Müslüman namazdan nasıl haz alır?
Sürgündeyiz… Sürgünümüz Şeytan’ın hilesiyle başladı.1 İblis, Büyük babamız ve annemiz Hz. Adem ve Havva’ya geldi; Allah’ın yasakladığı, Yaklaşmayın!” buyurduğu ağacı işaret etti ve “Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve son bulmayacak bir hükümranlığın yolunu göstereyim mi?”2 dedi. İkisi de İblis’e kandı; ağaçtan yedi, avret yerleri açıldı ve “İkiniz birden inin oradan, birbirinize düşman olarak!”3 hitabına muhatap olup dünyaya sürgüne gönderildiler.
Gözlerimizde Cennet manzaraları, içimizde Cennet solukları olduğu halde yine Cennet’e dönmek istiyoruz. Bu yüzden en güzel konaklara, en müzeyyen bahçelere “Cennet gibi” der müslüman, Cennet’e olan iştiyakından… Arzumuzsa Rabbimiz’in cemâlini görmek…
Namaz, Cennet’e dönmeye vasıta, Hakk’a ermeye mîrâçtır. Yol namazla açılır, sürgün namazla biter, yerler göklere, yürekler Rabbu’l-Âlemîn’e namazla sıla yapar.
Namaz, Allah Teâlâ’nın rıdvânına nail olma arzusudur. Bu yüzden namaz kılmak, onun hakikatine erene kolay, suretinde kalana ise zordur. Zorları daha da zorlaştıran ise Şeytan’ın sürekli güncellenen tuzakları ve taarruzlarıdır. İblis’in dört bir yandan gelip insanı şükürden alıkoyma operasyonları insanlık tarihi kadar eskidir.4
Allah-u Ekber, İblis’in saldırılarını püskürten çelik bir kale gibidir. Bu yüzden namaza çağrı da, namaz da Allah-u Ekber’le başlar. Şeytan ezanı duyunca sırtını döner kaçar. Bitince tekrar geri gelir. Namaz için kamet edilince yine arkasını dönüp kaçar. Kamet bittiğinde yine gelir ve kişi ile nefsi arasına sokularak ona, “Falan şeyi hatırla, falan şeyi hatırla!” der. O da namazdan önce aklında olmayan şeyleri hatırlatır; neticede insan kaç rek’at namaz kıldığını bilemez olur.5
Mâsivâdan Mâverâya
Namaz, amel planında mâsivâdan mâverâya atılan ilk adımdır. İftitah tekbiri ise bir âlemi diğerine bağlayan köprü hükmündedir. Tekbir, yürekle söylenirse Şeytan bir daha o namaza müdahale edemez.
Namazda eller kaldırılırken değil, indirilirken tekbir alınır. Birinci fasıl kelime-i tevhidin nefy/reddetme aşamasını, ikinci fasıl ise isbatı yani “illallah’ı/Allah’tan başka ilah olmadığını” anlatır.
Namaz, vuslattır. Mümin vuslata ermenin heyecanıyla ellerini kaldırır; lisân-ı hâliyle, “Kovulduğum Cennet’e tekrar dönmek istiyorum; kovulmama sebep olan Şeytan’ı da arkaya ittim, mâsivâya dair her şeyden kopup geldim, yönelişimi kabul eyle Ya Rabbi!” der.
Para sayan, dost-düşman eli tutan, mal alıp mal satan ellerin omuz hizasında; baş parmağın kulak yumuşağında olmasının manası, “Azametin karşısında teslim olduk Ya Rabbi!” demektir. Aynı manzara tavafta da vardır. Müminler tavafa başlarken, “Bismillah-i Allah-u Ekber” der. Lisân-ı hâlleri şunu söyler, “Ya Rabbi! Kulluğuna, yârlığına, rızanı kazanmaya geldik.” Tekbirden sonra eller bağlanır. Gözler ise secdegâha bakar. İmam-cemaat herkes “Sübhânekellahümme ve bi-hamdik.” diye başlayan duayı okuyarak, “Verdiğin bütün nimetler karşılığında tesbih sana Allah’ım.” der. Neden kıyamda ilk önce “sübhâneke” ya da diğer mezheplerin sena muhtevalı duaları okunur? Her arz-ı hâlden önce bir teşekkür faslı olur, sübhâneke de namazın arz-ı hâlidir. Ya da müslüman “Sübhâneke”yi okuyarak, “Ben hakikatte huzuruna gelmeye layık değilim, günahım çok; ben mücrimim Allah’ım, sen çağırdın da geldim, söze seni ta’zim ederek başlıyorum.” der.
Kıyamda, Senâdan/Sübhâneke’den sonra “arz-ı hal” başlar. Fatiha her kuşaktan, her kadrodan insanın şükür, hamd, misak ve dua cümlelerinden oluşan bir yakarışıdır. Bir doktorun yazıhânesinde hastalığın emârelerini anlatan muzdarip bir hasta gibi, mümin de Fatiha’yı okuyarak Rabbi’ne gam-ı kederini arz eder.
Namaz süslü elbiseler, şatafatlı mikrofonlar eşliğinde akdedilen bir arz-ı endam değil, yalnız Allah’a yapılan bir arz-ı hâldir. Bu yüzden namazda sûret ve şekil değil, ruh ve mânâ öne çıkar. Ruh ve mânâya vâkıf olanlar ise Huzur’a en güzel elbiselerle çıkar.7
Ben-î Âdem’e taarruzunu anlatırken (ثُمَّ لَآتِيَنَّهُم مِن بين أيْدِيهِمْ ومِن خَلْفِهِمْ) önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara geleceğini söyleyen İblis, ona sürekli vesvese verir. Neticede insan namazda, namazdan gafil olur. Rükuyu, secdeyi unutur; aşla, işle, eşle meşgul olur.
Şakîk-ı Belhi der ki: “Her sabah kalktığımda Şeytan vesveseleriyle gelip; “لا تَخَفْ فإنَّ اللهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ/Neden bu kadar korkuyorsun, neden bu kadar namaz kılıyor, neden bu kadar sadaka veriyor, takvayı kuşanıyor, dünya nimetlerinden uzak duruyorsun? Allah غَفُورٌ رَحِيمٌ , Allah bütün günahları affeder, o merhamet sahibidir. Korkma!” diye karşıma dikilince ona diyorum ki; “Evet! Rabbim Gafûr’dur, Rahîm’dir. Lakin O, (وإنِّي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ و آمَنَ وعَمِلَ صَالِحاً ثُمَّ 8(اهْتَدَي “Ben tövbe eden, mümin olan, salih amel işleyenler için gaffarım.” buyuruyor. Evet, Hz.Muhammed (s.a.v.)’in öğrencilerinden Ka’b b. Mâlik, Ümeyye ve Murâre gibi Hakk’a yönelen, bütün genişliğine rağmen dünya kendilerine dar gelen Allah’ın müttaki kulları için O Gaffar’dır. Hem tövbeye sadakat gösteren, hem namaza devam eden, hem faizin haram olduğuna iman eden ثُمَّ اهْتَدَى ve bu hali ölene kadar koruyanlar için Allah Azze ve Celle Rahîm’dir. Bütün bu karşı hamlelere rağmen İblis durmaz, ya her namazda bir kaç defa ya da farklı zaman ve mekanlarda taarruzlarına devam eder. Bazen bir babaya yaklaşır ve der ki; “Günde en az 5 defa Rabbinin huzuruna çıkıyor, namaza şu kadar vakit ayırıyorsun. Böylece çocuklarının yarınlarını riske atıyorsun. Çalışmalısın. Hem Allah çalışana vereceğini vadediyor. Bu kadar yoğunluk içinde kalkıyor, makaleyi bırakıyor, hastayı bekletiyor, dükkanı kapatıyor, müşteriye ‘Bekle.’ diyor, Rabbinin huzurunda namaza duruyorsun. Neden ibadete bu kadar zaman ayırıyorsun, çalışmanın da ibadet olduğunu bilmiyor musun?! Hadi evde kılmanı ibadet özgürlüğü bağlamında değerlendirelim. Peki ya şu camiye günde şu kadar defa neden gidiyorsun?” İblis mümin babaya, “Hani, çocuklarının nafakası için ne yaptın?” diye sorduğunda, baba, ona, “Ey İblis! Sen bilmiyor musun ki Cenâb-ı Hak kitabında sadece insanların değil aklı olan ya da olmayan yeryüzünde yaşayan bütün canlıların rızkını tekeffül etti. (وَمَا مِن دَابَّةٍ فِي الْأَرْضِ إِلَّا عَلَى اللَّهِ رِزْقُهَا) Peki sen nasıl oluyor da beni çocuklarımın nafakalarıyla tehdit ediyorsun?”9 der.
İblis, kendini müminin namazını bozmaya memur ve mecbur addeder. Bunun içindir ki “sübhâneke”den sonra “istiâze” yapılır, ‘‘eûzü’’ okunur. Müslüman, “Kovulmuş Şeytan’dan sana sığınıyorum.” diyerek şunu ilan etmiş olur: “Ya Rabbi! Ben yüreğimi, namazımı, imanımı yalnız başıma koruyamam, sana geldim sana sığındım, beni himayene kabul et!”
İstiâze’nin kuvvetiyle söylenen, “Bismillah” da hem bir niyaz, hem bir vakar var. Valinin, başkanın, kralın adıyla değil, Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Fatiha
Fatiha bir ba’su ba’de’l-mevt’tir. Hamd’le münasebeti olan ilk üç ayetinde müminler şunu söyler: “Çocukluktan beri beni koruyan, terbiye eden, konuşmayı,yürümeyi öğreten, organlarım gibi beni de terbiye eden Allah’ım! Ne kadar senâ, ne kadar övgü, ne kadar hamd varsa hepsi sanadır.”
Mümin, Fatiha’nın ikinci bölümünde, Hamd’den sonra yaptığı ya da terkettiği neler varsa topyekün hepsi adına bir ikrarda bulunur: “Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım isteriz.” der. Bu yüzden, hayatının bütün kareleri için bu âyet bir serlevhadır. Saraylarda, sokaklarda onu hatırlar ve bu yüzden hep dik durur müslüman.
“İlk üç ayette hem sena, hem sıfat ve esmânın hülâsası, hem de tesbihin ilanı var. Müslüman, bu ayetlerle muvahhidler kadrosunda olduğu şuuruna erer, ardından da, “Sadece sana ibadet ediyorum.” diyerek ibadetle şirk arasını kesin çizgilerle ayırır. Fatiha’da üçüncü aşama duadır. Muvahhid, اِهْدِنَا الصِّراطَ الْمُسْتَقِيمَ diyerek mahir bir tabibin yanında hâlini arz edip çare arayan hasta gibi, “Devayı buldum. Tek muradım bu hal üzere kalıp, sana kulluk yapmaktır. Beni dünyanın bütün kötülüklerinden kurtar, ayaklarımı ‘sırat-ı müstakîm’de sabit kıl! Bizi nimet verdiklerinin, Hz.Muhammed’in ve bütün peygamberlerin yolunda var et!” diyerek niyazda bulunur. Müslüman o yola girince evde, işte, sokakta, hayatın bütün şubelerinde Şeytan’dan korunmuş olur.
Rahatlayana Kadar Değil,
Şifa Bulana Kadar
Fatiha’dan sonra da münacaât devam eder. Çünkü insanlar maddi ve manevi hastalıklarına çare ararken rahatlayana kadar değil, şifa bulana kadar tedavi olur. Ruh da Müminler için hem şifa, hem rahmet olan10 Kur’an-ı Kerim’i daha çok okumayı arzular. Fakat önce Allah Rasulü’nün talimatına uyup, Fatiha’dan sonra “amîn” der yani “duamızı kabul buyur Ya Rabbi!” diyerek niyazda bulunur. Fatiha, dertlerin Hakk’a arzı, “amîn” dertlerin izalesi için yakarma, Kur’an-ı Kerîm de şifa olduğuna göre bir müddet daha okumalı. Fatiha’nın karşısındaki “Bakara Sûresi” de “ذَلِكَ الْكِتَابُ/Bu Kitap” diye başlayarak fiili duanın ne okunarak gerçekleşeceğini gösterir. Dua edip kurtuluş reçetesi isteyenlere Kur’an-ı Kerim, “Bu Kitab”11 diyerek kendini işaret eder. Allah Teâlâ da umumi manada namazda Kur’an-ı Kerim okumayı emreder;12 muttakilere yol gösterir, muzdariplere şifa olur. Ruhtaki her nevi hastalığın devası O dur; riyayı, gururu, hasedi, kibri, nemîmeyi o temizler. Yeter ki insan temizlenmeye niyet etsin! Bunlar her şeye kâdir olan Allah Azze ve Celle’nin ayetleridir. Eğer hazırsan senin ruhunda da tecelli eder. Kur’an-ı Kerim ilaçtır lakin şifayı Allah Azze ve Celle yaratır. Bu da ihlasa bağlıdır.
Tesbih: Hakk’a kavuşma Arzusu
“Secde et, yaklaş!”13 buyruğuna râm olup eğilir, rükûda bütün bir kainatın lisân-ı hâliyle Allah’ı tesbih ettiğini işitir gibi olur mümin. “Öyleyse yüce Rabbi’nin adını tesbih et!”14 âyeti ona “hadi sen de tesbih et” der ve o da “Sübhâne Rabbiye’l-Azîm” diye karşılık verir. Tesbih, yüreğin derinliklerinden gelen bir kavuşma azmidir: “Ben geldim Ya Rabbi! Ruhumdaki bütün kirleri temizlemen için huzuruna vardım! Seni tesbih ediyor, seni ta’zîm ediyorum.” diye niyazda bulunur.
Tekbir sesiyle kaçan İblis, fırsat bulunca yeni bir vesveseyle geri döner ve rükudaki mümine, “Acaba Allah senin yakarışlarını duyuyor mu? Altı milyar insan ve şu kadar mahlukât arasında senin tesbihatın ona nasıl ulaşır?!” diyerek yine vesvese verir. Sen de umutsuz bir halde doğrulurken “semia’llahu li-men hamideh” der, hakikatte ise şunu söylemiş olursun: “Hamd edenleri duyan, onlara icabet eden, darda kalanlara, yoksullara, yetimlere, dul kadınlara, biçarelere imdat edip ihsanda bulunan Allah Azze ve Celle, ihlasla hamdedenin duasına icabet etti.”
Baş Yerde, Yüz Secdede
“Semia’llahu li-men hamideh” göklerden gelen bir berattır. Bu yüzden “Kavme”15 bir şehrâyine benzer. Rukûda “tesbih”, kavmede “tahmid” var. Haline hamdeder müslüman. Çocuklar gibi şen bir halde sanki ruh şöyle mırıldanır: “Ya Rabbi! Lutfettin, nimetler ihsan ettin, bütün bunların üstüne benim gibi biçâre bir kulun hamdini duydun, ona karşılık verdin. Peki ben bunlara nasıl şükredebilirim?” Söz bulamaz ve cevap olarak secdeye gider. Ruh münacatına devam eder ve sanki şöyle der: “Ya Rabbi! Başım yerde, yüzüm secdede. ‘Rabbinin yüce adını tesbih et!’16 emrine uyup bütün mahlûkât ile ‘Sübhane Rabbiye’l-â’lâ’ diyor, tesbihin yalnız sana olacağını ilan ediyorum.”
Kul, Rabbi’ne en yakın olduğu secdede kalmak, orada son nefesine kadar tesbih etmek ister fakat hayatta onu bekleyen ödevler vardır. Bütün bunlar adına kıyam etmek ister fakat o esnada Allah Teâlâ’nın secde emrine muhalefet edip gururuna mağlup olan, secde etmekten istinkâf eden, büyüklenen ve kafir olan Şeytan’ın hali aklına gelir ve tekrar secdeye gider;أَبَى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِرِينَ. 17
Namaza başlayanla namazı bitiren, Hacc’a gidenle Hacc’dan dönen arasında derin farklar olur ya da olmalıdır. Çünkü ibadetler insanı “fıtrat”a döndürür. İlk günün sâfiyetine kavuşur müslüman namazla. Bu yüzden secdeden kalkıp namazdan ayrılan müminde, hayatı namaza uyarlamak heyecanı vardır.
Selâm
Namazdasınız, ka’dede oturdunuz; birazdan dünya işine geri döneceksiniz. Tahiyyat duasını okuyor; dil, beden ve malla yapılan bütün ibadetlerin Allah için olduğunu ikrar ediyor, Allah’a ta’zîmde bulunuyorsunuz. Sonra size kulluğu öğreten Hz. Ebu Bekir’in, Ömer’in, Osman’ın, Ali’nin hocası Hz.Muhammed’e selâm gönderip, “Es-selâm-u aleyke eyyühe’n-nebiyyü/Selâm senin üzerine olsun Ey Nebi!” diyorsunuz. Bu tesadüfen verilmiş bir selâm değildir. Hz. İsa’dan sonra kapanan Allah yolunu tekrar açan, insanları putların ve tağutların önünde eğilmekten kurtaran; acıların ve çilelerin devası olan namazın nasıl kılınacağını öğreten Peygamber-i Ekber’i ﷺ selâmlamaktır.
Âlem-i İslâm’ın bütün noktalarıyla Medine arasında günün 24 saatinde kesintisiz bir irtibat vardır; Şam’dan, Kahire’den, Ankara’dan, Konya’dan Medine’ye selamlar gider, icabetler döner.
Namaz; Allah’a ulaşma, Rasûl’e selâmdır. Allah’a ve Rasûlü’ne iman eden herkes, müslümanın duasından nasibini alır; ”es-Selâm-u aleyna ve a’lâ i’bâdillâhi’s-sâlihîn/Selâm bizim ve salih kulların üzerine olsun.” Bu kelimelerle Allah’a yalvaran her mümin, her namazda Mısır, Suriye, İsrail ve Çin zindanlarındaki kardeşlerinin kurtuluşu için de dua eder. Hama’ya, Hımıs’a, Haleb’e, Şam’a, Musul’a selam olsun, yürekler huzurla dolsun; saf saf olan müminler, müttakiler, mücahitler, murâbıtlar zaferle şaduman olsun. Selâmlamadan sonra tekrar Allah Rasûlü’ne ﷺ salat edilir, Dünya ve Ahiret saadeti niyaz edilir.
Her Namaz Bir Mekteptir
Her namaz bizi ruh kökümüze bağlayan, niçin yaratıldığımızı bize anlatan bir mektebtir. “es-Selâm-u Aleykum ve Rahmetullah” ise o mektepten mezun olurken alınan diploma hükmündedir. Nasıl ki diplomalar millet huzurunda alınır, “selam”da da önce sağdaki, sonra da soldaki müslümana selam verir ve şunu demiş olur: “Kardeşim! Namaz mektebinin kıyam, rukû, secde, ka’de sınıflarında ayrı ayrı dersler aldım, nefsimi tezkiye ve terbiye ettim. Bundan sonra benim dünyamda haset, gurur, enâniyet, nefret olmayacak. Ben senin, sen de benim kardeşimsin. Sana gelen zarar bana da gelmiştir.”
Namaz; mümine nerede, nasıl durması gerektiğini öğretir. Efendimiz’in namazını, kıyamını, rukûsunu, secdesini Cennet solukları gibi içine çekenler, namazdaki halleri hayata taşıdılar. Huzur-u İlahî’de ellerini bağlayan bir mümin evinde, işinde, okulunda da aynı hal üzere olur, “Ya Rabbi! Namazda kıyamda duruyor, nasıl senin rukû ve secde emirlerine uyup sağa sola dönmeden rukûya varıyor, secdeye kapanıyorsam, hayatta da teslimiyetim sadece senin nizamın İslâm’a olacak, secde emrine iktida ettiğim gibi bütün emirlerine ve yasaklarına da ittiba edeceğim.” demiş olur.
Ruhun Namaz Hali
Beden, selâmla namazdan ayrılır; ruhun namaz hâli ise ölüm gelene kadar devam eder. Namazın bedenden ayrılması izâfî, onda bekâsı ise daimidir. Bu yüzden selâmla bir sonraki vakitte tekrar dönmek üzere beden namazdan ayrılır. Ayrılması gerekir. Çünkü nafaka temin etmek, farzdan sonra emredilen diğer bir farzdır. Bu yüzden Allah Azze ve Celle Cuma’ya dair şöyle buyurur: “Namaz kılındı mı artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasib arayın.”18
Müminin Sınav Kağıdı: Namaz
Namaz sonrası hayat, namazın sınav kağıdı gibidir. Mümin namazda verdiği sözlere ne kadar sadakat gösterip göstermediği noktasında imtihana alınır. İŞ, AŞ, EŞ fasılları imtihanın önemli maddeleridir.
Saatler sonra tekrar ezan okunmaya başlar: “Allah-u Ekber, Allah-u Ekber…” Camide yetişen, kalbi camiye bağlı genç tekrar döner namaza. Camiyi hayatın merkezi kabul eden; evi, çarşıyı, devleti camiye göre şekillendiren bir millet yapısında namazlar ihsan makamında kılınır. Bu yüzden müminler Allah’ın âyetlerini okurken Hz. Ömer’in hâlini yaşarlar. Bir gün mescide geç gelip en arka safta namaza duran Abdullah b. Şeddad, “Ben acımı ve hüznümü ancak Allah’a arz ederim.” mealindeki âyeti okurken Hz. Ömer’in içini çeke çeke ağladığını nakletmişti.19
Mekke’den Medine’ye hicret ederken yalnız başına şehirden ayrılan, Kureyş’in liderlerine “Benimle savaşmak isteyen varsa buyursun!” diye meydan okuyan Hz. Ömer’in de kendinden geçercesine ağladığı yerdir namaz.
Müslüman “Allah-u Ekber” diyerek başladığı namazla nerede durduğunu bilirse kıyamı kıvam, secdesi sıla olur ve neticede Allah Rasûlü ﷺ gibi titreyen bir yürek, ateşteki bir tencere gibi fokurdayan bir sadırla namaz kılar.20
Yüreğine sahip ol! Nerede niçin durduğunu hatırından çıkarma! Şeytan’ın taarruzlarına karşı âgâh ol! Al namazı; eve, işe, okula götür. Herkesi ilahi hükümler önünde secde şuuruyla eğilmeye davet et!
Namaz, insan gibidir. Hem sûreti, hem de ruhu vardır. Biri yoksa diğeri de hükümsüzdür. Namazların sûretle kılındığı bir çağda, ne kıyam kıvam, ne de secde sıla olur. Böylece namazlar camide mahbus kalır. Bu yüzden İslâm Coğrafyası’nda neşredilen gazetelerde Suriye’de, Irak’ta, Gazze’de, Arakan’da ölen çocuklar ancak iç sayfa haberi olabilirken, İngiliz sarayında doğan bir çocuk günlerce manşetlerde kalır.
“Allah intikam sahibidir.” âyeti Salahaddin Eyyubi ile Hıttîn’de, Yavuz Sultan Selim’le Çaldıran’da tecelli etmişti. Eğer biz de namazları sûretten öteye taşıyabilirsek, ibadetlerimiz canlanacak, kanatlanacak, tutsak İslam şehirlerine diriliş solukları taşıyacak. Namazdaki, “es-selâm-u aleynâ ve alâ ibâdi’l-lahi’s-sâlihîn” duası nereye kadar ulaşıyorsa, gücünüz de o kadar mesafelere bâliğ olacak.
Ey acıların çocuğu! Ruhsuz namazlarımız sizin için kanatlanamadı. Bu yüzden Selahaddin gibi, Hüdavendigar gibi, Yavuz gibi bütün zalimlere karşı sizi müdafaa etmek için geremedik kanatlarımızı. Selamın da, tahiyyat duasının da gereğini yapamadık.
Bütün bunlar içerisinde tek bir şeye seviniyorum, o da hala hüzünlenebiliyor, perde kapanınca keyif yapanlardan hala nefret edebiliyoruz.
Medet yâ ilahi, medet!
—–
1- Tâ Hâ: 120-3.
2- Tâ Hâ: 120.
3- Tâ Hâ: 121-123.
4- Bkz. A’raf: 17.
5- Buharî, H. No: 608; 1222; 1231; 1232; 3285.
6- Bkz. A’raf: 31.
7- (İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sırat-ı Mustakîmin’e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.el-Âraf, 7, 16.
8- “Şüphe yok ki ben, tövbe edip inanan ve salih ameller işleyen, sonra da doğru yol üzere devam eden kimse için son derece affediciyim.”Tâhâ, 20, 82.
9- Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Her birinin (dünyada) duracakları yeri de, (öldükten sonra) emaneten konulacakları yeri de O bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır.Hûd, 11, 6.
10- İsrâ: 82.
11- Bakara: 2.
12- Müzzemmil: 20.
13- Alak: 19.
14- Vakıa: 74.
15- Rukûdan kalkıp doğrulmak.
16- A’la: 1
17- Ve meleklere: “Âdem’e secde edin.” dediğimiz zaman İblis hariç, (onlar) hemen secde ettiler. (İblis) direndi ve kibirlendi. Ve kâfirlerden oldu.el-Bakara: 2, 34.
18- Cum’a: 10.
19- Buhârî, “Cemaat ve İmamet”, 41 سمعت نشيج عمر وأنا في آخر الصفوف يقرأ؛ “إنما أشكو بثي و حزني الى الله”
20- Ebu Dâvud, “Salat”, 904.
İHSAN ŞENOCAK HOCAEFENDİ