Hz. Muaviye Hz. Hasan’ı zehirletti mi?
Hz. Muaviye karşıtlarının onu tenkit edebilmek için malzeme olarak kullandıkları meşhur iddialardan biri de Hz. Hasan’ı zehirlettiği söylemidir. Bu iddiaya göre Muaviye (radıyallahu anh) Hz. Hasan (radıyallahu anh)’ın hanımıyla gizlice anlaşıp onu zehirlemesini söylemiş ve akabinde kendisiyle evleneceğini vadetmişti. Bunun üzerine de hanımı onu zehirlemiş ve Muaviye (radıyallahu anh) de sözünde durmayıp onunla evlenmeyi reddetmişti.
Başta Şiiler olmak üzere bütün Muaviye (radıyallahu anh) karşıtlarının hummalı bir şekilde sarıldıkları bu hadisenin ne denli doğru olduğunun tespit edilmesi hususi anlamda bir sahabînin ve umumi manada da bir müminin ırzının müdafaa ve muhafazası için boyun borcudur. Bu vesileyle hadisenin aslını ortaya koyma gayesiyle meselemizi kısaca tahlil edelim:
Her şeyden önce Hz Hasan (radıyallahu anh)’ın zehirlenerek şehit olduğu bir hakikattir. Zira bunu İbn Abdilber el-İstî’âb’ında, [1] İbn Hallikân Vefeyâtu’l-A’yân’ında, [2] Zehebî Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ’sında[3] zikretmektedirler. Bu onun adına da şehadet gibi ulvî bir rütbeye nail olması açısından değerine değer katacak bir meziyettir. Lakin Hz. Hasan (radıyallahu anh)’ın zehirlenmesinin hanımı tarafından şahsî bir tercihle veya birilerinin su-i kast niyetiyle mi yapıldığı kesinkes itimat edilebilecek bir rivayete müstenit değildir.
İbn Asâkir Tarîhu Dımeşk’inde İbn Cu’dube’den şunu nakleder: Ca’de bintu’l-Eş’as b. Kays, Hasan b. Ali (radıyallahu anh)’nin nikahı altındaydı. Yezid gizlice onunla anlaşıp Hz. Hasan (radıyallahu anh)’ı zehirlemesini ve bunu yaparsa kendisiyle evlenebileceğini söyledi. O da bu işi yaptı. Hasan (radıyallahu anh) ölünce Ca’de, Yezid’e bir aracı göndererek kendisine verdiği söze vefa göstermesini isteyince Yezid: “Vallahi biz seni Hasan (radıyallahu anh)’a layık görmedik ki kendimize görelim” diyerek bunu reddetti. [4]
Bu rivayeti İbnu’l-Cevzî el-Muntazam’ında, [5] es-Safedî el-Vâfî bi’l-Vefeyât’ında, [6] es-Suyûtî Târihu’l-Hulefâ’sında, [7] İbnu’l-Esîr el-Kâmil fi’t-Târîh’inde[8] nakletmektedirler. Bu hadiseye göre Hz. Hasan (radıyallahu anh)’ı zehirleyen kişinin hanımı olduğu ve zehirleten kişinin de Hz. Muaviye (radıyallahu anh) değil, oğlu Yezid olduğu anlaşılmaktadır. Ne var ki muhakkik alimler bu iddiayı bile sağlam görmemişlerdir.
İbn Kesir el-Bidâye ve’n-Nihâye’sinde mezkur hadiseyi naklettikten sonra şöyle der: “Bana göre bu sahih değildir. Bu hâdisenin Yezid’in babası Muaviye (radıyallahu anh) namına sahih olmaması ise evleviyetledir.” [9] İmam ez-Zehebî de Tarihu’l-İslâm’ın da[10] Muaviye (radıyallahu anh)’ye nispetle anlatılan ilgili kıssa için “Bu, sahih olmayan bir şeydir. Kim buna muttali olmuş?” demektedir.
İbn Kesir’in ilgili tahliline göre Yezid gibi bir facir adına bile tashih edilemeyen bir cürmü -velev ki zayıf bile olsa- somut bir delil ile destekleme imkanına sahip olmadan Hz. Muaviye (radıyallahu anh)’ye isnat etmek imana, mürüvvete, adalete yaraşır mı? Sırf kendisini sevmediklerinden ötürü bu cürmü Muaviye (radıyallahu anh)’ye yama etmeye çalışanlar Allah (azze ve celle)’ın huzurunda hesap vermekten korkmazlar mı?
Ayrıca Muaviye (radıyallahu anh) Hz. Hasan (radıyallahu anh)’ı niçin zehirletsin ki? Zaten hilafeti kendisine teslim edip geri çekilen ve uzlaşma yolunu tercih eden Hz. Hasan (radıyallahu anh) değil midir? Şu halde onu zehirlettiği şeklindeki haberin isnaden herhangi bir dayanağı olmadığı gibi metnen de hiçbir makuliyeti söz konusu değildir. Fitne kasırgalarının şiddetli bir şekilde estiği o günlerde muhaliflerin aleyhte uydurdukları söz ve hadiselerden sadece ispatı mümkün olabilecekler kabul edilebilir. [11]
İbn Haldun Hz. Muaviye (radıyallahu anh)’nin Hz. Hasan (radıyallahu anh)’ı zehirlettiğine dair haberin bir şia uydurması olduğunu Muaviye (radıyallahu anh)’nin böyle bir cürümden beri olduğunu ifade etmektedir. [12] el-Burrî de bu meseleyle ilgili “Bu sadece Allah (azze ve celle)’ın bildiği bir şeydir. Muaviye (radıyallahu anh) böyle bir cürümden münezzehtir” demektedir. [13] el-Belâzurî’nin temriz sıygasıyla isnatsız bir şekilde bu hadiseyi zikretmiş olması[14]el-Mes’ûdî gibilerinin de hiçbir isnat zikretmeksizin hadiseyi aktarmış olmaları[15] da mezkur iddianın sırf asabiyetten neşet eden bir muhalif iftirası olduğunu gözler önüne sermektedir.
En netice ortaya şu sonuçlar çıkmaktadır: Hz. Hasan (radıyallahu anh)’ın zehirlenmesinin Muaviye (radıyallahu anh)’nin hanımını kandırması ve ona bazı şeyleri vadetmesi neticesinde olduğu şeklindeki iddia senetten yoksun ve metnen de bir çok veçhiyle batıl bir iddiadır. Bu hadisenin Yezid adına anlatılan şekli –yukarıda da aktardığımız üzere- İbn Asâkir gibi bazıları tarafından zikredilmiştir.
Ancak muhakkik ulema bu iddianın bile tarihi bir gerçeği yansıtacak derecede sahih olmadığını söylemektedir. Zira bilenler bilir ki tarih denilen şey, senetle, belgeyle yapılır. Yezid’in fasık ve bedbaht bir adam olması her türlü çirkefliği ona nispet edebilme hakkını kimseye vermez. Şayet elde mutemet bir belge varsa kabul görür, yoksa dikkate alınmaz.
Hz. Hasan (radıyallahu anh)’ın hanımı tarafından zehirlenmiş olması da problemli görülmüştür. Zira rivayete metin tenkidi açısından yaklaşıldığında zaten başlı başına Kinde kabilesinin Emiri olan Eş’as b. Kays’ın kızı, Resulüllah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın torununun hanımı olan Ca’de bintü Eş’as kendisine yapılan böyle bir teklifi neden kabul etsin ki? Onun izzet, şeref ve nam adına elde edemediği ne var ki böyle bir şeye tamah ederek bu denli tehlikeli bir cürmü işlemiş olsun? [16]
Bu açılardan bakıldığında Hz. Hasan (radıyallahu anh)’ın hanımı tarafından zehirlenmiş olduğu iddiası da meşkuk bir iddia olarak karşımıza çıkmaktadır. Alâ külli hâl bu hadisenin bir açıdan Yezid ile alakası kurulabilirse bile Hz. Muaviye (radıyallahu anh) ile uzaktan yakından hiçbir ilgisinin olmadığı son derece açıktır. Olayın hanımıyla ilgili boyutu da kesin değildir. Bu durumda uhrevi bir vebal altında kalmaktan korkan müstakim bir mümine yakışan sadece ve sadece Hz. Hasan (radıyallahu anh)’ın zehirlenerek şehid edildiğine inanmaktır. Bu noktanın dışındaki Yezid ve hanımı boyutlarına ise ihtiyatla yaklaşılmalıdır.
Vesselam…
ÖMER FARUK KORKMAZ
———————————
[1]İbn Abdilber, el-İstî’âb fî Ma’rifeti’l-Ashâb, Daru’l-Cîl, Beyrut, 1992, Baskı: I, I/389
[2]İbn Hallikân, Vefeyâtu’l-A’yân, Dâru Sader, Beyrut, II/66
[3]Zehebî, Şemsuddin Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut, V/267
[4]İbn Asâkir, Târîhu Dımeşk, Daru’l-Fikr, 1995, XIII/284
[5]İbnu’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec, el-Muntazam fî Târîhi’l-Ümemi ve’l-Mülûk, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, 1992, Baskı: I, V/226
[6]es-Safedî, Salâhuddin Halil, el-Vâfî bi’l-Vefeyât, Daru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, Lübnan, 2000, XII/68
[7]Celâluddin es-Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, Mektebetu Nezzâr, 2004, Baskı: I, s. 147 (İsnatsız bir şekilde)
[8]İbnu’l-Esîr, Ebu’l-Hasen Ali b. Ebi’l-Kerem, el-Kâmil fi’t- Târih, Daru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, Lübnan, 1997, Baskı: I, III/58
[9]İbn Kesir,Ebu’l-Fidâ İsmail b. Ömer, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Daru Hicr, 1997, Baskı: I, XI/208
[10]ez-Zehebî, Tarîhu’l-İslâm ve Vefeyâtu’l-Meşâhîri ve’l-A’lâm, Daru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut-Lübnan, 1987, Baskı: I, IV/40
[11]Ebubekir İbnu’l-Arabî, el-Avâsım mine’l-Kavâsım, Thk: Muhibbuddin el-Hatîb, Vizâretu’ş-Şuûni’l-İslâmiyye, 1419, Baskı: I, s. 214
[12]İbn Haldun, Abdurrahman b. Muhammed b. Muhammed, Dîvanu’l-Mübtede’ ve’l-haber fî Tarîhi’l-Arabi ve’l-Berber ve men âsarehum min zevi’ş-Şe’ni’l-Ekber, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1988, Baskı: II, II/649
[13]el-Bürrî, Muhammed b. Ebîbekr, el-Cevhere fi Nesebi’n-Nebiyyi ve Ashâbihi’l-Aşere, Dâru’r-Rifâ’î, Riyat, 1983, Baskı: I, II/208
[14]el-Belâzurî, Ahmed b. Yahya b. Cabir, Ensâbu’l-Eşrâf , Daru’l-Fikr, Beyrut, 1996, Baskı: I, III/55
[15]el-Mes’ûdî, Murûcu’z-Zeheb, I/346, Bkz. Sa’d b. Zaydân ez-Sebî’î, Sellu’s-Sinân fi’z-Zebbi an Muaviyete İbni Ebî Süfyân, Riyat, 2015, Baskı: II, s. 258-60
[16]Muhammed b. Abdülhâdî b. Rezzân eş-Şeybânî, Mevâkıfu’l-Mu’âraza fî Hilâfeti Yezîd, el-Mektebetu’l-Mekkiyye, Daru’l-Beyârik, s. 123