Yahudi devleti diyen Theodor Herzl’ın ailesi nasıl helak oldu
‘İsrail’in kurulmasına yol açan ‘Yahudi Devleti’ fikrini ortaya atan gazeteci Theodor Herzl’ın ailesinde trajik ölümler yaşandı. Günümüzde Herzl’ın çocukları ya da torunlarından ‘birinci derece akrabası’ denilebilecek hiç kimse kalmadı.
İbretlik bir helak olma hikayesi…
EŞİNİN AKIL SAĞLIĞI SORUNLARI VARDI
Bugün Herzl’ın torunu ya da ailesinden gelen biri kalmadı. Eşi Julie, kocası Theodor Herzl’in ölümünden sadece üç yıl sonra, 1907’de, bazı aklî rahatsızlıklar sebebiyle defalarca hastaneye kaldırıldıktan sonra öldü.
ÇOCUKLARI DA AKIL HASTALIĞI SORUNLARI YAŞADI, OĞLU BİR HRİSTİYANDI
(Herzl seküler bir Yahudiyken) Hristiyan olan oğlu (sol başta) 1930 yılında kızkardeşi Paulina’nın cenazesinin kaldırıldığı gün kendisini vurarak intihar etti.
Herzl’ın büyük kızı Pauline (sağda) tıpkı annesi gibi akıl sağlığı sorunları yaşıyordu ve uyuşturucu kullanımına bağlı olarak 40 yaşında hayatını kaybetti. Kardeşleriyle pek teması olmayan ve yine akıl sağlığı sorunları yaşayan küçük kızı Margarethe Trude (solda) ise 1943 yılında Thereseinstadt toplama kampında hayatını kaybetti.
HERZL’IN TEK TORUNU İNTİHAR ETTİ
Herzl’ın tek torunu, küçük kızı Margarethe’dan olan Stephan Theodor Neumann’dı. Stephen İkinci Dünya Savaşı sırasında adını Stephen Norman’a çevirdi. Stephen, annesinin Holokost sırasında, bir toplama kampında hayatını kaybettiğini öğrenmesi sonrasında (1946) Washington’da bir köprüden atlayarak intihar etti.
Stephen, Herzl’ın soyundan gelen tek Siyonistti. İntiharından bir sene önce (1945) Filistin’e hızlı bir ziyaret gerçekleştirdi.
HERZL’IN YEĞENİNİN KIZI PNINA’NIN ÖYKÜSÜ
Makale, yayınlandığı tarihte (2015) İsrail Kanal 1 televizyonunda başlayan dört bölümlük “The Herzls” isimli dizi üzerine kaleme alınmıştı. Bu bölümlerden birinin Herzl’ın intihar ettiği söylenen yeğeni Max ve onun kayıp kızı Frederika (Pnina) Herzl’ın trajik hikâyesine dikkat çektiğini belirtiliyor.
Frederika, 1933 yılında Viyana’da doğdu. 1938’de, 5 yaşındayken, annesi, Herzl soyismini taşıyan bir Yahudi kızın Nazi rejimi altında yaşamasının tehlikeli olduğunu düşünerek, onu, kendi teyzesi ve amcasının yanına Çekoslovakya’ya gönderdi.
1939’da Nazilerin Prag’ı işgal etmesi üzerine aile sahte bir evlatlık belgesi hazırladı. Böylece Frederika, annesinin teyzesi ve amcasıyla İsrail’e göç etti. Biyolojik ailesiyse soykırımdan kurtularak İsrail’e ulaştı ve evlatlık belgesini iptal ettirerek, Frederika’yı geri almak istedi. Fakat başaramadılar.
1948 yılının başlarında, İsrail Devleti’nin kuruluşundan önce çirkin ve can sıkıcı bir dava başladı. Bu, Herzl ailesinin itibarını bir kez daha zedeledi. Frederika’nın anne ve babasının hukuk mücadelesi yerel basında yer aldı. Haaretz, 24 Şubat 1948’de dava hakkında bir rapor yayınladı. Frederika’yı evlatlık edinen annesinin teyzesi ve amcası, kızı biyolojik ailesine teslim ettiklerinde Viyana’ya dönmelerinden korkuyordu. Fakat mahkeme biyolojik ailenin çocukla zaman zaman buluşmasına izin verdi. Maariv gazetesi, Frederika’nın evlat edinen aileyi anne-baba gibi gördüğünü bildirdi.
Tel Aviv Bölge Mahkemesi, 1949’da Frederika’nın tatilini biyolojik ailesiyle geçirmesi kararı verdi. Ancak bu buluşmalar da bir trajediye dönüştü ve ebeveynler üzüntüden hasta oldu.
1951’de, Frederika 18 yaşına geldiğinde, ailesiyle ilişkilerini yenilemek istedi ve onlarla tekrar tanıştı. Fakat mutluluk uzun sürmedi. Haaretz’e göre bu ailesiyle son temasıydı. Theodor Herzl’ın yeğeni Max Herzl, 1952’de kırgın bir şekilde öldü.
Yine gazeteye göre Frederika intihara kalkıştı ve onu evlat edinen ebeveynleri tarafından hastaneye kaldırıldı. Bu olayın ardından izi kaybedilen Frederika (Pnina) Herzl hakkında söz konusu televizyon dizisi için araştırma yapıldı. Araştırma sonucunda Viyana’ya döndüğü, kütüphaneci olarak çalıştığı belirtildi. Makaleye göre 2009 yılında hayatını kaybetti. Fakat Tel Aviv’deki akrabaları bundan da haberdar olmadı.
“Herzl soyunun adeta bir lanete kurban gitmiş gibi İsrail devleti kurulmadan iki yıl önce tamamen kesilmiş olması manidar. Halbuki Theodor Herzl, uzak görüşlü biriydi. 1897 yılında yapılan Siyonist Kongre’de ‘Beş yıl, on yıl, en geç elli yıl içinde bir Yahudi devleti kurulacaktır’ demişti. 1897’nin üzerine 50 yılı koyarsanız 1947’yi elde edersiniz ki, sadece bir yıl yanıldığını görürürsünüz. İşgal, kan ve gözyaşı üzerine kurulan İsrail devletinin de zulm ile abad olması mümkün değil. Bu akibeti önlemek için bütün dünyevî tedbirleri alsalar bile unutmasınlar ki “kaderin üstünde bir kader vardır”. Herz ailesi örnek olarak önümüzde…”
THEODOR HERZL, YAHUDİ DEVLETİ ve DREYFUS DAVASI
Avusturya-Macaristan’da gazeteci olarak çalışan ve seküler bir Yahudi olan Theodor Herzl, 19. yy’ın sonlarına kadar “Yahudi Devleti” fikrine sahip değildi. 1890’lı yıllarda Fransa-Almanya arasında yaşanan bir istihbarat kriziyle patlak veren Dreyfus davasını takip etmek üzere Fransa’ya geldi.
Antisemitizmin, modern Siyonizme evrilmesi yolunda en etkili olaylardan biri olan Dreyfus davası, Herzl’ın aklına “Yahudilerin bir devleti olmalı” fikrini getirecekti. Söz konusu olayda Fransız ordusunda görev alan genelkurmayda çalışması sebebiyle önemli bilgilere sahip olan Yahudi asıllı yüzbaşı Alfred Dreyfus, 1894 yılında bazı Fransız silahlarının yeni teknik özelliklerini Almanlara bildirmekle suçlanıyordu.
Dreyfus’un yargılandığı süre boyunca somut hiçbir suçlamayla karşı karşıya kalmaması ve genel olarak “Bir Yahudi olduğu için ihanet edebileceği” kanısının öne çıktığını gören Herzl, Yahudilerin Avrupa’da veya Rusya dolaylarında ya gettolarda yaşadıkları ya da sekülerliği seçerek toplum hayatına katıldıklarını gördü. Fakat her iki durumda da ayrımcılığa ve zulme uğradıklarını değerlendiren Herzl, dinlerinden sıyrılsalar da Yahudi olmaktan kurtulamadıklarını, sorunun Yahudilere bir yurt bulmakla çözülebileceğini düşünerek “Yahudi Devleti” fikrini geliştirdi ve bunun üzerine bir kitap (Juden Staat) yazdı.
Son derece net hatlara sahip olan kitapta seküler bir Yahudi devletinin nasıl kurulacağını anlatan Herzl, kitabı Almanca olarak kaleme almıştır.
Öte yandan dikkatsiz bir soruşturma sonunda Guyana açıklarındaki Şeytan Adası’na müebbet hapse mahkum edilen Yüzbaşı Dreyfus, 1899 yılında Fransa’ya yargılanmak üzere tekrar getirildi ve kendisinden özür dilenerek serbest bırakıldı.
Tarih literatürüne Dreyfus davası olarak geçen bu olay, yaşandığı günlerde Fransa sokaklarını birbirine katmış, aileleri ve arkadaşları bölerek herkesin taraf tuttuğu bir ortama sürüklemişti.
Yazar Emile Zola da 13 Ocak 1894 tarihinde L’Aurore gazetesinin ilk sayfasını kaplayan bir makale kaleme almış, bu makaleye “J’accuse! / İtham Ediyorum!” başlığını atarak Yüzbaşı Dreyfus’u korumuştu. Zola’ya yakın gelecekte Fransa siyasetinde etkin olacak Clemanceau, Jean Jaures gibi politikacılar da destek verdi. Fakat Zola, Fransa ordusu tarafından mahkemeye verildi ve mahkum edildi. Yazar, bunun üzerine İngiltere’ye sığındı.
Konuya Emile Zola gibi geniş kitlelerce tanınan bir yazarın da dahil olmasıyla büyüyen olayın Siyonizmi beslediği ve “İsrail”in kurulması yolunda taşların daha sıkı dizilmesine sebep olduğu değerlendirilir.
Ateşi bol olsun…