam.”  

İnsanı sadece aklıyla, şuuruyla, şuuraltıyla, hayvânî ihsaslarıyla veyâ içtimâî temayülleriyle ele alanlar, onun özüyle alâkalı hiçbir şey söyleyememiş, ciddî hiçbir şey ortaya koyamamışlardır. Bir şey söyleyip, bir şey ortaya koymak şöyle dursun, onu iyice mübhemleştirmiş, muğlaklaştırmış ve âdetâ bir ucûbe haline getirmişlerdir. Bu akl-ı evvellerin kimine göre o “düşünen hayvan”, kimine göre, hayatı, sindirim-dolaşım-ıtrâhâta göre programlanmış bir hayatzede, kimine göre de herşeyiyle cismânî hazlara göre plânlanmış, şuuru da, şuuraltı da “libido” mezbeleliği ve insanda öğürtü hissi uyaran cıvık bir varlık…  

Oysa ki, mahiyetinde; aklında, şuurunda, şuuraltında, içtimâî temayüllerinde önemli birer yeri bulunan insan, bütün bunların verâsında, o ister, kader de yoluna su serperse, dünyada herşey aşılabilecek mahiyettedir.. ve zaman zaman aşmıştır da. Evet o, hem kendini hem de bütün cihanları aşabilecek bir iç dinamizme sahiptir. O, eğer cevherinde bulunan o sırlı, sihirli güç ve imkânları, bütün o güçlerin, o kuvvetlerin, o imkânların gerçek kaynağına yönlendirebilse kendini de aşar, fâniliği de aşar ve varlığın kokan, çürüyen, dağılan bütün değersiz parçalarına, değerler üstü ma’nâ ve mahiyet kazandırarak onları ebediyete namzet hale getirebilir.   İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, îmân ve duadır. Küfür, insanı gâyet âciz bir canavar hayvan eder.   insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi; Hâlık-ı Kâinat’ı tanımak ve ona îman edip ibadet etmektir. Ve o insanın vazife-i fıtratı ve farîza-i zimmeti, marifetullah ve îman-ı billahtır ve iz’an ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir.  

İnsansı insan eden İslam’dır.İslam, insanı her yönü ile layık olduğu makama oturtur.İnsanlarda da hayvani duygular vardır.Hatta yemek, içmek, yiyecek ihtiyacını aramak ve çeşitli duygular bakımından hayvanlar ile ortak özellikleri vardır.Ancak islam ve islam ile yoğrulan akıl, insanı hayvandan ayırır.   Hayvanlar Rabbimize itaat ederler ancak idrak edemezler. Onlarınki bilinçsiz bir baş eğmedir.   İslam ile şereflenen insan Rabbine itaat eder ve idrak eder.   İslam ile şereflenmeyen dinsizler ise itaat bile etmezler.Bu açıdan bakılırsa dinsiz bir insan hayvandan daha aşağı olur.Rabbimizin şu ayeti bunu açıklar:”…Kulakları var işitmezler, kalpleri var idrak etmezler, onlar hayvanlar gibidir belki daha da aşağıdır.”

İNSANIN ACELECİLİĞİ

   Çin’in bir köyünde bir yaşlı adam varmış… Çok fakirmiş. Ama kral bile onu kıskanırmış. Çünkü öy­le dillere destan bir beyaz atı varmış ki, kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş; ama adam satmaya yanaşmamış… “Bu at, benim için bir dost… İnsan dostunu satar mı?” dermiş hep…   Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylüler ihtiya­rın başına toplanmış ve başlamışlar söylenmeye:   – Seni ihtiyar bunak. Bu atı sana bırakmayacak­ları, çalacakları belliydi. Krala sataydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın.   İhtiyar:    – Hüküm vermek için acele etmeyin, demiş. Sadece *At kayıp* deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan öte­si sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı?    Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlan­gıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.   Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün geçmeden, at, bir gece ansızın dön­müş. Meğer çalınmamış, kendi kendine dağlara gitmiş. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.   Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler.   – Babalık! demişler. Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil, adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var.   – Karar ve hüküm vermek için gene acele ediyorsunuz, demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz.   Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan, ama, içlerinden “Bu herif sahiden gerzek” diye düşünmüşler…   Bir hafta geçmeden, vahşi atlan terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşüp ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul, şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.   Köylüler gene gelmişler ihtiyara.   – Bir kez daha haklı çıktın, demişler. Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın, demişler.   İhtiyar:   – Siz erken hüküm verme hastalığına tutulmuşsunuz, diye cevap vermiş köylülere. O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu… Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde yasana gelir ve daha sonra neler olacağı size asla bildirilmez…   Birkaç hafta sonra, düşmanlar büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan büyük gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, İhtiyar’ın sakatlanan oğlu dışındaki bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş. Giden gençlerin öleceğini ya da esir düşüp köle olarak satılacağını biliyorlarmış.   Köylüler, ihtiyara gelmişler…   – Gene haklı olduğun anlaşıldı, demişler. Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bi­zimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.   – Siz erken karar ve hüküm vermeye devam edin, demiş ihtiyar. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor.   La Tzu, etrafına anlattığı bu gizemli hikayesini, şu nasihatle tamamlarmış:  

– Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında hüküm vermekten kaçının, Karar aklın durması halidir. Hüküm verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdu­rur. Üstelik akıl, insanı daima karara, hükme zorlar.   Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Ne var ki, gezi asla sona ermez. Bir yol biterken, yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”

PAYLAŞ