Cömertlik Nedir?

AYET-İ KERİMELER
   Muhammed / 38. İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağırılıyorsunuz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimrilik etmiş olur. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer O’ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar.

   İsra / 29- Elini boynuna asıp bağlama (cimri olma), hem de onu büsbütün açıp saçma (israf etme); aksi halde kınanmış olursun ve eli boş açıkta kalırsın.

   Al-i İmran / 180- Allah’ın, kendilerine lütfundan verdiği nimetlere karşı cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Hayır o, kendileri için şerdir. Cimrilik ettikleri şey, kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’a aittir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

   Nisa / 37- Onlar ki hem kıskanır, cimrilik ederler, hem de herkese cimrilik tavsiye ederler ve Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği nimeti gizlerler. Biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırladık.

   Tevbe / 76. Ne zaman ki, Allah lutfedip onlara  ihsanda bulundu, onlar da cimrilik edip yüz çevirdiler ve zaten yan çizip duruyorlardı.

   İsra / 100- (Ey Muhammed!) De ki: “Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, fakirlik korkusunu yine de elden bırakmazdınız.” Doğrusu insan çok cimridir.

   Furkan / 67- Ve onlar ki, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.

HADİS-İ ŞERİF
   * Hazreti Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hazreti Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Satışında, satın alışında, borcunu ödeyişinde cömert ve kolaylaştırıcı davranan kimseye Allah rahmetini bol kılsın”.

   * İbnu’l-Müseyyeb (rahimehullah)’den rivayet edildiğine göre demiştir ki: “Allah Teâlâ Hazretleri münezzehtir, (halde ve sözde) nezîh olanı sever; nâziftir, nezâfeti sever; kerîmdir, keremi sever; cömerttir, cömertliği sever. Öyle ise avlularınızı temizleyin ve yahudilere benzemeyin.”

   * Hazreti Enes (radıyalahu anh) anlatıyor: “Muharcirler hicretle Medine’ye gelip (Ensar’ın yardımlarını gördükleri) vakit şöyle dediler: ” Ey Allah ‘ın Rasûlü ! Biz, çok maldan böylesine cömertce veren, az maldan da yardımı böylesine güzel yapan aralarına inmiş bulunduğumuz şu Medinelilerden başka bir kavmi hiç görmedik! Bize bedel işlerimizi yaptılar, hayatımızı düzene koymada yardımcı oldular. Biz (hicret ve ibadetlerimizle kazandığımız) sevapların hepsini onlar alacak diye korkuyoruz !”    Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara şu cevabı verdi: ” Hayır! Onlar sizin dua ve teşekkürlerinizden hâsıl olan sevabı alacaklar. ” 

   * Ahnef İbnu Kays anlatıyor: “Ben Kureys’ten bir grubla oturuyordum. Oradan Ebu Zerr (radıyallahu anh) geçti. Şöyle diyordu: “-Mal biriktirenleri, cehennem ateşinde kızdırılan taşlarla müjdele. Bu kızgın taşlar onların her birinin memelerinin uçlarına konacak, tâ kürek kemiklerinden çıkacak; kürek kemiklerine konacak, ta meme uçlarından çıkacak. (Böylece) çalkalanıp duracaklar” dedi. Bu konuşmayı dinleyenler başlarını indirdiler. Onlardan hiçbirinin bu adama cevap verdiğini görmedim. Bunun üzerine adam dönüp gitti. Ben de peşinden onu takip ettim. Nihayet bir direğin dibine oturdu.
    -Bu adamların, senin kendisine söylediklerinden hoşlanmadıklarını görüyorum, dedim. Şu cevabı verdi: -Bunların hakikaten hiçbir şeye aklı ermiyor. Dostum Ebu’l-Kâsım (aleyhissalâtu vesselâm) bir keresinde beni çağırdı. Yanına varınca bana:  -Uhud’u görüyormusun? dedi.  -Evet görüyorum dedim. Bunun üzerine: -Bunun kadar altınım olmasını istemem, (olsaydı) üç dinar müstesna hepsini infak ederdim, buyurdu. Ebu Zerr (radıyallahu anh) önceki sözünü te’kiden:    
   -Bu (Kureyşliler var ya) dünyayı topluyorlar hiçbir şeye akılları ermiyor, dedi. Ben:     
   -Seninle bu Kureyşli kardeşlerinin arasında ne var ki, onların yanına uğramıyor, onlardan birşey almıyorsun? dedim.  Ebu Zerr:   
   -Hayır! Rabbine yemin ederim, taa Allah ve Resûlüne kavuşuncaya kadar ben onlardanne dünyalık isterim ne de kendilerine din nâmına bir şey sorarım, dedi. Ben tekrar: -Şu ihsan meselesi hakkında ne dersin? dedim.    
   -Sen onu al. Çünkü, bugün onda bir nafaka var. Ancak, bu ihsan dinin karşılığında yapılırsa, bırak alma, dedi. 
   * Bir başka rivayette şöyle denmiştir: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’la beraber yürüyordum. O, Uhud dağına bakıyordu. Bir ara: “Evimde üç gece kalacak altınım olsun istemem. Ancak üzerimdeki bir borç sebebiyle tek dinarı koruyabilir, geri kalanın da Allah’ın kullarına şöyle şöyle dağıtılmasını emrederdim” dedi ve elleriyle önüne, sağına soluna dağıtma işareti yaptı”. 

   * Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hazreti Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Kâbe’nin gölgesinde otururken yanına geldim. Beni görünce: “Kâbe’nin Rabbine kasem olsun onlar zararda” buyurdu. Ben:    
   -Ey Allah’ın Resûlü, annem babam sana feda olsun, onlar kimlerdir? dedim. Buyurdu ki:    
   -“Onlar malca çok olanlardır. Ancak -eliyle ön, arka, sağ ve sol taraflarını göstererek- şöyle şöyle bol bol vermelerini emredenler müstesna” dedi ve hemen ilâve etti:    
   -“Böyleleri ne kadar az! Şunu bilin ki, devesi, sığırı, davarı olup da zekâtını vermeyen her insan kıyamet günü, o malları, mümkün olan en iri ve en semiz şekilde karşısına çıkıp, sırayla boynuzlarıyla toslayacak, ayaklarıyla çiğneyecek. Sonuncusu da bu muameleyi yapınca birinci tekrar başlayacak. Bu hal, insanlar arasındaki hüküm bitinceye kadar devam edecek.”    

   * İbnu Ömer anlatıyor: “Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize hitab ederek şöyle buyurdular: “Sıkılık huyundan kaçının. Zira sizden önce gelip geçenler bu huy yüzünden helâk oldular. Şöyle ki: Bu huy onlara cimrilik emretti, onlar hemen cimrileşiverdiler, sıla-ı rahmi kesmelerini emretti, hemen sıla-ı rahmi kestiler, doğru yoldan çıkmayı (fücur) emretti, hemen doğru yoldan çıktılar.” 

   * Ebu Saîd el-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İki haslet vardır ki bir mü’minde asla beraber bulunmazlar: Cimrilik ve kötü ahlâk.”

   * Ka’b İbnu İyâz (radıyallahu anh) anlatıyor; “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı şöyle derken işittim: “Her ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır.”

   * İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Çiftlik edinmeyin, dünyaya bağlanır kalırsınız.”

   * Abdullah İbnu’ş-Şihhîr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Elhâhümü’t-tekâsür sûresini okurken yanına geldim. Bana: “İnsanoğlu malım malım der. Halbuki âdemoğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk edip gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? (Gerisini ölümle terkeder ve insanlara bırakır.”   

   * Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle söyledi: “Altına tapanlar mel’undur, gümüşe tapanlar mal’undur.”

   * İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir keresinde, “Hanginiz, vârisinin malını kendi malından daha çok sever?” diye sordu. Cemaat: “Ey Allah’ın Resûlü içimizde, herkes kendi malını vârisinin malından daha çok sever” dediler. Bunun üzerine: “Öyleyse şunu bilin: Kişinin gerçek malı hayatında gönderdiğidir. Geriye koyduğu da vârislerinin malıdır.”   

   * Ebû Vâil anlatıyor: “Hazreti Muâviye (radıyallahu anh) bir gün Ebu Hâşim İbnu Utbe’ye uğradı. Maksadı geçmiş olsun ziyaretinde bulunmaktı, çünkü Ebu Hâşim hastaydı. Yanına varınca ağlar buldu. “Ey dayıcığım niye ağlıyorsun? Dayanamadığın bir ağrı veya dünyaya karşı bir hırs mı seni böyle ağlatıyor?” diye sordu. Ebu Vâil:-Hayır, asla bu sebeplerle ağlamıyorum. Ne var ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bizden bir söz almıştı, onu tutamadım (bu sebeple ağlıyorum) dedi. Hz. Muâviye:     -Neydi o? diye sordu.-Ben, dedi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı şöyle söylerken dinlemiştim: “Sizden birine, dünyalık olarak bir hizmetçi ve Allah yolunda cihadda kullanacağı bir binek edinecek kadar mal toplaması yeterlidir.” Halbuki bugün ben kendimi bundan daha çok mal toplamış görüyorum.

   * Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir gün: “Ey Allah’ın Resülü! dendi, hangi sadaka daha üstündür?”    “Fakirin cömertliğidir. Sen bakımıyla mükellef olduklarından başla.”

   Cennete ilk defa âlimler, vaizler veya hocalar değil, hak ve hakikatı neşr uğruna malını ve canını hak yolunda bezleden, esnaf, tüccar ve kazanç seviyesi ne olursa olsun, bütün cömertler, Hakk’a dilbeste civanmertler girecektir. Evet onlar Rab’lerine fanî olan şeyler verecek ve bakiyi kazanarak ebediyete ereceklerdir.
   Cennetin kapısını cömertler açacaktır. Dünyada o kapıya giden yolları açmalıyız ki, yanımızda daha nicelerini o kapıya kadar götürebilelim.

CİMRİ ZENGİNİN PİŞMANLIĞI
   Çocuklarına ekmek alacak parası kalmayan fakir baba, yakınlarındaki zengin komşusuna gider, durumunu anlatarak:
   — Ciddî sıkıntı içindeyim, bana yardım eder misiniz? der.
   Yardım sözünü duyan zengin birden rahatsızlanmış gibi yüzünü buruşturup, çehresini ekşiterek:
   —  Sorma kardeşim, bugünlerde işler kesat gidiyor, fazla kâr edemiyorum, maalesef yardım edemeyeceğim, cevabını verir.
   Çocukları aç bekleyen baba, çaresiz kalkıp gider. Bu defa tanıdığı bir fakir dostuna varır:
   — Birader, senin durumunu da biliyorum, ama mecbur kaldığım için geldim, çocuklar bütün gün aç beklediler, bir tek ekmek alacak kadar olsun para bulamadım, der.
   Kendisi de muhtaç olan bu fakir dost, hemen ayağa kalkar, öbür odaya gider, çekmecede bulunan parasını kavradığı gibi alıp getirir dostunun eline uzatın
   — Aziz kardeşim, Allah kimseyi sıkıntı içine düşürmesin, ben çoluk çocuğun aç kalmasının ne demek olduğunu çok iyi bilirim, biz büyükler çöp tenekesinden de olsa ekmek bulur yeriz ama çocuklar bunu anlamazlar. Sen hemen evine git ve çocuklarına gereken ekmek ve katığı da yoldaki bakkaldan alıp, yavrularına ulaştır, der.
   Sıkıntı içinde bunalmış olan baba eline geçen bu parayla dünyanın en zengin adamı olduğu hissine girerek hemen bakkala koşar, ekmek ve katık olarak da kucak dolusu yiyecekle eve gelir.Bekleşen çocuklar, babalarını bayram havasıyla karşılarlar. Karınlan doyunca da birer köşede uykuya dalarlar.
  Çocukları seyrederken derin bir nefes alan baba da, sıkıntısını atmış olarak uykuya dalar.Beri tarafta zengin adam, o gece uykusunda entere­san bir rüya görür. Rüyasında gökyüzünde herkesin hayranlıkla seyrettiği iki tane köşk görür.Yıldızlarla süslenmiş köşkün birinden diğerine uçan melekler, kanatlarında köşkün sakinlerini götürüp getirirler. Zengin sorar:
   — Bu köşkü satın almak isterim, kimindir acaba? Cevap verirler:
   — Bu köşkün ikisi de falan mahalledeki fakir adamındır. Sıkıntı içinde kalan bir baba kendisine gelmiş, çocuklarının karnını doyuracak kadar olsun bir yardımda bulunmasını istemiş. O da çekmecesindeki son parasını vermiş, hemen gidip çocuklarına yiyecek almasını te’min etmiş. Onun bu yardımı Allah’ın hoşuna gittiğinden dolayı bu iki Cennet köşkünü ona verdi.
   Heyecanla uyanan zengin sabahı iple çeker, hemen gidip yoksul adamı bulur ve teklifini yapar:
   — Dün sana gelen yoksul babaya ne verdiysen iki mislini vereyim de o yardımı ben yapmış olayım olur mu?
   Yoksul adam, cimri zenginin yüzüne dikkatle bakar ve şöyle cevap verir:
   — Olmaz! Çünkü senin gördüğün rüyayı Allah bana da gösterdi. Ve iyi kalbli yoksul adam şunu da söyler:
   — Hem senin vereceğin bu parayı alsam bile, sen o köşkü alamazsın.
   — Neden? Sen aldın ya?
   — Ben o yardımı yaparken sırf Allah rızası için yap­tım. Sen ise bu parayı bana Allah için değil, rüyada gör­düğün köşke sahip olmak için vereceksin. Anladın mı şimdi aradaki farkı?
   — Keşke, der, böyle cimri zengin olacağıma, senin gibi iyi kalbli dindar, kanaatkar biri olsaydım da o köşklere ben sahip olsaydım.

FAZLA VERENE
   Hazreti Osman Efendimiz, yüz deve yükü buğday kervanı ile Medine’ye dönmüştü. Halktan bazıları yanına yaklaştı ve buğdaydan satın almak istediler. O, “Ben onları daha fazla ücret veren birisine sattım.” dedi. Şaşırmışlardı. Şikayet için devrin halifesine, Hazreti Ebubekir Efendimize gittiler. “Siz Osman’ı yanlış anlamış olmalısınız.” dedi ve kalkıp onlarla birlikte Hazreti Osman’ın yanına geldi:
   – Ya Osman, bu insanlar senin, “Daha fazla ücret veren birisine sattım.” dediğini söylüyorlar, dedi.
– Evet, dedi Hazreti Osman. Ben o buğdayları daha fazla ücret veren birisine, yani Allah’a sattım.
Daha sonra fakirlere, ihtiyacı olanlara dağıttı. Mesele anlaşılmış oldu. Ebubekir Efendimiz, Osman hakkında  yanılmamıştı.

VEREN KEPÇE DEĞİL
   Molla Cami anlatıyor: Cömert birisine sormuşlar:
   – Fakirlere ve muhtaçlara verdiğin, dağıttığın şeylerden ötürü gönlüne kibir geliyor, onları kendine minnettar görüyor musun?
   – Kesinlikle hayır. Ben kendimi aşçının elindeki kepçe gibi görüyorum. Verilen kepçeden geçse de veren aşçıdır. Kepçe, “rızkı veren benim” gibi bir hisse kapılabilir mi? demiş.

   Keşke insanlar, yaptığı hayırlı icraatlarda aşçının elin­deki kepçe kadar dahi pay sahibi olmadıklarım idrak edebilse ve gizli şirk gibi büyük bir çirkinliğe düşmeseler…

FAKİRİN ÜMİDİ
   Tebriz’de, Bedrettin Ömer isminde cömert bir zengin vardı. Öyle kerem sahibi bir cömertti ki, şöhreti Tebriz’in sınırlarım aşmış, komşu illere kadar yayılmışta.
   Komşu illerden birisinde yaşayan bir fakir, Bedrettin Ömer’in cömertliğim düyunca, ona güvenerek borçlanmaya başladı. Kendi kendisine: “Tebriz’e gider, Bedrettin Ömer’in huzuruna çıkar, ihsanına nail olur, borçlarımı öderim.” diyordu. Bu ümitle bir hayli borçlandıktan sonra Tebriz’in yolunu tuttu. Heyhat ki, o yolda İken Bedrettin Ömer ölmüştü.
   Fakir adam, günlerce ağlayıp, üzüldü. Bedrettin Ömer’in mezarına kapandı:
   – Ey kerem sahibi, sana güvenerek borçlandım. Ben şimdi ne yapacağım? diyerek dövündü, feryat etti. O gece Bedrettin Ömer’in vekili, rüyasında Bedrettin
   Ömer’i gördü. Bedrettin Ömer ona:
   – Bir yoksul bana güvenerek borçlandı. Ben onun borçlanmn karşılığım ayırıp falan yere saklamıştım. O parayı oradan çıkar, adama ver, dedi.
   Vekil uyanınca hemen o parayı bulunduğu yerden çıkardı ve gidip mezarın basında ağlayan fakire verdi.
   Rabbimiz sonsuz kerem sahibidir. Bedrettin Ömer’lere de ikram etmeyi, vermeyi öğreten, sevdiren odun Ona itimat eden insan hiç umulmadık yerlerden gelen ihsanlara şahittir ve şahit olacaktır. Ve zaten mahlukatın gördüğü bütün lütuflar da onun ikramı, ona olan itimadın bir neticesidir. Demek ona itimat eden, onun hazinelerim kendi hizmetinde bulur. Kendisine güvenenin güvenini onun kulu bu denli boşa çıkarmazsa, kim bilir O ne yapar? Ve O kulun zannı üzeredir.

Tarih boyunca iki duygu çarpışmıştır:          
      Cömertlik ve cimrilik!
   İnsanlar hep bu iki duygunun imtihanı içinde ömürlerini sürdürmüşler, iki anlayışın ibretli örneklerini bırakarak hayat sahnesinden çekilip gitmişlerdir.
   Kimileri cimrilik örneği bırakmış, kimileri de cömertlik numuneleri sunmuş, ahirete cömertlerden biri olarak girme saadetine erişmiştir.
   Peygamberimiz Efendimiz, cömertlikle cimriliği iki dala benzetir ki, bu dalların birinin kökü cennette, birininki de cehennemdedir.

PAYLAŞ