Yunan’ın adı yok, vurun Osmanlı’ya
İzmir’in Mason önlüklü Belediye Başkanı Tunç Soyer’in sözde İzmir’in kurtuluşunu anacağı törende Yunan’ın adını zinhar ağzına almayışı, buna mukabil Osmanlı Devleti’ne küfredercesine hakaretlerde bulunması en basit deyişle milletine ve tarihine hainliktir. Bu marazlı kafaya kalırsa Türk askeri 9 Eylül’de sanki Osmanlı’dan kurtarmıştır İzmir’i.
İzmir, Manisa, Uşak, Afyon, Eskişehir, Bursa, Bilecik ve çevresinin masum halkını 3,5 yıl çocuk, kız, kadın, yaşlı demeden süngüleyip tecavüz dahil her türlü alçaklığı sistematik olarak işleyen Yunan’a laf söyleme ama Osmanlı’ya hakaret et!
Şunu bilmeli herkes:
İzmir DÜŞMAN İŞGALİNDEN değil YUNAN, İNGİLİZ, FRANSIZ, İTALYAN her neyse onların işgalinden kurtarıldı.
Neden düşmanın adı saklanır peki? “Bebek katili Yunan”, “Alçak İngiliz”, “Katil Fransız” diyemiyorsunuz değil mi? Biz Batıya toz kondurmayan bu Yunansever dili iyi tanıyoruz Tunç Soyer!
Neden Yunanların Anadolu’da icra ettiği alçaklık ve zulümler unutturuldu bu millete? Neden düşmanın adı silinir tarihlerden? Her Allah’ın günü hatırlatılması ve çocukların kafalarına vurula vurula öğretilmesi icap eden Yunanların Anadolu’daki insanlık dışı katliamları hakkında neden bu kadar az şey biliyoruz?
Sebebi savaştan 7 yıl sonra Yunanistan ile dost olma sürecimizde yatmaktadır.
Devletler zaman zaman dost olur, ayrı. İlla savaşman gerekmez ama kalbinde bir buğz da mı kalmaz insanın?
Peki, aynı zarafeti Yunanistan bize karşı gösterdi mi? Şaka mı ediyorsunuz? O hem bizim dostluğumuzdan yararlandı, hem de Türk düşmanlığını çocuklarına aşılamaya devam etti, hâlâ ediyor. Her 29 Mayıs’ta papazların başını çektiği ağıtlar, ayinler gırla gidiyor. Düşman diye Türkü öğretiyor çocuklarına. Zerre kadar değişme yok Yunan’da ama biz maalesef o sakat tarih mantığıyla kitaplarımızdan işgalci Yunan’ın mezalim ve alçaklıklarını anlatan satırları çıkarıp yerine soyut bir DÜŞMAN lafı oturttuk.
Düşman aşağı, düşman yukarı…
Düşmanı yendik, düşmanı denize döktük, düşman kaçtı…
Ne demek düşman yahu? Bunun bir adı, sanı yok mu? İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan zulmü ünitesi bile yok. Soyut, anonim bir düşman icat etmişiz, gidiyor.
Hâlbuki o Yunan insanımıza ne zulümler etmiş, ülkemize ne zararlar vermiş, ne masum kanları dökmüştü. Bunun acı bilançosunu çıkarmıştık Lozan’dan önce. Hem de kim? Lozan’a gidecek olan İsmet Paşa.
Bakın 4 Ekim 1922 tarihli Vakit gazetesine neler demiş (Lozan’a gitmesine birkaç ay varken):
“Yunan ordusunun Anadolu dâhilinde yaptığı yıkımın bedeli 1 milyar 500 milyon Türk lirasıdır. Yunanlılar sadece Anadolu’da 280 bin ev yakmışlardı. Bir ev en az 1000 lira olduğuna göre, yanan evlerin toplamı 300 milyon lira tutmaktadır.”
Devam ediyor:
“Yunan askerlerinin soygunculuk şeklinde yaptıkları tahribat da müthiştir. Yakmadıkları köy ve şehirleri de soyup soğana çevirmişlerdir. 200 bin Yunan askerinin her biri 1000 lira soygun yaptığına göre toplam 200 milyon lira milli serveti soymuşlardır. Ayrıca işgal bölgelerinde koyun, keçi, sığır namına ne bulmuşlarsa alıp götürmüşlerdir. At ve develere “tekalif-i harbiye” (harp vergisi) olarak el koymuşlardır. Bunların toplamı da milyonları bulmaktadır.”
Güya Yunanların yanına kâr kalmayacakmış yaptıkları:
“Son olarak zorla Osmanlı nakit paralarını toplamış ve değerinden yüzde 60-70 eksiğine drahmiye çevirmişlerdir. Bunlar hatırlayabildiklerim. Bütün bu zararlarımızı Yunanların yanına bırakmayacağız. Santimine kadar tazminini isteyeceğiz.”
Gelin görün ki Lozan’da Yunanlar, İngilizler üzerinden harekete geçti ve tek kuruşumuz yok, hatta inanmayacaksınız “bizim de savaş zararlarımız var, biz de Türklerden onları istiyoruz” bile demişlerdi. Pişkinliğe bakın siz. Eğer orada birazcık karakteri olan bir heyet olmuş olsaydı masaya yumruk vurup çekip gelmesi gerekirdi. (Seha L. Meray’ın Lozan Tutanakları’nın c. 4, sayfa 94-95’te geçmektedir bu sözler, yanda okuyacaksınız.)
Lord Curzon da “Yunanların bu borcu ödeyebilecek maddi durumları yok” diye üsteleyince İsmet Paşa blöfe razı olmuş ve TBMM’de “Neden tazminat almadan döndün?” diye sorulunca “Adamların paraları mı var ki isteyelim” diye Yunanları savunmuştu.
Hâlbuki aynı Yunanlar, Amerika Birleşik Devletleri’ne olan borçlarını savaş sonrasında tıkır tıkır ödemişti. Bakın 14 Mayıs 1929 tarihli Akşam gazetesi ne yazmış:
“Yunanistan harp borçları: Matbuat (basın) harp borçları meselesi hakkında Yunanistan ile aktolunan (imzalanan) son itilâfın (uzlaşmanın) ihtiva etmekte olduğu şartları neşretmektedir. Yunanistan, Amerika’ya 62 sene müddet senevî (yılda) 15 milyon dolar tediye edecektir (ödeyecektir).”
Yılda 15 milyon dolar ödeyecek kudreti olan Yunanistan’ın kasasında bize ödeyecek tek kuruş yokmuş, öyle mi? Dua edin ki gülünecek zaman değil.
Oysa TBMM bizim çıkarlarımızı savunsun diye göndermişti İsmet Paşa ve ekibini, Yunanların haline bizi acındırması için değil.
Tam da bunu söylüyorum işte.
Neden Yunan yerine Osmanlı’ya düşman bir nesil yetiştirildiğini bu ipucundan çıkarırsınız artık.
Rahmetli Kadir Mısıroğlu Yunan Mezalimi adlı öncü kitabında şöyle yazmıştı:
“Bizi, en büyük zaafımız afvetmek ve unutmak bu hale getirmiştir. (…) Millete karşı işlenmiş hiyânetleri afvetmeye, milletten başka kimsenin hakkı olamaz!” (Sebil: 1992, s. 45)
Falih Rıfkı Yunan mezalimini anlatıyor
Her tarafta bize yangın ve cinayet faciaları anlattılar. Yollar üzerinde kurumuş, madde haline gelmiş eski Türk cesetlerine rastgeldik. Oğlunu kaybeden her ananın ıstırabı bir olduğu için, Afyonkarahisar, Kütahya ve Bursa analarının acısı Manisa’da bıraktığımız kadınların eleminden daha aşağı değildi… Sakarya’dan Marmara, Akdeniz ve Boğaz sahillerine kadar her taraf bir alevin ve bir bıçağın altından kalktı. (…) Bu faciayı her gün hatırla. Yüzbinlerce Türkü teselli etmedikçe bize bu hürriyet ve şeref helal değildir.” (Falih Rıfkı Atay, İzmir’den Bursa’ya, Atlas: 1974, s. 85)
Mustafa Armağan – Yeni Akit