İmam-ı Gazâli’den “Bâtîniliğin İç Yüzü”
‘Kötülüğü kötülük yapmak için değil, ondan korunmak için tanıdım.
Kim insanlardaki kötülüğü tanımazsa tuzağına düşer.’
Vahyin nazil olmaya başladığı andan itibaren Peygamberimiz’e düşmanlık besleyen Mekkeli müşriklerin bir kısmı düşmanlığını ölünceye değin sürdürdü. Bunun en büyük sebebi kurdukları hegemonyanın kaybolmaması içindi. Tıpkı Übey B. Selül’ün hicret öncesi Medine reisliğine hazırlanırken Peygamberimiz’in gelişiyle birlikte bu düşüncenin suya düşmesi gibi. Krallığı kaybeden Selül, Efendimiz’e ve arkadaşlarına dolayısıyla İslâm’a düşman kesildi. Düşmanlığını da sinsice sürdürdü. Böylece dıştan inanmış gözüküp, içten inanmayan “münafık” diye adlandırılan yeni bir grup ortaya çıktı. İslâm karşıtı bu topluluk o zaman olduğu gibi bugün de dâhil hiçbir zaman durmadı, durmayacakta.
İslâm’a, İslâm dışı unsurdan ziyade “Müslümanım” diyenler daha çok zarar vermiştir.
Hz. Ali’nin halifeliğini esas alan ŞİA, ilmin kapısı Efendimizin damadı ve yeğeni, Hz. Ali’yi istismar ederek İslâm’ın ilk yıllarından itibaren İslâm vahdetini tahrip ettiler, etmeye de devam ediyorlar. Kendi içinde yaklaşık yüz gruba ayrılan Şia ekolü, değişik isimler adı altında İslâm düşmanlarından ziyade Müslümanları/İslâm’ı tahrip ve tahfif ettiler, ediyorlar.
“Fatımiler” adı altında kurdukları halifelik, bu halifeliğin şemsiyesi altında örgütlenen mezhepler ve terör grupları kendi batıl anlayışlarının önünde engel gördükleri Ehl-i Sünnet’i zora sokmak için ellerinden ne geliyorsa yaptılar ve yapıyorlar.
9,10 ve 11. asırlarda başlayan mutedil (Ehl-i Sünnet) İslâm medeniyetinin inkişafına mâni olmaya çalıştılar. O dönemde Selçuklular, Osmanlılar, Gürkaniler/Babürler, Saman oğulları vs. eğer Sevad-ı Azam’a arka çıkmasalardı bugünkü İslâm dünyası böyle olmazdı.
Şia şemsiyesi altında yaklaşık yüz gruba ayrılan, İslâm’a en çok zarar verenlerinden biri de Bâtınîlik’tir. Bu grup, Abbasi halifeliğini ve Selçukluları içten içe deyim yerindeyse perişan etti. Özellikle kendi himayelerinde kurdukları terör örgütü haşhaşîlerin yapmadıkları kötülük, terör olayı kalmadı. Kendilerinden olmayan, kendileri gibi düşünmeyen, önlerinde engel olarak gördükleri kim varsa öldürmekten çekinmediler. (Nizamülmülk vs.)
Gerek ilmi ve gerekse kılıçla yiğitçe mücadele edemeyen bu güruh, geçmiş din ve batıl görüşlerinin tortularıyla o günlerde ve günümüzde İslâm’ı tahribe çalışmaktadırlar. Bu tahripkâr grup Müslümanlar hariç, her din mensubuyla ittifak kurmaktan ne geçmişte ne de günümüzde çekinmediler/çekinmemektedirler.
İslâm prensiplerine uymayan, fakat İslâm’dan gibi sundukları batıl görüşlerinin iç yüzünü idrakten yoksun masum insanları kandırdılar, kandırıyorlar.
Abbasi halifesi el-Mustazhır -512/1118- Bâtınîlerin gizem üzerine kurdukları anlayışlarını ortaya koyması için ilmin hemen her alanında otorite olan İmam Gazali’den -450/1058- bir kitap yazmasını istedi.
Gazali’de Türkçeye “Bâtınîliğin iç yüzü” diye tercüme edilen “Fedâihu’l-Bâtınıyye” adında bir kitap yazdı. Yazıldığı dönemde olduğu gibi daha sonraki zamanlarda da çok ilgi gören bu kitap hakkında Bâtınîler çok sayıda reddiye yazdı.
Türkçe’ ye Prof. Dr. Avni İlhan tarafından tercüme edilen kitap, TDV Yayınları’ndan çıktı.
Bâtınîleri geçmişte ortaya çakan bir teşkilat olarak görmemek gerekir. İslâm dışı bu grubun ortaya çıkmasındaki en büyük sebep, kişisel ikballeri ve İslâm prensiplerini uygulama zorluğundandır. Bahsi geçen kitap okunduğunda görülecektir ki, bu azgın toplulukta insan nefsine hoş gelen her şey mubahtır. Bunlara göre Kuran ayetleri ve hadisleri zahiren anlamak mümkün değildir, asıl olan bâtıni manalarıdır. Bunu da herkes bilemez ancak teşkilatın başı -imam- bilir.
Geçmişte Bâtînlik, Haşhaşiler, Fatımîler, Nuseyriler, Dürziler, İsmaililk vs. gibi ekollerle İslâm dünyasına verdikleri zararı, değişik isimler altında günümüzde de vermektedirler.
Fazla hacimli olmayan kitap on bölümden oluşmaktadır. Bölümlerden bazıları şunlar:
- Kitapta Takip Edilen Metot,
- Bâtınîliğin Lakapları,
- Tuzaklarının Dereceleri,
- Mezhebin Ana Hatları,
- Tevillerini Apaçık Zahirleri Bozması…
- Akıl Yürütmenin İptali ve Masum İmamdan Öğrenmenin Gerekliliği…
- İmamet ve İsmetin İspatında Nassa Sarılmalarının İptali Hakkında…
- Onların Kâfir Oluşu ve Kanlarının Akıtılması… Vs.
Ta’limiyye anlayışına göre;
‘…aklın iptalidir. Aklın tasarrufunu iptaldir… Bu asrın Bâtınîleri için e uygun lakap budur. Çünkü onların büyük çoğunluğunun dayandığı talim yoluna davettir. Re’yin iptalidir. Masum imamın tabilerine uymaktır. Masum imamı da –gerek ona uymak ve gerekse onu doğrulamanın mutlak gerekliliği hususunda- Allah’ın Resulü ayarında saymaktır.’ (S.37-38)
‘Biz işin gerçeğini öğrendikten sonra gördük ki bütün peygamberler, aslında şahsiyetleri karışık kişilerdir.’
‘Savaş yoluyla onlara karşı durmaya imkân yoktur… Onları hile ve desiseden başka bir yolla vazgeçirmek mümkün değildir. Eğer biz onları mezhebimize davet etsek şiddetle karşı gelirler ve bizi dinlemezler. Öyleyse şöyle bir yol tutmalıyız: Onların fırkalarından birisinin inancını benimser gözükmeliyiz… Onların sakallarına göre tarak vurarak sevgilerini kazanmalıyız…’(S.39) demektedirler.
Dailer bir insanı şu on yolla Bâtınî yapmaktadır.
- Rızk (yemleme)
- Teferrüs (avlama)
- Te’nis (alıştırma)
- Teşkik (şüpheye düşürme)
- Talik (boşlukta bırakmak)
- Rabt (bağlama)
- Tedlis (hile yapmak)
- Telbis (kafasını karıştırmak)
- Hal (ayırmak)
- Selh (soymak) (3. Bölüm)
En büyük metotlarından biri belki de birincisi, insanları Kuran konusunda şüpheye düşürmek, sünnet hakkında çelişki yaratmaktır. Hedefe giden yol mubahtır düsturundan hareketle de her şeyi söyleyip, her şeyi yapabilmektedirler. Şia’nın olduğu gibi bu yapının en büyük silahı takiyyedir. Hal böyle olunca bu gizemli yapıyı ve mensuplarını bilmek çok zordur.
Dai gittiği yerde uzun süre kalmaz. Gittiği her yerde farklı yaklaşımda bulunduğundan tanınması halinde harekete zarar vermiş olur. Bulundukları yere göre farklı elbise giyinebilirler…
Dainin telkini sonunda kıvama geldiğine inanılan kişi hal ve sehl makamına ulaşır. Bu makama gelmiş olanlar Şia’nın sapık kollarından Rafıziler gibi sahabeye dahi küfredebilirler…
Yukarda ismi sayılan evreleri geçtiğine inanılan kişinin, “ibadet etmesine gerek yok” artık o hal olmuş ve tüm Bâtınî sırlara vakıftır.
Bu sapkın ekolün dışı Rafîzi, içi tam bir küfürdür. (S.63) Kâfiri Müslüman sanmak küfür olmadığı gibi bir Müslümanı kâfir zannetmek de küfür değildir…(S.202)
Geçmişte ortaya çıkan, gayr-ı Müslimlerle birlikte olmaktan hiçbir zaman çekinmeyen, İslâm’a ve Müslümanlara büyük zarar veren Şia, Rafızi gibi bu batıl grup, tarihin çöplüğüne atılmış değildir. İsmi farklı olsa da hala devam etmektedir.
Ahmet Belada