Kabir Nedir? Kabir hakkında ayet hadis kıssa
AYET-İ KERİMELER
Taha / 124. Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.
En’am / 98. O, sizi bir tek nefisten (Âdem’den) yaratandır. (Sizin için) bir kalma yeri, bir de emanet olarak konulacağınız yer vardır. Anlayan bir toplum için âyetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık.
Tekasür / 1-2. Çokluk kuruntusu sizi o derece oyaladı ki, Nihayet kabirleri ziyaret ettiniz.
Yasin / 51. Nihayet Sûr’a üfürülecek. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rablerine giderler.
Müminun / 35. “Size, öldüğünüz, toprak ve kemik yığını haline geldiğinizde, mutlak surette sizin (kabirden) çıkarılacağınızı mı vâdediyor?”
Rum / 19. Ölüden diriyi, diriden de ölüyü O çıkarıyor; yeryüzünü ölümünün ardından O canlandırıyor. İşte siz de (kabirlerinizden) böyle çıkarılacaksınız.
Kamer / 7. Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan (utançtan yere bakar) bir halde kabirlerden çıkarlar.
HADİS-İ ŞERİFLER
*Osmân İbnu Affân radıyallahu anh anlatıyor: “Hz. Osman radıyallahu anh, bir kabrin üzerinde durunca sakalı ıslanıncaya kadar ağlardı. Kendisine:”Cenneti ve cehennemi hatırladığın vakit ağlamıyorsun, fakat kabri hatırlayınca ağlıyorsun!” dediler. Bunun üzerine: “Çünkü Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın şöyle söylediğini işittim:”Kabir, ahiret menzillerinin birinci menzilidir. Kişi ondan kurtulabilirse, ondan sonrakiler daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa ondan sonrakiler bundan daha zordur, daha şediddir.”
Hazreti Osman devamla Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın şu sözünü de nakletti:”(Ahiret âleminden gördüğüm) manzaraların hiçbiri kabir kadar korkutucu ve ürkütücü değildi!” Rezin şu ziyadeyi kaydetti: “Hâni der ki: “Hz. Osman radıyallahu anh’ın şu beyti irşad ettiğini işittim:”Eğer ondan necat buldunsa, büyük musibetten kurtuldun, Aksi halde senin kurtulacağını hayal etmem.”
* Hazreti Aişe radıyallahu anhâ’nın anlattığına göre, bir yahudi kadın, yanına girdi. Kabir azabından bahsederek:”Seni kabir azabından Allah korusun!” dedi. Aişe de Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a kabir azabından sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:”Evet, kabir azabı haktır. Onlar kabirde azap çekerler, onların azabını hayvanlar işitir!” buyurdu. Hazreti Aişe der ki:”Bundan sonra Aleyhissalâtu vesselâm’ı namaz kılıp da, namazında kabir azabından istiaze etmediğini hiç görmedim.”
* Zeyd İbnu Sâbit radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bizimle birlikte, Benî Neccâr’a ait bir bahçede bulunduğu sırada bindiği katır, onu aniden saptırdı, nerdeyse (sırtından yere) atacaktı. Karşısında beş veya altı kabir vardı. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Bu kabirlerin sahiplerini bilen var mı?” buyurdular. Bir adam:”Ben biliyorum!” deyince, Aleyhissalâtu vesselâm:”Ne zaman öldüler?” dedi. Adam:”Şirk devrinde!” deyince Aleyhissalâtu vesselâm;”Bu ümmet kabirde fitneye maruz kılınacak. Eğer birbirinizi defnetmemenizden korkmasaydım şahsen işitmekte olduğum kabir azabını size de işittirmesi için Allah’a dua ederdim” buyurdular ve sonra şunları söylediler: “Kabir azabından Allah’a sığının!” Oradakiler:”Kabir azabından Allah’a sığınırız!” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:”Cehennem azabından da Allah’a sığının!” dedi.”Cehennem azabından Allah’a sığınırız” dediler.”Fitnelerin açık ve kapalı olanından Allah’a sığının!” dedi.”Açık ve kapalı her çeşit fitneden Allah’a sığınırız!” dediler.”Deccal’ın fitnesinden Allah’a sığının!” buyurdu.”Deccal’ın fitnesinden Allah’a sığınırız!” dediler.”
* Nesâi Hazreti Enes radıyallahu anh’tan naklediyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir kabirden bir ses işitmişti: “Bu ne zaman öldü? (Bileniniz var mı?” buyurdular.”Cahiliye devrinde!” dediler. Bu cevaba sevindi ve:”Eğer birbirinizi defnetmemenizden korkmasaydım kabir azabını size de işittirmesi için dua ederdim” buyurdular.”
* Hazreti Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Yahudilerden bir adam Medine çarşısında: “Hazreti Musa’yı insanlar üzerine seçen Zât’a yemin olsun!”demişti. Ensardan bir zât elini kaldırıp herife bir tokat indirdi.
* Râşid İbnu Sa’d, ashaba mensup birinden naklen anlatıyor: “Bir zât Resûlullah’a gelip: “Ey Allah’ın Resûlü, niye şehid dışında kalan mü’minler kabirde imtihan edilirler?” diye sordu. Resûlullah şu cevabı verdi: “Şehidin ölüm anında tepesinin üstünde kılıç parıltısını hissetmesi imtihan olarak ona kâfidir.”
* Hazreti Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kul kabrine konulup, yakınları da ondan ayrılınca -ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir- kendisine iki melek gelir. Onu oturtup:”Muhammed aleyhissalâtu vesselâm denen kimse hakkında ne diyordun?” diye sorarlar. Mü’min kimse bu soruya:”Şehadet ederim ki, O, Allah’ın kulu ve elçisidir!” diye cevap verir. Ona:”Cehennemdeki yerine bak! Allah orayı cennette bir mekâna tebdil etti” denilir. (Adam bakar) her ikisini de görür. Allah da ona, kabrinden cennete bakan bir pencere açar.
Eğer ölen kâfir ve münafık ise (meleklerin sorusuna):”(Sorduğunuz zâtı) bilmiyorum. Ben de herkesin söylediğini söylüyordum!” diye cevap verir. Kendisine:”Anlamadın ve uymadın!” denilir. Sonra kulaklarının arasına demirden bir sopa ile vurulur. (Sopanın acısıyla) öyle bir çığlık atar ki, onu (insan ve cinlerden ibaret olan) iki ağırlık dışında ona yakın olan bütün (kulak sahipleri) işitir.”
Kabir azabı hakkında Fahrüddin-i Razî ile İmam-ı Gazalî’nin farklı mütalâaları var. Bunlardan biri azabı rûh ve cesedin birlikte duyacağını söylerken, diğeri sadece rûh muazzeb olur diyor.
Kanaatime göre, sadece kabir azabının teferruatına âit meselelerde değil, bunun gibi aslı Allah ve Rasulü tarafından beyan edilip, teferruatına âit malumatların verilmediği her İslâmî mesele için bu türlü şeylerin kapağını fazla açmamak, o mevzular hakkında ileri-geri fikir beyan etmemek gerektir.
Bu düşünceye Cenab-ı Hakk’ın arş’a nüzûlü için, İmam-ı Malik’in ‘nüzul haktır, keyfiyeti meçhuldür, bu hususta soru sormak ise bid’attır’ sözü misal olarak verilebilir.
RUH-CESED İLİŞKİSİ
Rûhun cesedle olan münasebeti devamlıdır. Ancak bu münasebet rüyada, berzahta, haşirde, cennette veya cehennemde ayrı ayrıdır.
Uyku hâlinde ruh yarı bir kayıtsızlığa ulaşır. Dolayısıyla insan rüyasında yüzlerce ayrı ayrı yerde bulunabilir ve binlerce insanla görüşebilir. Bu arada uyuyan cesedle ruhun münasebeti de devam eder.
Efendimiz, cenazeler için ayağa kalkardı. “Ölüye eziyet, aynen diriye eziyettir” buyururdu. Kabirlere hususi alâka gösterirdi. Bütün bunlardan kabir ve berzah âleminde ruhun cesedle münasebettar olduğunu anlıyoruz. Tabii bu münasebeti, uyku hâlindeki münasebet gibi düşünmek de yanlıştır.
Tekrar diriliş de yine ruh ve cesed beraberliği içinde olacaktır… Olacaktır ve ahirete âit cesed, oraya münasip bir şekil alacaktır. Çeşitli hadislerin işâretinden anlaşılan manâ budur. Acbü’z-Zeneb ne olduğu keyfiyeti bizce tam bilinemese de, varlığı katidir. Cenâb-ı Hakk, bu aslî zerrelerden -ki ona isterseniz ‘gen’ isterseniz başka bir şey diyebilirsiniz- insan vücudunu tekrar inşa edecektir. Ebede kadar uzayıp giden ahiret hayatında da ruhun cesetle olan münasebeti korunacaktır. Ancak bu münasebet de yine, diğerlerinden farklı olacaktır.
KABİR AZÂBI
Kabir azâbı haktır ve sâbittir. Birçok hadîsler, insanların kabirde azâba dûçâr olacaklarını, yahut da mükâfata nâil olacaklarını bildirirler.
Tıpkı uykuda iken rü’ya gören insanın, ya çok güzel bir âlemde bulunuşu, yahut da çok sıkışık ve dar durumda kalışı gibi. Uykudaki rahat yahut sıkıntı, kabir azâbının küçük bir benzeridir.
Kabirde azâbı yahut mükâfatı ruh çeker. Cesedin çürüyüp gitmesine mukabil, ruh bâki kalır ve kıyâmete kadar da varlığında bir eksilme veya fazlalaşma olmaz.
Kabir azâbının şiddet ve dehşetini bildiren hadîsler, kerâmet sâhiplerinin keşifleriyle müşâhede ettikleri durumlar pek îkaz edicidir. Kabir azâbının en hafifi cesedin kabir içinde iki değirmen taşı arasında sıkışıp kalması ve kemiklerinin çatır çatır kırıldığını duyması gibidir, denmiştir. Bir hadîste:
“Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, yahut da Cehennem çukurlarından bir çukurdur” buyurulmaktadır…
Büyük âlim Ebû’l-Leys Semerkandî Hazretleri insanı kabir azâbından kurtaran 4 ameli şöyle anlatır: “Kim kabir azâbından emîn olmak istiyorsa, şu 4 ameli işlemekten geri kalmasın:
1 – Namazını kılsın.
2 – Malından sadaka versin.
3 – Kur’an’dan bildiği kadarını okusun.
4 – Tenha yerlerde Allah’ı zikretsin, geçmişi ile geleceğini tefekkür ederek kendini ölüme hazırlasın.
KABRİN ÖLÜ İLE KONUŞMASI
Efendimiz (sallâllah aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
Ölüyü kabre koyduktan zaman kabir ona şöyle der: “Vay sana, ey Ademoğlu! Sen neye mağrur oldundu?. Sen bilmiyor muydun ki, ben mihnet eviyim, yalnızlık eviyim ve karanlığın eviyim? Yılanlar, akrepler durağıyım? Asilerin zindanıyım. Sen neye aldandın? Oysa yanıma gelince hemen kaçardın! Şaşkına dönmüş biri gibi bir ayağı geri basardı.”
Başka bir hadis-i şerifte:
Allah’ın buyruğuna itaat eden kulu kabre koyarlar. O kişinin İyi ameleri onun çevresini sarar. Ve onu muhafaza altına alırlar. Ayağının ucundan a/ab melekleri gelirler. NAMAZ, onları karşılar:
-Onun yanına varmayın! O, Allah için ayakta çok durmuştur! der. Melekler ölünün başı ucuna ilerler. ORUÇ, o zaman onların karşısına dikilir:
-Onun yanına varmayın, o Allah yolunda çok susuzluklar çekti! der. Sonra azap memlekleri ölünün yanına gelirler. O zaman SADAKA karşılarına çıkar ve:
– Buna dokunmayın. O, bu eli ile çok sadaka vermiştir! der. Melekler ardından gelince HAC ve GAZA dile gelerek onlara:
– Ona değmeyin! O Hak Teâlâ’nın yolunda zahmetler çekmiştir! derler. O zaman melekler o Ölüye:
– ana bu makam mübarek olsun! deyip çekilirler.
Ondan sonra RAHMET MELEKLERİ gelirler. Cennet’ten bir yatak getirirler. Yatağı döşerler. O kişiye kabri gepgeniş ederler. Gözün görebildiği yere kadar kabri genişler. Sonra Cennet’ten bir kandil asarlar. O mübarek ölü tâ Kıyamet Gününe kadar o kandilin nuru ile aydınlanır.
Abdullah bin Ubeyd (Ondan Allah razı olsun) Resûlutah Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
-Ölü, kabre konunca cenazesinin ardından gelen işilerin ayak seslerini işitir. Herkes dönüp gider. Onunla konuşan kimse kalmaz. Onunla konuşan şimdi kabirdir. Kabri ona: “Benim vasfımı, benim heybetimi ve benim darlığımı sana nice kez söylememişler miydi? Benim için ne amel işledin, ne hazırladın?” der.
MÜNKER ve NEKİR’İN SORULARI
Resul (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Kul ölünce ona iki melek gelir. İkisi de kapkara yüzlü, gök gözlü melektir. Birinin adı Münker, ötekisinin adı Nekir’dir. Bu iki melek kula:
-Hak Teâlâ’nın ve Peygamberin hakkında ne dersin? diye sorarlar. Eğer kul mü’min olursa: Hak Teâlâ birdir ve Muhammed O’nun Resulü ve kuludur. Bundan sonra yetmiş arşın genişliği ve yetmiş arşın uzunluğu kadar kabre genişlik ve büyüklük verilir. Kabrin her köşesi nurla doldurulur ve ona: Rahat rahat yat hurda! derler. O da: Beni, kavmim ve akrabamın yanına koyun! Onları benden haberli edin! der. Melekler de ona: Burada yat. Yeni bir gelin nasıl uykuya varırsa öyle uyu. Seni hiç kimse uyandırmaz. Ancak çok sevdiğin birisi uyandırabilir!derler.. Allah esirgesin eğer o münafık bir kişi ise ona: Hak Teâlâ’yı ve Peygamberi nasıl bilirsin? diye sorduklarında der ki: Halkın ağzından bir şeyler işitirdim. Söylenip dururlardı. Ben onların dediğini derim! diye cevap verir. O zaman toprağa: Onu sık! denir. Yer onu Öylesine sıkar ki, kaburga kemikleri birbirine girer. Böylece Kıyamete kadar azapta kalır.”
Hazret-i Enes (Allah ondan razı olsun) şöyle dedi:
– Resûlullah’ın kızı Zeyneb, Allah’ın dâvetine uymuştu. Onu mezara koydular. Babası Resûlullah Efendimiz’in yüzü baştan başa sarardı. Yüzünün rengi eski halini alınca, biz:
– Ey Allah’ın Resulü! dedik. Bu ne haldir ki, sana geldi? Oda:
– Kabrin sıkıştırma safhalarını ve azabını hatırladım. Bana, ona edilecek azabın az olacağı bildirilmişti. Ama kabir onu Öyle sıktı ki, bütün âlem işitti.
Yine Resûlullah Efendimiz şöyle buyurdu:
Kabîr, âhiretin ilk uğrağıdır. Eğer kabir kolay olursa, ondan sonraki duraklarda işi daha da kolay olur, eğer zor olursa sonrakiler daha da zorlaşır.
HAZRETİ ÖMER’İN KABİR SUALİ
Hazreti Ömer vefat ettiği zaman, bütün dinî muamelesi yapıldıktan sonra, her fani gibi onu da getirip kabre koydular. Vazifeli şahıs, telkinini da yapıp cemaat dağıldıktan sonra, Hazreti Ali Kerremellahü veçhe, bakalım Ömer, sual meleklerine ne cevap verecek diye merak ederek, kabrin bir kenarına, kimse görmeden çömelmiş neticeyi beklemekte idi. Biraz sonra beklenen melekler gelip dünyadan gelen herkese sordukları sorulan Ömer’e de sormaya başladılar.
Meleklerden biri:
-Rabbin kimdir? Nebin kim? diye sormaya başladı. Meleklerin bu sualleri karşısında hiddete gelen büyük halife, kendisi başladı:
– Siz kimsiniz, Buraya nereden ve niçin geldiniz- Sizin derdiniz ne de, beni gelir gelmez suale çekiyorsunuz? diye sormaya başlayınca melekler, onun diğer insanlar gibi olmadığını anladılar ve sorularına cevap vermeye başladılar :
-«Biz yedi kat semadan, buraya sana soru sormak için geldik. Bizi bu vazifeyle Allah vazifelendirdi, biz münker ve nekir melekleriyiz ve herkese aynı sorulan sormak bizim vazifemizdir» dediler.
Melekleri sonuna kadar dinleyen Hazreti Ömer, sorularına devam etti:
-Siz yedi kat semadan geldiğiniz halde, Allah’ı unutmadınız m?ı diye sorunca, melekler, kendilerinin vazifelerinin Allah’a ibadet etmek olduğunu ve unutmadıklarını söylediler.
Melekler bu cevabı verince, Hazreti Ömer Buna da kızdı ve şunları söyledi:
Siz o kadar uzak yerden geldiğiniz halde Allah’ı unutmadınız da, ben iki karış toprağın altına girmekle mi Allah’ı unutacağım. Bir daha ümmeti Muhammede, böyle çirkin surette gelmeyeceksiniz ve böyle yakışıksız sualler sormayacaksınız. Bakın, şu anda sizi geri gönderiyorum, sakın bundan sonra söylediklerimi unutmayın.
Ömer-ül Faruk hazretlerinden bu nasihatleri dinleyen melekler, bir daha ümmeti Muhammed’e kötü surette gelmeyeceklerine ve onların memnun olması için ellerinden geleni yapacaklarına dair söz verip, daha fazla üstelemeden Allah’a ısmarladık, deyip çekip gittiler.Meleklerle Hazreti Ömer arasındaki bu hadiseye şahit olan Allah’ın Arslanı, göz yağlarını tutamaz ve :
– Ya Ömer! Hakikaten sen Ömer-i Adilsin. Hayatın da, mematın da, ümmete rahmet senin, der ve ağlayarak kabri terkeder.
KABİR AZABI VE SALAVAT-I ŞERİFE
Tabiinden Hasan-ı Basrî Hazretleri zamanında bir kadın, Hazret-i imamın huzuruna gelip :
– Ya imam! Benim genç bir kızım vardı. Birkaç ay evvel vefat etti. Fakat onun hasretine dayanamıyorum. Öldükten sonra rüyamda da görmedim. Bana bir dua öğretiniz de, hiç olmazsa onu rüyamda görüp teselli olayım, dedi.
Hasan-ı Basrî kadına lâzım gelen duaları ta’lim etti.
-İnşallah görürsün, diyerek gönderdi.
Kadın öğretilen duaların tamamını okudu. Cenab-ı Allah’a kızımı göstermesi için hayli yalvardıktan sonra, göz yaşlan ile yatıp uyudu. Uykusunda kızım gördü. Gördü ama gördüğüne de pişman oldu.Çünkü kıza öyle azap ediliyordu ki, onu görünce kadının ciğeri parça parça oldu. Kıza ateşten bîr elbise giydirmişler, şiddetli şekilde azap olunmakta idi.
Kadın heyecanla uykusundan uyandı, sabah olduğunda da, Hazreti İmamın huzuruna tekrar çıkarak gördüğünü anlattı. Kızının bu azaptan kurtulması için ne yapması lâzım geldiğini, ne gibi hayır – hasenat ederse günahlarının affedileceğini sordu.
Hasan-ı Basrî Hazretleri, ona bazı tavsiyelerde bulundu ve geri gönderdi. Fakat bir müddet sonra Hasan-ı Basrî Hazretleri kendisi buruya gördü. Rüyasında genç ve son derece güzel bir kız, Cennet bahçelerinden birinde altın bir tahtın üzerinde oturmakta ve etrafına güneş gibi parlaklık saçmakta idi.
Kız Hasan-ı Basrî Hazretlerine :
-Beni tanıdın mı? diye sordu.
Hazreti imam, tanımadığını ve hangi peygamberin kızı yahut zevcesi olduğunu sual etti. Kız şöyle dedi :
-Hani sana gelip de beni görmek için senden yardım isteyen ve rüyasında azap içerisinde görünce de, tekrar size durumu anlatıp günahımın affı için ne yapması lâzım geldiğini soran kadın var ya, işte ben onun kızıyım, dedi;
Hazreti imam :
-O kadın bana senin azap içinde olduğunu söylemişti. Ne oldu da kurtuldun o azaptan? diye sorduğunda, kız şöyle dedi :
-Ya imam! Allah’ın sevgili kullarından biri bizim bulunduğumuz kabristandan geçti ve oradan geçerken bir Fatiha üç ihlâsla beraber üç kere de salavat getirip biz kabir ehlinin ruhuna hediye etti. işte ondan sonra “Bu kabristanda kabir azabı çekenlerden azabı kaldırın!” diye bir nida geldi ve benimle beraber 550 kişiden kabir azabı kaldırılıp, Cennet nimetleri bize ihsan olundu, diye anlattı.
Hasan-ı Basrî Hazretleri, gördüğü bu güzel rüyayı o kadına anlatıp kızının azaptan kurtulduğunu müjdeledi ve ondan sonra bol bol Salavat-ı Şerife okumasını tavsiye etti.