Hanefî Mezhebi ve Hz.Ebu Hureyre’nin Fakihliği
Bazı müteahhir kaynakların sunuları ve tahkik edilmeyen sözlerin neticesinde ortaya çıkmış olan Hanefî mezhebine göre Ebu Hureyre’nin fakih olmadığı şeklindeki görüş, incelenmeye değer bir konudur. Tam anlamıyla tahkik edilebilmesi müstakil eser çapındaki bir çalışmayı gerektiriyorsa da bizler bu mahalle uygun düşecek bir tafsille mevzuya ışık tutmaya çalışacağız.
Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’nin İmam Ebû Hanife nazarında fakih olmadığı şeklindeki görüş, mevcut birkaç veri üzerinden hareketle birtakım Şiilerin ortaya attığı bir görüştür. İmam ez-Zehebî’nin belirttiğine göre[1] Bişr b. Ğiyâs el-Merîsî ile başlayan bu süreç Nazzam, Ebû Cafer el-İskâfî, Ebu’l-Kasım el-Belhî, Fadl b. Şâzan en-Nîsâbûrî, Sprenger, Caetani ve Ebu Reyye gibileriyle günümüze dek süregelmiştir.
Ebu Hureyre tenkitçileri içerisinde, İmam Ebu Hanife’nin ilimdeki üstünlüğü ve maharetini bilenler, onun bazı mevzulardaki hükümlerinden kalkış yaparak, kendisinin, Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’nin fakih olmadığı görüşünde olduğunu savunmuşlardır. Daha sonraları da bu görüş Hanefi mezhebinin geneli tarafından müsellem bir görüş gibi yansıtılmaya çalışılmıştır.
Her şeyden önce şunu belirtmekte fayda var: Bizler, Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’nin Ebu Hanife’ye göre fakih olup olmadığını konuşurken elbette ki sahabe arasındaki fakahet konusundaki üstünlüğü göz ardı edemeyiz. Zira bu anlamda İmam Ebu Hanife’nin dahi “Eğer sahabenin fazileti olmasaydı Alkame’nin (sahabi değildir kendisi) Abdullah b. Ömer’den daha fakih olduğunu söylerdim. Ama Abdullah (b. Mesut) Abdullah’tır. (Onun tartışması dahi yapılmaz)” dediğini biliyoruz.[2]
Bu açıdan Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’nin fakih olduğunu söylerken, Hz. Peygamber ﷺ döneminde dahi fetva verecek kadar fakahet sahibi[3] olan Hz. Ömer vb. sahabîler gibi fakih olduğunu savunmuyoruz elbette. Burası işin ifrâtî yönü.
Ancak bundan kaçayım derken işin tefrit cihetine düşerek Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’nin hiç mi hiç fakih olmadığını söylemek de hakkaniyetle yaraşır bir tavır değil. Hele bir de böylesine uçuk bir görüşü, İmam Ebu Hanife gibi görüşü pek ziyade itibar gören zirve bir isme atfetmek ve sonrasında bunun iyice intişar etmesi de apayrı bir sıkıntı tabi. Tüm bunları göz önünde bulundurarak yapılacak olan bir Ebu Hureyre (radıyallahu anh) tahlili, güzel netice alabilme açısından daha sağlıklı olacaktır hiç şüphesiz.
Ebû Hureyre (radıyallahu anh), sonraki dönemlerden daha ziyade, sahabe asrında da fakih kabul edilen bir zattır. Hâkim’in rivayetinde Talha b. Ubeydullah kendisine sorulan bir soru üzerine Ebû Hureyre için şöyle demiştir: “Şüphesiz Ebû Hureyre, Peygamber ﷺ’den bizim duymadığımız şeyleri duymuştur. O, bizim bilmediğimiz şeyleri bilmektedir. Biz ev sahibi, aile sahibi bir kavim idik. Sabah akşam Allah Resulü ﷺ’nün yanına varıp dönerdik. Ebu Hureyre ise bunlardan hiçbirine sahip olmayan birisiydi. Resulüllah ﷺ’tan hiç ayrılmaz onun gittiği her yere giderdi. Kuşkusuz o bizim bilmediğimiz şeyleri bilmiş ve bizim duymadığımız şeyleri duymuştur.”[4]
Buna benzer birçok rivayette Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’nin sahabe asrında da fakih ve mutemet birisi sayıldığı görülmektedir. Bununla birlikte daha sonraları Ebu Hureyre (radıyallahu anh)’nin fakih olmadığı şeklindeki görüş yaygınlık kazanmaya başlamıştır.
Mezkur görüşü incelediğimizde, İmam Muhammed’in talebelerinden olan ve Hanefi mezhebinin Sünnet anlayışını yansıtma açısından el-Hücecu’s-Sağîr gibi önemli bir eseri telif etmiş olan İsa b. Ebân’ın, Musarrât hadisini, Ebu Hureyre (radıyallahu anh) rivayet ettiği için reddettiği şeklindeki bir iddia üzerinden, Hanefîlerin, Ebu Hureyre t’nin fakihliğini kabul etmediği gibi bir anlayışın oluştuğunu gözlemliyoruz. Böyle bir iddia gayet anlamsızdır. Zira Musarrât hadisini rivayet eden sahabî sadece Ebu Hureyre (radıyallahu anh) değildir. Bu hadisi İbn Ömer, Amr b. Avf el-Müzenî gibi başka sahabîler de rivayet etmişlerdir.[5] Şu halde İsa b. Ebân’ın bu rivayeti reddetmesi, râvisinden ötürü değil bilakis başka bir sebeple olmalıdır. Mesela, İmam et-Tahavî Şerhu Me’âni’l-Âsâr’ ında bunun bir sebebini zikretmektedir.[6]
Ayrıca Hanefîlere böyle bir görüşün nispet edilmesinin sebeplerinden birisi de, bu bapta Hanefilerin eslafından olan İbrahim en-Nehâî’den nakledilen bir kısım rivayetlerdir. Mesela, A’meş’ten yapılan bir rivayette o, “Onlar Ebu Hureyre’nin birtakım hadislerini alır, bir kısımlarını da terk ederlerdi” demektedir.[7]
Ebu Hureyre (radıyallahu anh) ile ilgili enfes bir eser yazan Abdülmün’im el-İzzî’ye göre, İbrahim en-Nehâî’nin Ebu Hureyre’ye karşı olan tutumunun altında yatan etken, Hz. Aişe’nin ashabından olan bazı dayılarından, kendisine ulaşan Hz. Aişe’nin Ebu Hureyre’yi tenkitlerdir.[8] O da bunların etkisinde kalarak bahsini yaptığımız tavrı ortaya koymuştur.
Ayrıca İbn Sa’dın aktardığı şu rivayet de bu noktada konumuza ışık tutar mahiyettedir: “Ziyad b. Mînâ der ki; İbn Abbas, İbn Ömer, Ebu Said el-Hudrî, Ebu Hureyre, Abdullah b. Amr b. Âs, Cabir b. Abdillah, Râfî’ b. Hadîc, Seleme b. el-Ekva’, Ebû Vakıd b. el-Leysî, Abdullah b. Buhayne gibi sahabiler Hz. Osman’ın vefatından sonra Medine’de ölünceye kadar fetva verdiler. Bunların içerisinden fetva verme işinin kendilerine kaldığı kişiler şunlardır: İbn Abbas, İbn Ömer, Ebu Said el-Hudrî, Ebu Hureyre, Cabir b. Abdillah…”[9]
İbnul Kayyim sahabenin fakih olanlarını üç sınıfta tasnif etmektedir: Müksirûn, mütevassitûn ve mukillûn. Ebu Hureyre ’yi bu tasnif içerisinde mütevassıt fakihler çerçevesinde değerlendirmektedir.[10] Ebubekir, Enes b. Malik ve Ebu Said el-Hudrî gibilerini de bu sınıfta saymasından anladığımıza göre Ebu Hureyre t sahabe döneminde fakaheti tartışılmayan bir sahabidir.
Hanefi mezhebinde Ebu Hureyre’ye karşı takınılan tavrın bir nedeni de itikatta mutezili olan bazı Hanefilerdir. Mezheplerine muhalif haberlerin kendisine dayanması sebebiyle Ebu Hureyre’yi tenkit eden bu akımlar da mezhep içerisine Ebu Hureyre tenkitçiliğinin yaygınlaşması ve mezhebin böyle bir yaftayla anılmasına neden olmuşlardır. Hanefi mezhebinin Ebu Hureyre’ye bakış açısını incelerken öncelikle Ebu Hanife’yi konuşmamız gerekmektedir. Sonraki usulcülerin, haber-i vahidi kabul noktasında, ravide aradıkları fıkhu’r-ravi şartı bağlamında Ebu Hanife’nin, Ebu Hureyre’yi fakih kabul etmediği için rivayetleriyle amel etmediğini söylemek ne kadar doğrudur?
Ebu Hanife’nin bi zatihi kendisinden aktarılan nakillere baktığımızda onun Ebu Hureyre’yle ilgili böyle bir kanaat taşıdığını söyleyebilmemiz gerçekten güçtür. Zira gerek İmam Muhammed’in kendi eserlerine Ebu Hanife’den konuyla ilgili yaptığı nakiller ve gerekse Harezmî’nin Camiu’l-Mesanid’in deki veriler, bize bu iddianın tamamen İsa b. Eban merkezli bir usul anlayışından doğduğunu göstermektedir.
Mesela İmam Muhammed el-‘Asâr’ında ipek elbise giymekle ilgili bahiste Ebu Hureyre’nin tıpkı Osman b. Affan, Abdurrahman b. Avf, Enes b. Malik, İmran b. Husayn, Hüseyin ve Şurayh gibi yün elbise giydiğini naklettikten sonra, “Biz bunu alırız ve bu Ebu Hanife’nin de görüşüdür” der.[11] Bu sadece bir misaldir. Kaynaklar incelendiğinde Ebu Hanife’nin birçok meselede Ebu Hureyre’nin rivayetiyle hükme gittiği görülecektir.[12] Şu halde, özelde Ebu Hanife 6’nin genelde Hanefi mezhebinin Ebu Hureyre t’nin rivayetleriyle amel etmediği iddiası da temelsizdir.
ÖMER FARUK KORKMAZ HOCAEFENDİ
[1] Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nübelâ, X/200 vd.
[2] Ali el-Kârî, Şerhu Şerh-i Nuhbeti’l-Fiker, Daru’l-erkam, Beyrut-Lübnan, s. 263
[3] İbn Hazm, el-Mufadele beyne’s-sahabe,s. 239, İbn Sa’d, et-Tabakatu’l-kübrâ, II/110, Muhammed Kemaluddin Ahmed er-Râşidî, el-Mısbâh, 1998, B.I, Karaçi, I/61
[4] Hakim, el-Müstedrek, 6172, Bezzâr, Müsned, No: 932, Ebu Ya’lâ, Müsned, No: 636
[5] el-İzzî, a.g.e., s.241
[6] et-Tahâvî, Ebu Cafer, Şerhu Me’âni’l-Âsâr, Alemu’l-Kütüb, 1994, Baskı: I, IV/17
[7] es-Serahsi, Muhammed b. Ahmed, Usulü’s-Serahsî, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 1993, Baskı:I, I/341
[8] el-İzzî, a.g.e., s. 239
[9] İbn Sa’d, et-Tabakâtu’l-kübrâ, Daru sader, Beyrut, 1968, B.I, II/372
[10] İbn Kayyimi’l-cevziyye, İ’lâmu’l-muvakki’în, Daru İbn Hazm, Beyrut-Lübnan, 2013, B.I, s. 13
[11] Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî, Kitabu’l-âsâr, Daru’n-nevadir, Beyrut-Lübnan,2008, B.I, II/720
[12] Daha birçok misal için bkz. Metin Yiğit, İlk dönem Hanefi kaynaklarına göre Ebu Hanife’nin Usul Anlayışında Sünnet, İz Yayıncılık, 2013, İstanbul, s. 238 vd.