Ebubekir Sifil Hocaya sen bu ilmi nereden aldın dediler
Eserlerinizde muhteşem bir bilgi birikimi var. Bu derinliğe nasıl ulaştınız? Nasıl okursunuz? Ebubekir Sifil günde kaç saat çalışır efendim?
Şimdi hayatla bağlantımızın çok canlı olduğunu söyleyemeyeceğim. Sıklıkla yaşadığım bir arıza bu, öyle oluştu, öyle gelişti: ben geceleri çalışırım. Yani insanlar uykuya yattıktan sonra çalışma odama geçerim ve sabah namazına kadar çalışırım. Eğer bir yoğunluğum varsa bu çalışmayı yalnız gecelere hasretmem. Gündüze de yayılır. Zaman zaman bulunduğum odayı hiç terk etmemecesine 24 saat, 48 saat o odada yatıp kalktığım, çalıştığım olur. Hatta şunu da söylemekte bir beis görmüyorum.
Çalıştığım mekânda bir yatağım var benim. Orada yatar kalkarım. Geceleri çalışırım dediğim gibi. Sabah namazına kadar… Sabah namazını kılıp yatarım öğlene kadar. Sonra, işte, ev işleri, aile bireylerine karşı sorumluluklar vs. Akşam olunca tekrar aynı sisteme geçerim. Bu şekilde devam ederim.
Kitap okurken mutlaka not tutarım. Bunu çok önemsiyorum ve tavsiye isteyen arkadaşlara, kardeşlere de bunu mutlaka söylüyorum. Kitabın kenarına not yazmam. Mutlaka ayrı bir kâğıda yazarım ve onu bir yerde bilgisayara geçerim. Şimdi son zamanlarda bilgisayarın sunduğu bir imkân var “onenote” diye bir program var. Çok güzel, muhteşem bir fişleme programı. Gerçi ben ondan önce iki ayrı fişleme programı kullandım. Şimdi onları da “onenote”a aktarma sıkıntısı var. Bakalım ne ara zaman buluruz ona. Mutlaka notlandırarak, kâğıtlara yazarak, detaylı bir şekilde başlıklara ayırarak ve onları mutlaka bir yerde, bir depoda biriktirmek gerekli. Yazdığınız her not ayrı bir yerde durursa bu da istifadeli olmuyor. Onları bir yerde biriktireceksiniz, tasnif edeceksiniz ve dönüp zaman zaman okuyacaksınız.
Bu önemli bir şey… Ben şimdi zaman zaman dönüp notlarıma baktığım zaman çok önemli konularda önemli notlar aldığımı görüyorum. Şu anda zannediyorum piyasada kalmayan “Modern Fetvalar, Çağdaş Hurafeler” diye bir kitap yazmıştım ben. Bunu bir yayıncı istemişti. “Ramazan fuarı öncesi, bir aylık bir süremiz var ve ben bu kitabı ramazan fuarına yetiştirmek zorundayım hocam. Bana bu kitap lazım. Bunu yazar mısın?” demişti bana. Bu fişlemenin insana sağladığı avantajı ifade etmek için söylüyorum… Zannediyorum 300 küsür sayfadır o kitap. 1 ayda yazdım onu. O notlama ve fişlemenin sağladığı bir avantaj bu. Dolayısıyla mutlaka fişleyerek, notlandırarak okurum. Piyasada yeni çıkmış her kitabı çok düzenli olarak, zamanında takip ettiğimi söyleyemem.
Tabii bu bir arızadır. Özellikle günlük yazan bir insan için. Ama bunu da belli bir sıralamaya koymak zorundasınız. Piyasayı takip etmek zorundasınız. Ve gelen malzemeyi de mutlaka belirli bir düzen içinde okumak, hazmetmek, notlandırmak zorundasınız. Bir bu var bir de bizim kaynaklarımız var. Yani piyasada çıkan yeni kitapları okumaya zamanınızı hasrederseniz bu kaynaklardan uzak kalıyorsunuz. Kaynak okumak derken biz farklı bir şey anlıyoruz belki. İzin verirseniz ona da bir miktar açıklık getirelim. Biz kaynaklara ihtiyaç duyulduğunda başvururuz. Yani herhangi bir fıkıh kitabı, herhangi bir hadis kitabı, herhangi bir tabâkât kitabı, tarih kitabı… Bunlara biz iş düştüğünde bir parça bilgi elde etmek için başvururuz.
Adı da başvuru kaynağıdır zaten. Ama bu doğru değil. Bu yanlış bir telakki… Kaynakları baştan sona okumak zorundayız. Bizim kadim eğitim sistemimizde bu yapılıyordu. Bir talebe -kendi başına da değil- hocasının nezaretinde, hocasının gözetiminde, ya birileri okur o da o mecliste hazır bulunur… “Hadde sena ful’an semâ’an” diye bir tabir var mesela bizde. Özellikle hadis ilimlerinde… İlim meclislerinde hoca oturur, onun bir eserini talebelerden birisi okur, diğerleri dinler, not alır ve o kitabı o hoca onlara rivayet etmiş olur bu suretle. “Hadde sene ful’an kırâ’aten” diye bir tabir var.
Hocanın huzurunda o kitabı o talebe kendisi okumuştur, hoca dinlemiştir, ona icazet vermiştir. Bu kitabı kendisi okuduğu için kırâ’aten almıştır o icazeti. Dinleyen de semâ’an almıştır. Dolayısıyla bizde kitaplar baştan sona bilenin işrafında, nezaretinde okunarak ilim alınırmış. Şimdi biz bu kitapların adını başvuru kaynağı koyduk. Bunlara biz ihtiyacımız olunca başvuruyoruz. Bu ilmi hayatı önemli ölçüde köstekleyen bir anlayış… Kitap baştan sona okunur. Kaç cilt olursa olsun baştan sona okunmalıdır. Bizim bir taraftan yürütmeye çalıştığımız böyle bir şey de var. Bir kitabı elinize aldığınız zaman onu baştan sona okuyabilmelisiniz, okumalısınız. Sadece gündemde olan ve tartışılan konular hakkında malumat sahibi olmak bizim ilim anlayışımız değil. Bu malumatfuruşluktur. Bilim adamı gündemde olmayan konuları da bilmek zorunda. Bunu bir vicdan borcu olarak yerine getirmek zorunda.
Röportaj: Mahmut Bıyıklı
16 Haziran 2011