Alim derken ne kastediyoruz?
“Âlim derken ne kasdediyoruz?” sorusuna Ebubekir Sifil Hocadan muazzam bir örnek..
İmam Zâhid el-Kevserî rahimehûllah , “en-Nüketû’t-Tarîfe” adlı eserinin önsözünde yaşadığı bir olayı anlatıyor;
Birgün evinde otururken kapı çalınıyor ve mağrib’ten geldiğini söyleyen birisi tanışmak için geldiğini söylüyor, tanıştan ve selam-kelâm’dan sonra misafir diyor ki el-Kevserî merhuma; “Ben Mâlikî mezhebi ve Ticânî tarîkatına mensubtum, Allah bana hidayet nasib etti, mezhebi de tarîkatı da terkettim, şimdi hadîsler ile amel ediyorum elhamdülillah. Ve geziyorum nerede ehl-i hadis var, hadis âlimi var, onlarla tanışıyorum, bu civarda da sizi söylediler ama anadoludan gelmişsiniz, dikkatimi çekti, sizin hadis ile pek işiniz olmaz Anadolu’da.. Ama yine de bi tanışayım dedim.”el-Kevserî merhum da; “Hoşgeldiniz, ama neden böyle düşündünüz? Ki biz evet -anadolu’da- hanefîyiz, ama biz de hadis ile amel ederiz, hatta ehl-i sünnet her mezhep hadis ile amel eder.” el-Kevserî bunu söyleyince misafir şaşırıp demiş ki;
“Yahu hadi diğerlerini biliyoruz da, siz Hanefîleri de iyi biliyoruz, sizin hadisle pek işiniz olmaz, siz kıyas ile amel edersiniz” falan filan.. el-Kevserî merhum bakıyor ki iş ciddiye gidiyor; “Gayr-i ihtiyârî ağzımdan çıktı ve ona dedim ki;
‘Üstâdım meseleyi uzatmayalım, siz bana dört mezhebten herhangi birisinin, herhangi bir konudaki hükmünü söyleyin, ben size o hükmün hadisten delilini göstereyim.”
İşte biz âlim derken, böyle bir ihatâ kapasitesini kasdediyoruz. Dersiniz ki “bu sözü söyleyen adam hayatını hadise vakfetmiştir, bu normaldir.” Ama bu adamın hayatında sadece hadis yok, bu adamın hayatında usûli’d-Din de var, öyle metinler, makaleler kaleme almış ki, okuduğunuzda şaşırıyorsunuz. Bu adamın hayatında -başka hiçbir âlimde göremeyeceğiniz şekilde- yazma eserlere vukûfiyet var, dersiniz ki “bu adam işi gücü bırakmış, hayatını yazma eserler kütüphanelerinde geçirmiş. Fıkha dair metinler kaleme aldığında “bu nasıl bir istinbat melekesidir” diyerek şaşırıyorsunuz, ve bu adam sırça köşkünde falan yaşamıyor, bu adam kahire gibi, modernleşme rüzgarının çok sert estiği bir ortamda yaşıyor ve özellikle gidip oraya yerleşmiş, Şam’a davet etmişler “gel burası daha serin, daha sessiz daha sakindir” demişler, “yok” demiş, “Ben nerede ilmî bir tartışma var, orda olmalıyım, Kahire de bu işin merkezidir, ben orda olmalıyım” diyerek Kahireye gelmiş, “Ben burda tek başıma bir adamım, beni burda ezerler, sürerler, ben garib bir adamım sesimi kesip oturayım” dememiş, gücünün yettiğince, sesinin çıktığınca, kalemi hareket ettiğince, doğru bildiklerini en müstakîm biçimde yazmış ve söylemiş, hem de her alanda.
İşte; âlim diyince biz bunu anlıyoruz ve bunu kasdediyoruz, bu kapasitede bir insan kasdediyoruz, ki Osmanlı’nın son döneminde yetişmiş bir alimdir el-Kevserî merhum.Biz, ecdâdın bize bıraktığı mirasın henüz kıyısına bile yaklaşabilmiş değiliz, ne yazık ki…
Ebubekir Sifil Hoca