İlah Varsa Dünyada Neden Kötülük Var?
Soru: Şayet mutlak güçlü ve merhametli bir ilah varsa neden dünyada “kötülük”lerin olmasına izin veriyor?
Cevap: “Kötülük problemi” diye isimlendirilen bu soru M.S II. Yüzyılda Epikür ile ortaya çıkmış ve o zamandan günümüze ateistlerin kendileri için bayraklaştırmış olduğu bir sorudur. Hatta yarım yüzyıldan fazla ateist olarak yaşayan sonra hata ettiğini anlayıp yeniden inanmaya başlayan meşhur felsefeci Antony Flew’in küçük yaşta dinden çıkmasına sebep olarak getirdiği gerekçe de bu meseleymiş.[1] Zira mutlak iyi ve merhametli bir ilah, niçin hastalık yaratır veya neden cinayetlere izin verir? Bu meşhur suali birkaç açıdan ele alacağız. Lakin cevaba geçmeden önce üç noktaya temas edeceğiz:
a. Ateistler İçin İyi-Kötü Olabilir mi?
Ateistlerin birçoğu natüralizm ideolojisini benimsemiştir. Bu ideoloji de gözlem dışında herhangi bir gerçekliği kabul etmemek üzere kurulmuştur. Dolayısıyla ateistler gözlemden başka herhangi bir bilgi kaynağını yok sayarlar.[2] Onlar için soyut bir şey olamaz, gözlemlenen şey vardır gözlemlenmeyen ise yoktur. Halbuki koydukları bu kural da gözlemlenememektedir. Birçoğu düştükleri bu tutarsızlığın farkında da maalesef değildir. Sebebi ise akla gerekli ehemmiyeti vermemeleridir.
b. Gözlem ile Kötülük Mümkün mü?
Peki sadece gözleme bakılarak bir şeyin iyi veya kötü olduğu anlaşılır mı? Evrende her şey atomlardan teşekkül etmektedir. Öz itibariyle dağlar da denizdeki kum taneleri de güneş ve yıldızlar da atomlardan bir araya getirilmiştir. Olaya sadece natüralist-ateist nazarı ile bakacak olursak kâinatta gördüğümüz tek şey atomların birbirleri ile yer değiştirmeleri olacaktır. Hadise tamamen bundan ibarettir. Deprem de olsa, yağmur da yağsa, masum birisi tecavüze de uğrasa, haksız yere biri de öldürülse bu ideolojiyi benimsemiş birisi bunları iyi veya kötü diye vasıflayamayıp, izlemekle yetinmelidir. Çünkü mensubu olduğu ideoloji, eşyaya değer atfetmeyi manevî bir durum olacağından dolayı reddeder. En fazla deprem olmadan önce fay hatlarının gerilmesini bulduğu gibi zahiri sebeplerini bulmaya çalışır.
O zaman atomların hareketini izlemekten ibaret olan bu evrende hangi değerden, hangi ahlaktan, hangi iyiden ve hangi kötülükten bahsedilebilir? Onlar açısından güneşin doğup batmasıyla, deprem olup binlerce kişinin ölmesi arasında ne fark vardır? Birincisine iyi deyip ikincisine hangi gerekçe ile kötü diyeceklerdir? Zaten kendi dışkısını yiyen şahıs da dışkı yemenin kötü olmadığını söylemiş, gezdiği bir hayvanat bahçesindeki şempanzelerin birbirlerine dışkı ikram etmesini gerekçe göstermemiş miydi?[3] Bu mantığa göre kendi yavrusunu öldüren hayvanları gösterip de insanların yeni doğan bebeklerini öldürmelerini tavsiye etmesi önündeki engel nedir? Çok açık ifade edelim ki bu ideoloji ulusal bir güvenlik sorunudur.
Kısacası ahlak, iyilik, kötülük, güzellik ve çirkinlik tamamen metafiziktir. Bilimsel değildir, gözlemden öte bir şeydir. Dolayısıyla eğer birisi sizinle bu meseleleri tartışıyorsa bilimsellikten çıktığını, felsefenin veya dinin alanına girmek zorunda olduğunu fark etmelidir.
c. Kötülük Problemi ile Bir İlahın Yokluğu Neticesine Ulaşmak Mantıklı Değildir
Buradan en fazla çıkarılacak sonuç ilahın merhametsiz olabilme ihtimalidir. Dolayısıyla bu problemle ateizme gidilmez. Belki bozuk bir ilah inancına gidilebilir. Lakin birazdan getireceğimiz cevaplar ile İslam’a göre böyle bozuk bir inanca gitmenin de mümkün olmadığı inşallah görülecektir.
Bu iki önemli hususiyete dikkat çektikten sonra dünyada neden kötülük olduğu konusuna geçelim. Hemen belirtelim ki bunun birçok cevabı bulunmakla birlikte biz bazıları ile iktifa ettik ve bunları maddeler halinde sıraladık;
1. İmtihan
İslam, insana muazzam bir varlık anlayışı bahşeder. Müslümana göre bu kâinat tesadüfen var olmamıştır. Bizlerin de buraya tesadüfler zincirinin son halkası olarak geldiğimizi değil, yeryüzünün halifesi olarak yaratıldığımızı, burada sürekli imtihan olacağımızı ve neticesine göre cennet veya cehenneme gideceğimizi haber vermiştir.
Tüm bu varlık, bu güzellikler boşuna da halk edilmemiştir.[4] Şayet tüm bunlar anlamsız bir şey için var edilmiş olsa, öldükten sonra yokluğa karışacak olsak bu abes ve hikmetsiz bir davranış olurdu ki Allah Teala hikmetsizlikten ve abesle iştigal etmekten münezzehtir.
Hayatımızın her anı kıymetlidir. Müslüman yaşadığı her hâdisede imtihan olunduğunu aklından çıkarmamalıdır. Eline nimet geçse şükrünü eda etmeli, dara düşünce de sabretmeyi bilmelidir. Kur’an’da imtihan olacağımıza dair birçok ayet yer almaktadır. Birkaç misal verecek olursak;
«الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ»
“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk, 2)
«وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْأَمْوَالِ وَالْأَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ»
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneyeceğiz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 155)
«كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ»
“Her canlı ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilik ile deneyeceğiz; hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya, 35)
Kötülüğün Olmadığı Yerde İmtihandan Bahsedilebilir mi?
Ayetlerde görüldüğü üzere burada imtihan olacağımız, bundan kaçamayacağımız bir hakikattir. Peki kötülüğün, hastalığın, darlığın olmadığı yerde imtihandan nasıl bahsedebiliriz?
Yanlış şıkların bulunmadığı bir sınavdan yüz almak maharet değildir. Elbette hatalı seçenekler bulunacak ki imtihanın hakkı verilebilsin. Ayrıca bu dünya imtihanı herkese eşit seviyede de olmamalıdır ki imtihan olduğu anlaşılmasın.
Bu hayatta hiç zulüm olmasa bizim tarafımızın zalimden mi yoksa mazlumdan mı olacağı belli olmaz. Günaha çağıran şahıslar veya olaylar olmasa, nefsini efendisi edinmiş her dediğini yapan biri ile Allah rızası için senelerce nefsine köstek koyan veli kulların farkı nasıl ortaya çıkabilir? Karşımıza hiç tehlike çıkmasa cesaretli olmanın önemini nasıl anlayabiliriz?
Şunu da unutmamalıyız ki burası cennet değil. Asıl sorun bu dünyaya cennet muamelesi yapıyor oluşumuzdan kaynaklanmaktadır. Her arzu ettiğimizin olmasını, her canımızın çektiğini yemeyi istiyoruz ve bu olmayınca da neden olmuyor diye hayıflanıyoruz. Halbuki her istediğimizin olması ancak cennette mümkündür, dünyada değil.
2. Hikmet
Cenab-ı Hakk’ın bir ismi de el-Hakîm’dir. Hakîm, yaptığı her işi yerli yerinde yapan manasına gelmektedir.[5]
Her şeyin hikmetini bildiğimizi iddia edebilir miyiz? Değil Allah Teala’nın fiillerindeki her hikmeti bulmayı, bazen kulların fiillerindeki hikmeti bile anlamaktan aciz kalabiliyoruz. Mesela bir mühendis, işçilerinden birinden duvar örmesini istese ve kendisine gerekli malzemeleri tedarik etse, nasıl yapması gerektiğini de anlatsa, sonra işçi de oraya duvar örmenin gereksiz olduğunu düşünüp o işi yerine getirmese cezalandırılır. Çünkü olayı mühendis gibi kavrayamaz, hesabı onun kadar kuvvetli yapamaz.
Aynı şekilde kalbi durmuş bir adamın kalbini çalıştırmak için şok uygulayan ve göğsüne şiddetli masaj yapan bir cerrah düşünün. O esnada da adamın çocuğu olayı görse cerrahın babasına zarar verdiğini düşünebilir. Halbuki doktorun tek istediği adamın yeniden kalbinin atmasıdır.
Cenab-ı Hakk bizim misallerimizin elbette üstündedir. Fakat dünyada insanî ilişkilerde bile üst, astına emreder ve ast her zaman bunun sebebini de idrak edemeyebilir. Ama yerine getirdiğinde bu, onun menfaatine olur.
Allah Teala da bizim yapmamız gerekenleri güvenilir bir elçi vasıtasıyla söylemiş, nasıl yapmamız gerektiğini anlatmış ve onları idrak edecek akıl vermiştir. Ama “niçin” yaptığımız hususunda bizim kotamızdan kaynaklı bir sorun olarak istenilenlerin amacını tam olarak idrak edemeyebiliriz.
Hızır-Musa (aleyhimesselam) Kıssası
Kur’an’ı Kerîm’de Musa (aleyhisselam) ile Hızır (aleyhisselam) kıssası tam da bu noktayı anlatır. Kehf sûresinin 70-82 ayetleri arasında yer verilen kıssa kısaca şöyle cereyan etmiştir;
Hızır (aleyhisselam) kendisine Allah Teala tarafından ilim verilen bir kimsedir. Bundan haberdar olan Musa (aleyhisselam) onunla tanışmak ister ve bir vesile ile karşılaşırlar. Daha sonra birbirlerine yoldaş olurlar ama bu yolculukta Hızır’ın (aleyhisselam) tek isteği, Musa’nın (aleyhisselam) ona soru sormamasıdır. Anlaştıktan sonra yola çıkarlar. Bir müddet sonra Hızır’ın (aleyhisselam) gemiyi deldiğini gören Musa (aleyhisselam) ona sinirlenir ve “içindekileri boğmak mı istiyorsun” diye tepki gösterir. Hızır (aleyhisselam) “hani sormayacaktın?” diyerek anlaşmalarını hatırlatır ve ardından yine yola koyulurlar.
Hızır (aleyhisselam) bu defa bir çocuk öldürür ve Musa (aleyhisselam) yine “suçsuz masum bir cana mı kıydın?” diyerek tepkisini ortaya koyar. Hızır (aleyhisselam) tekrar anlaşmalarını hatırlatır ve Musa (aleyhisselam) kendisinden özür diler bir daha sormayacağını söyler.
Sonra bir köy halkına giderler ve Hızır (aleyhisselam) yıkılmak üzere olan duvarı tamir eder. Musa da (aleyhisselam) ona “isteseydin buna mukabil bir ücret alabilirdin” der. Bu noktadan sonra Hızır (aleyhisselam) artık dayanamaz ve ayrılma kararı alır. Ayrılmadan önce de yaptığı fiillerin iç yüzünü anlatır:
Olayların İç Yüzü
Gemiyi delmesinden maksadının ilerde her gemiyi zorla gasp eden kraldan muhafaza etmek olduğunu, çocuğu öldürmesinden maksadının sâlih ve sâliha kimseler olan anne babasını saptıracak olması, duvarı tamir etmesinden maksadının ise o duvarın şehirdeki iki yetim çocuğa ait olması ve duvarın altında onlara ait olan bir define bulunuyor olması, Allah’ın muradı ise çocukların o defineye olgunlaşınca nail olmasıdır.
Bu kıssa hakikaten ufkumuzu ciddi manada açacak mahiyettedir. Zahiren son derece tuhaf olan davranışların altında nice hikmetler yer almaktadır. Yolda yürürken takılıp düşmek bize kötü gelebilir ama o düşme vesilesiyle belki ölümcül bir trafik kazasından kurtulmuş olabiliriz.
Çok istediğimiz bir organizasyona katılamamak bizi üzebilir lakin orada girme ihtimalimizin bulunduğu günahlardan kurtuluyor olmak aklımıza gelmez. Ezcümle her olayın bir zâhiri bir de bâtını vardır. Tabiri caizse Cenâb-ı Hakk tablonun tamamına hâkim iken biz sadece bir pikselini görüyor ve o piksel üzerinden hüküm vermeye kalkışıyoruz.
“Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 216)
Devam edecek…
[1] Flew, Antony, Yanılmışım Tanrı Varmış, Profil Kitap, İstanbul, Baskı: 12, s. 52
[2] Tzortzis, Hamza, Hakikatin İzinde, Ekin Yayınları, İstanbul, Baskı: 2, 2019, s 39
[3] Bilgili, Alper, Bilim Ne Değildir?, Doğu Kitabevi, İstanbul, 2017, s.53
[5] Ebû Mansûr el-Mâturîdî, Te’vîlatü’l-Kur’an, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2005, Beyrut, 6/500.
İsmailağa Telif Bölümü