Ömer b. Abdülaziz Devlet Başkanı olunca nasıl bir hayat yaşadı?
Ömer b. Abdülaziz devlet idaresini eline alır almaz, gecikmeden çok zâlim ve Allah’tan korkmaz bazı devlet görevlilerinin işlerine son verdi. Onların emrine verilmiş devlet malını, malzemelerini ve devlet forslarını alıp devlet hazinesine koydurdu. O saatten itibaren
onun gidişatı, yaşayış ve davranışları derhal değişti. Artık o, sanki Süleyman’ın arkasından onun yerine geçen veliahdı değil de Hz. Ömer’den sonra onun yerine geçen Ömer’in veliahdı gibiydi.
Kumarbazları ve ahlâksız kadınları toplatarak kendi şehirlerine, ailelerinin yanlarına geri gönderdi. Zulme son verdi. Kayser ve kisraların sarayına dönen saray ve makamını, Hulefâ-i Râşidîn’e ve sünnete göre ayarlayarak sade bir hale getirdi. Arazilerini müslümanlara geri verdi. Karısının süs ve takılarını bile devlet hazinesine yatırdı.
Öyle bir zühd ve takva yolu tuttu ki, benzeri, krallarda, sultanlarda görülemediği gibi fakirlerde, derviş kimselerde bile bulunması zordu. Elbiselerini o kadar azalttı ki bazen yıkadığı elbisesini kurusun diye bekler ve cuma namazına gecikip cemaati biraz beklettiği olurdu.
Ümeyye oğulları (Emeviler) bütün memleketi kendi arazileri, devlet hazinesini de kendi malları kabul ederlerdi. Şimdi ise, artık kendi hisselerine düşeni alabiliyorlardı.
Bizzat kendi evinin durumu Öyle idi ki; bir gün kızlarını görmeye gittiğinde kendisiyle konuşan kızının ağzını kapatarak konuştuğunu gördü. Neden öyle yaptığını sorunca; o gün sadece çorba ve soğan yediklerim öğrendi. Bunun üzerine ağlayarak kızına: “Bin bir çeşit yemek yiyerek, hakkınızdan fazlasını alarak babanızın cehenneme gitmesine razı olur musunuz?” dedi. Bunu duyan kızları da ağlamaya başladılar. İşte bu sözü söylediği sırada o, yeryüzünün en büyük imparatorluğunun başkanı idi.
Onun şahsî serveti çok arzu etmesine rağmen hac yapmaya yetmeyecek kadar azdı. En samimi arkadaşı olan hizmetçisine: “Yanında biraz para var mı?” diye sordu. O da: “On, on iki dinar var.” diye cevap verince, “Onunla nasıl hac yapılabilir?” dedi.
Bundan sonra bir gün ailesine ait servetinden büyük miktarda para geldi. Hizmetçi müjde verip: “Hac parası geldi.” deyince Hz. Ömer b. Abdülaziz: “Biz bu maldan uzun süre faydalandık. Artık o, müslümanların hakkıdır.” dedi ve onu devlet hazinesine teslim etti.
Onun iki öğün yemeğinin tutarı, günde iki dirhemden fazla değildi. Öyle tedbir ve ihtiyat gösteriyordu ki, devletin mumu yanarken sohbet etmeye, hal hatır sormaya ve şahsî bir konuşma yapmaya başlarsa derhal o mumu söndürür, kendi şahsî mumunu getirterek yaktırırdı. Beytülmal’in mutfağında ısınmış su ile yıkanmayı bile kabul etmez, beytülmalin miskini koklamaktan dahi sakınırdı.
Onun ihtiyat ve tedbiri sadece kendi şahsına münhasır kalmaz, kendi devlet memurlarına da ihtiyat dersi verirdi! Onlardan, kendilerinin de devlet konusunda o kadar ihtiyatlı ve tedbirli olmalarını beklerdi. Medine valisi Ebu Bekir b. Hazm, Süleyman b. Abdilmelik’e dilekçe vererek, eskisi gibi düzenli şekilde kendisine devlet mumu verilmesini istedi. Süleyman’ın ölümünden sonra bu dilekçe Ömer b. Abdülaziz’in eline geçti, okudu ve şöyle yazdı: “Ey Ebu Bekir, ben senin o makama geçmeden önce karanlık kış gecelerini kandilsiz, mumsuz geçirdiğini biliyorum. Senin o durumun bugünkü durumundan daha iyi idi. Bana göre senin evinin mumları yeterlidir. Onlarla işini görmen ve yetinmen lâzım.”
Aynı şekilde yazılmış bir dilekçeye -o dilekçede resmî işler için kağıt isteniyordu- şöyle cevap yazdı: “Kalemi incelt ve sık yaz. Bir kağıda pek çok ihtiyaçları yaz, çünkü devlet hazinesine yük getirecek olan öyle uzun yazılara müslümanların ihtiyacı yoktur