Havf Nedir – Havf ayet hadis ve kıssaları
Talak/2…Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder.
Talak/2…Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder.
Talak/5. İşte bu, Allah’ın size indirdiği buyruğudur. Kim Allah’tan korkarsa Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükâfatını arttırır.
Tevbe/13. (Ey müminler!) verdikleri sözü bozan, Peygamber’i (yurdundan) çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız; yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer (gerçek) müminler iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha lâyıktır.
Tevbe/13. (Ey müminler!) verdikleri sözü bozan, Peygamber’i (yurdundan) çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme karşı savaşmayacak mısınız; yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer (gerçek) müminler iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha lâyıktır.
Al-i İmran/173. Bir kısım insanlar, müminlere: “Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!” dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve “Allah bize yeter. O ne güzel vekîldir!” dediler.
Enfal/2. Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.
HADİS-İ ŞERİFLER
* Hazreti Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölmek üzere olan bir gencin yanına girmişti. Hemen sordu: “Kendini nasıl buluyorsun?” “Ey Allah’ın Resûlü, Allah’tan ümidim var, ancak günahlarımdan korkuyorum” diye cevap verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da şu açıklamayı yaptı: “Bu durumda olan bir kulun kalbinde (ümit ve korku) birleşti mi Allah o kulun ümid ettiği şeyi mutlak verir ve korktuğu şeyden de onu emin kılar.” (Tirmizî, Cenâiz 11, (983); İbnu Mâce, Zühd 31, (4261).
* Hazreti Aişe (radıyallâhu anh ) diyor ki: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı ciddi bir şekilde, küçük dili görünecek derecede güldüğünü görmedim. O, sadece tebessüm ederdi.” Buhârî’in bir rivayetinde şu ziyade mevcuttur: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir bulut görecek olsa bu yüzünden bilinirdi. Ben (bir seferinde): “Ey Allah’ın Resûlü, halk bir bulut görecek olsa, yağmur getirebilir ümidiyle sevinir, halbuki sen bir bulut gördüğünde üzüldüğünü yüzünden okuyorum, sebebi nedir?” diye sordum. Bana şu cevabı verdi: “Ey Aişe! Bunda bir azab bulunmadığı hususunda bana kim te’minat verebilir? Nitekim geçmişte bir kavm rüzgarla azaba uğratılmıştır. O kavim azabıgördükleri vakit: “Bu gördüyümüz, bize yağmur getirecek bir buluttur” demişlerdi.”
* Ebu Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ben sizin görmediğinizi görür, işitmediğinizi işitirim. Nitekim sema uğuldadı, uğuldamak da ona hak oldu. Semada dört parmak sığacak kadar boş bir yer yoktur, her tarafta Allah’a secde için alnını koymuş bir melek vardır. Allah’a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilse idiniz az güler, çok ağlardınız, yataklarda kadınlarla telezzüz etmezdiniz, yollara, çöllere dökülür, (belanızı defetmesi için) Allah’a yalvar yakar olurdunuz.” Ebu Zerr (radıyallâhu anh) ilâve etti:”Keşke sökülen bir ağaç olsaydım.”
* Hazreti Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Mü’min, Allah indindeki ukubeti bilseydi, cennetten ümidini keserdi. Eğer kâfir Allah’ın rahmetini bilse idi, cennetten ümidini kesmezdi. ”
* Abdullah İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: “Sinek başı kadar bile olsa, gözünden Allah korkusuyla yaş çıkan ve bu yaşı yanak yumrusuna değecek kadar akan hiçbir mü’min kul yoktur ki, Allah onu (ebedi) ateşe haram etmesin!”
* Hazreti Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “(Ey mü’minler! Amel ve ibadetlerinizi) itidal üzere yapın, ifrattan kaçının. Zira sizden hiç kimseyi (ateşten) ameli kurtaracak değildir.” Sahabiler: “Seni de mi amelin kurtarmaz, ey Allah’ın Resülü!” dediler. Aleyhissalatu vesselâm: “Beni de, buyurdular. Eğer Allah kendi katından bir rahmet ve fazl ile benim günahlarımı bağışlamazsa beni de amelim kurtarmaz!”buyurdular.”
Arapçada, korkma, ürperme, irkilme ma’nâlarına gelen havf; ıstılâhî ma’nâsı itibariyle; şer’an haram olmayıp da daha hafif mertebede memnu bulunan bir şeyi işlemekten sakınma anlamına, sofiyece de; “recâ” duygusunun yanında, hak yolcusunun emniyete düşüp aldanmaması ve kuruntulara takılıp kalmaması için manevî seyr ü seferde hem bir denge unsuru ve hem de nâz u şatahata götürecek düşünceleri tadîl eden bir iksirdir.
Havf, Kuşeyrî’ye göre; ma’nâ yolcusunun, Allah’ın sevmediği, hoşlanmadığı şeylerden sakınmasını ve uzak kalmasını sağlayan, onun içindeki bir korku duygusu şeklinde yorumlanmıştır ve daha çok da, gelecekle alâkalı gösterilmiştir.
Havfın en aşağı mertebesi, imanın şartı ve muktezası olan havftır ki : “ -Eğer gerçek mü’min iseniz benden korkun” (Âl-i İmrân, 3/175) meâlindeki âyet buna işaret etmektedir. Bunun bir üstü ilim buudlu havftır ki: “ -Allah’tan, kulları arasında ancak alimler hakkıyla korkar” (Fâtır, 35/28) âyeti de bu mertebeyi ihtar eder. Daha üst bir mertebe ise marifet mertebesidir ve heybet televvünlüdür ki: “ -Allah size kendisine karşı ürperti içinde bulunmanızı emreder” (Âl-i İmran, 3/28, 30) beyan-ı sübhânîsi de bunu hatırlatır.
Haşyet, kâmil ma’nâda bir enbiyâ hususiyetidir.. nebiler, sürekli içinde âdetâ İsrafil’in sûrunun duyulduğu bu atmosferde ve Hakk’ın, azamet u celâlinin savleti karşısında bir can ile ölür, birkaç can televvünü ile dirilirler. Onların his, şuur ve idrâk ufuklarında her zaman: “ -Cenab-ı Hakk azametle dağa tecelli edince, dağ şâk şâk oldu, parçalandı ve Musa kendinden geçip bayıldı” (A’râf, 7/143) gerçeğinin tulû ve gurûbları yaşanır.
Akrabü’l-Mukarrabîn ve Seyyidü’l-Haşiyîn de: “Ben sizin görmediğinizi görüyor, duymadığınızı duyuyorum; bilebilseniz ki, gök bir gıcırdayışla gıcırdayıp inledi ki!. Zaten öyle olması gerekirdi; zira göklerde meleklerin secdegâhı olmayan dört parmak kadar bile boş yer yoktur. Allah’a yemin ederim ki, eğer azamet-i ilâhî adına benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız, hatta zevcelerinizle bir arada bulunmaktan kaçınır, dağ ve sahralarda çığlık çığlık Allah’a yalvarırdınız” buyurur. Bu hadiste hem Peygamberin ilticâ buudlu haşyeti -ki, kendi, bilinebilecek herşeyi bildiği halde firarı değil O’na sığınmayı seçmiştir- hem de diğer insanların firar buudlu heybetlerini anlatmıştır.. ve Ebu Zerr hadîsdeki: “Keşke, kökünden sökülen ve kesilip-biçilen bir ağaç olsaydım” ilavesiyle kendi hesabına bu düşünceye beliğ bir tercümandır..!
Ebû Süleyman-ı Dârânî: “Kulun, havf ve recâ arası bir yol tutup gitmesi esas olmakla beraber, her zaman kalbin korku ve saygıyla atması daha emin bir yoldur” der.