CELALZADE MUSTAFA ÇELEBİ HAZRETLERİNDEN

 

  1567 yılında İstanbul’da vefat eden Celalzade Mustafa Çelebi kalplere şifâ sunan, ruhlara ferahlık veren nasîhatlerinin birinde buyurdular ki:

   Tasavvuf ehline göre murâkabe; kulun, kalbi ile Allahü teâlâyı zikredip, devamlı Allahü Teâlânın, kullarının hâllerine muttali olduğunu, görüp bildiğini hatırından çıkarmaması, her nefeste Allahü teâlânın azâbından ve cezâsından korku üzere olmasıdır. Büyüklerden birisi;
   “Kul harama bakmamak ve günah işlememek için ne yapmalıdır?” diye sorduklarında; “Kul bir günah işleyince, Allahü teâlânın o hâline vâkıf ve işlediği günâhı gördüğünü aslâ unutmamak sûretiyle günah işlemekten korunabilir.” buyurmuştur.

   Hikâye:
   Abdullah ibni Ömer hazretleri köle bir çobana rastladı. Çoban koyunları otlatıyordu. Çobana, koyunlardan birini kendisine satmasını söyledi. Çoban; “Koyunlar benim değildir.” dedi. Bunun üzerine İbn-i Ömer hazretleri; “Sen bana koyunu sat, sâhibine kurt yedi dersin.” dedi. Çoban; “Fakat Allahü teâlâ her yerde hâzır ve nâzırdır. O bizi görmektedir.” deyince, İbn-i Ömer hazretleri çobanı ve koyunları sâhibinden satın aldı. Çobanı âzâd ederek, koyunları o gence hediye etti.

   Allahü teâlânın kendisini her an gördüğünü düşünen kimse O’ndan hayâ eder, günah işlemekten utanır. Allahü teâlânın azâbından ve cezâsından çok korkar. Bu sebepten günahlardan çok sakınır. Allahü teâlânın her şeyden onu hesâba çekeceğini bildiği için, hiçbir nefesini zâyi etmez, boşuna geçirmez. Dâimâ Allahü teâlâya tâatla meşgûl olur.

   Hikâye:
   Sâlihlerden birisi vefât etmişti. Cenâzesini sabahleyin kaldırmalarına rağmen, çok kalabalık olduğundan, ancak ikindiden sonra defnedilebilmişti. O beldenin sâlihlerinden birisi, defnedilen zâtı rüyâsında görüp, ne hâlde olduğunu sordu. O da şöyle cevap verdi: “Allahü teâlâ beni af ve mağfiret eyledi. Pekçok ihsânlarda bulundu. Fakat çok çetin hesap verdim. Çünkü bir gün oruçlu idim. Bir arkadaşımın anbarının önünde oturdum. İftar zamânı gelince o anbardan bir buğday tânesi alıp, ikiye böldüm. Tam yiyeceğim sırada, benim olmadığını düşünerek, iki parça buğdayı tekrar yerine koydum. Bu sebeple, kırdığım o bir tâne buğday yüzünden sevaplarımdan alıp, o buğdayın sâhibine verdiler.”

   Hikâye:
   Selmân-ı Fârisî hazretleri gecelerini namaz ve ibâdetle geçirirdi. Çok namaz kılmaktan dolayı yorulduğu zaman, “Sübhânallah, Elhamdülillah, Allahü ekber, Lâ ilâhe illallah” gibi tesbîhle vakitlerini geçirmeye çalışırdı. Bundan da yorgunluk meydana gelince, Allahü teâlânın celâlini ve azametini, büyüklüğünü düşünürdü. Bir müddet tefekkürden sonra, nefsine; “Epeyce dinlendik, rahatladık.” der, tekrar namaza dönerdi. Gece bitinceye kadar bu şekilde meşgûl olurdu. Çok zaman olur ki, insan birinin ihtiyâcını gidermek için çok gayret sarfeder, fakat bu onun için mümkün olmaz. Allahü teâlâ, bu ihtiyâcı başka yoldan gönderir. Mümin olan kimse başkalarının ayıbını setredip, gizlemeli, onları ifşâ etmemelidir. Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
   “Kim bir müminin ayıbını örterse, Allahü teâlâ da kıyâmet gününde onun ayıbını örter.” Kabahatleri ve noksanlıkları görmemezlikten gelmek, dâimâ iyi şeyleri görmek, güzel ahlâktır.

   Hikaye:
   Şöyle rivâyet edilir: Îsâ aleyhisselâm, havârîleri ile birlikte bir yere gidiyordu. Yolda bir köpek leşi gördüler. Çok da fenâ kokmaktaydı. Havârîlerin çoğu, köpek leşinin çok pis koktuğunu söylediler. Bunun üzerine Îsâ aleyhisselâm; “Ne kadar beyaz dişleri varmış.” buyurdu. Yâni dâimâ iyi tarafları görüp, onlardan bahsetmeli, kötü ve ayıp tarafları görmezlikten gelmelidir. Ancak, dînen bildirilmesi îcâbeden ayıpların bildirilip, müslümanların aynı duruma düşmelerini önlemek için olursa, mahzuru yoktur.

   Yine haberde şöyle gelmiştir:
   Kıyâmet gününde, birisinin Cehennem’e atılması emrolunur. Cehennem’e götürülürken, o şahıs Cehennem ateşinden kurtulma ümidi ile üç defâ geriye dönüp bakar. Allahü teâlâ o kulunu geri çevirir. Ona; “Üç defâ geriye dönüp niçin baktın?” buyurur. O da şöyle cevap verir:
   “Yolun üçte birine geldiğimde; “…Gerçekten Rabbin cezâyı çok çabuk verendir. Yine şüphe yok ki, o çok bağışlayandır ve çok merhametlidir.” (A’râf sûresi: 167) meâlindeki âyet-i kerîmeyi hatırladım. Yolun yarısına gelince; “Ve bir günah işledikleri veya nefslerine zulmettikleri zaman, Allahü teâlâyı anarak hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenleri (ki günahları Allahü teâlâdan başka kim bağışlayabilir?), hem de yaptıkları günaha bile bile ısrâr etmemiş olanlar (varya).” (Âl-i İmrân sûresi: 135) meâlindeki âyet-i kerîmeyi hatırladım. Ümîdim daha da kuvvetlendi. Yolun üçte ikisine gelince; “(Ey Resûlüm, tarafımdan kavmine) de ki: Ey (günah işlemekle) nefslerine karşı haddi aşmış kullarım! Allahü teâlânın rahmetinden (sizi bağışlamasından) ümîdi kesmeyiniz. Çünkü Allahü teâlâ (şirk ve küfürden başka dilediği kimselerden) bütün günahları mağfiret buyurur.” (Zümer sûresi: 53) meâlindeki âyet-i kerîmeyi hatırladım.” Allahü teâlâ mağfiret ve rahmeti ile o kulu Cehennem azâbından kurtardı.

   Allahü teâlâ kullarına pekçok rızık vericidir. Rızık, mahlukların faydalandığı şeydir. Rızıklar zâhirî ve mânevî olur. Zâhirî rızıklar; yiyecekler, içecekler ve giyecekler v.b.dir. Mânevî rızıklar sayısızdır. Allahü teâlâ bunları kullarına ihsân eder. Kullar bunlardan faydalanırlar. Bütün faydalı rızıklar arasında iki rızık vardır ki, herkes ondan faydalanır. Merhum Şeyh Sâdî, bunu Gülistan’ın başında şöyle bildirmektedir:

   “İnsanın içine çektiği her nefes hayâtın devâmına, dışarı verilen nefes ise, vücûdun ferahlamasına ve rahatlamasına vesîledir. Her nefeste iki nîmet vardır. Her nîmetin şükrü ise vâciptir. Allahü teâlâ kulları arasına, âlimler, pâdişâhlar, mürşidler, rehberler, sadaka verenler, insanlara faydalı kimseler koymuştur. Bunların hepsi rızıktır.
   İlme muhtâc olanlara âlimler yeter. İrşâda doğru yolu öğrenmeye muhtac olanlara mürşid-i kâmiller yol gösterir. Yiyecek ve içeceği olmayanların ihtiyâcını sadaka verenler giderir. Adâlete muhtâc olan mazlumlara âdil sultanlar fayda verir. Diğer dilek sâhiplerine de muhakkak bir yardım eden vardır. Allahü teâlâ, düşmanlarından intikam alıcı, çirkin işleri beğenmeyip âsilere azâb edicidir. Allahü teâlânın cezâsı çok çetindir.
   Peygamberlerden birisine bir cemâat gelip; “Allahü teâlânın, kullarından râzı olmasının alâmeti nedir?” diye sordular. Allahü teâlâ o peygamberine şöyle bildirdi: “Onların işlerini, onların iyilerine seçilmişlerine bırakırım. Yâni sultanlarını iyilerden eylerim. Gazabımın alâmeti odur ki, onların işlerini onların kötülerine bırakırım. Yâni adâletten ayrılan kimseleri onların başlarında bulundururum.”

PAYLAŞ