Helal Gıda neden bu kadar önemli? Helal Gıdanın tüm yönleri
Allah Teala, insan vücudunu yaratmış ve yarattığı bu vücuda uygun bir takım yönetmelikler ve kanunlar ortaya koymuş, bizim de o emir ve yasaklara uymamızı emretmişir. Bu ilahî düzenlemeye insan makinesini kullanma kılavuzu diyebiliriz. Teşbihte hata olmasın ama sanki bir makine üretilmiş ve bu makinenin yanına kullanım kılavuzu gibi bir broşür eklenmiştir. Biz o makineyi o kullanım kılavuzuna/broşüre göre kullanırsak o makine hem uzun ömürlü olur hem de kendisinden beklenen faydayı en yüksek seviyede sağlamış olur. İşte insan makinesinin rantabl şekilde fayda sağlaması, bu değerli klavuza göre kullanılmasına bağlıdır. Beslenme konusunda işte o ‘İlâhî Kılavuz’ ‘Helal Gıda’ olarak tanımlanmıştır.
Cenab-ı Hakk bu vücud makinesini helal gıdaya ayarlı yaratmıştır. Dolayısıyla insan vücudu helal gıda ile beslendiği takdirde o yönergeye uygun beslenmiş olur. Yani helal gıda ile beslenen vücut kendisinden beklenen menfaati en üst seviyede vereceği gibi öte yandan uzun ömürlü de olmuş olacaktır. Teşbihte yine hata olmasın; mesela benzinli motora biz fuel-oil koyacak olursak ne olur diye düşünelim. Belli ki o motor çalışmayacaktır. Zorlayacak olursak bozulacaktır. İşte insan vücudu da helale ayarlı olarak yaratıldığı için bu vücuda haram verecek olursak o ya çalışmayacaktır ya da kendisinden beklenen sonucu veremeden işlevsiz kalacaktır. Dolayısıyla insan vücudunun, kendisini yaratan Allah’ın ortaya koyduğu broşüre göre beslenmesi ve ona göre gıdalanması gerekir. Helal gıdanın bu yönden önemi çok büyüktür.
Yine aynı teşbihe dönecek olursak; nasıl ki üretilen makinenin bir ayarı varsa ve makine o ayara göre çalışıyorsa; insana da Cenab-ı Hak bir ‘Değerlendirme Ayarı’ koymuştur. Bu ayara biz ‘Akl-ı Selîm’ diyebiliriz. İşte bu ayarı bozulmamış yani akl-ı selim sahibi insanların gıda tercihleri doğru tercih olmaktadır. Bu tercihe itibar etmek gerekir. Bu tercih edilen şeyler, Kur’an-ı Kerîm’de ‘Tayyibât’ denilen gıdalardır. Ayarı düzgün olan bu insanın iğrendiği şeyler ise yine Kur’an’ın ifadesine göre ‘Habâis’ olmaktadır. Kur’an, Tayyibat’ın helal; habais’in haram kılındığını beyan etmektedir. Ayarı bozulmuş insanın tercihleri, sürekli olarak bozuk olur. Bu ayarı bozuk insanın tercihlerine güvenilmez.
Zamanımızda insanlar bozuk gıdalarla beslene beslene kendilerindeki mübarek ilâhî ayarı bozmuş bulunmaktadırlar. Dolayısıyla günümüz insanı doğru tercih yapamaz durumu gelmiştir. Bu ayarın Kitab ve Sünnet ölçeğinde yeniden düzeltilmesi zaruri olmuştur. Vaziyeti şöyle bir örnekle isbatlamaya çalışalım ve gözler önüne daha net şekilde koyalım:
Peygamberimiz (A.S) Miraç’ta iken kendisine süt ve şarap ikram edilmişti. Peygamberimiz (s.a.s.) sütü tercih ettiğinde Cebrail (a.s..) “Fıtratı (yaratılışa uygun olanı) tercih ettin”, demişti. Şimdi biz bu olayı zamanımıza uyarlayalım ve vaziyetimizi görelim:
Zamanımızda yüz tane gencimizi sıraya dizsek ve onlara mesela cola ve süt ikram etsek; Gencimiz sütü mü tercih eder yoksa colayı mı? Kime sorarsak soralım ‘colayı tercih eder’ cevabını alırız ve alıyoruz da. Sütü tercih etmek fıtratı yani yaratılışa uygun olanı tercih etmek olduğuna göre durum değenlendirmesi yapalım: Süt dururken colayı tercih etmek fıtrat bozukluğunu yani anlatmak istediğimiz ayar bozukluğunu ifade etmektedir.
Yaratılışa uygun olmayan gıdalar, gencimizin ayarını bozmuş ve ona sürekli yanlış tercihler yaptırmaktadır. Ne dersiniz; kuru üzümü yemeyen, yiyemeyen bir genç, ne idüğü belirsiz cicili-bicili bir yiyeceği tercih ediyorsa işin içerisinde bir ayar bozukluğu yok mudur sizce! Bundan anlıyoruz ki zamanımız insanının, farkında olmadan, fıtrat ayarı bozulmuş ve o insan akl-ı selim sahibi olma vasfını kaybetmiştir. Akl-ı selim ayarını bozan şey şüphesiz ki zamanımızdaki yaşantı biçimi ve o insanın aldığı gıdalardır. Yaratılışa uygun olmayan gıdalar insan vücuduna gire gire onun fıtrat/orijinal yaratılış ayarını bozmuştur. Dolayısıyla insanımızın tercihleri tamamen bozuk gıdaları tercih etmesi haline dönüşmüştür. Bu yüzden şunu söyleyebiliriz: İnsandaki bu bozuk ayarı, yaratılışındaki doğru ayara yeniden çekebilmemiz için tüketilen gıdaların yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Nasıl ki ölçü-tartı aletlerine belli sürelerle resmen ayar veriliyor ve bozuk olanları düzeltiliyor, standart bir ayar veriliyorsa insan vücuduna da zaman zaman Allah Teala’nın ilkeleri doğrultusunda ayar çekmek gerekir. İşte insan vücuduna çekilecek ayarın en önemli yollarından bir tanesi gıdalardan geçer. İnsana helal gıda vere vere bu bozuk ayarı düzeltme imkanımız vardır. Haram gıdanın bu değerli ayarı vermesi mümkün değildir. Kısacası helal gıda insana tekrar insanlık şahsiyetini kazandırma unsurudur diyebiliriz.
GIDA PROBLEMİNİN ORTAYA ÇIKIŞ SEBEBİ:
Helal gıda meselesi öncelikle niçin bu kadar dünya gündemine geldi ya da ülkemiz gündeminde niçin bu kadar etkin yer etti konusunda biraz duracağım. Ondan sonra ümmetlerin bu konudaki durumu nedir, arkasından Türkiye’de helal gıda çalışmaları ne durumda, bundan sonra helal gıda konusunda felsefemiz ya da helal gıdaya bakış ilkeleri nelerdir konularına temas ettikten sonra söyledikten sonradan birkaç örnek vererek konuyu bitireceğim.
Helal gıdanın şimdi ciddi bir aktüalite değeri var, gerek resmî gerek sivil helal gıda kurumları kurulmaktadır. Bu hareketlenemnin sebebini iki yönden ele almak istiyorum: 1. ekonomik açıdan helal gıdanın önemi. 2.Dînî açıdan helal gıdanın önemi. Çok kısa olarak izah edeyim: Bazı rakamlar vererek ekonomik açıdan helal gıdanın önemini ifade etmiş olayım: Sakarya İlahiyat Fakültesi helal gıda ekonomisi konulu uluslararası bir kongre düzenlemişti. Buraya Cidde’den gelen temsilci ilginç bir şey söyledi. Dedi ki; birkaç gün önce Japonya’dan bir gayrimüslim beni aradı. Helal gıda üretimine girmek istiediklerini fakat bu noktada bilgi alacakları bir insana ihtiyaçları olduğunu beyan etti. Siz bu konuda bize yardımcı olur musunuz diye sordu. Ben de merakla; Siz gayrimüslimsiniz, helal gıda ile sizin ilginizi merak ettim, deyince helal gıdanın ekonomik açıdan önemini çok güzel ifade eden şu sözü söyledi: “Geleceğin parası helal gıdadır’. Yani gelecekte çok para kazanmak istiyorsan helal gıda üretimine gir demek istedi. Dünya mlli gelirinin 1/20’si helal gıda pazarını oluşurmaktadır. Bu da 4 tirlyon dolar olarak tahmin edilmektedir. Çok büyük bir Pazar olunca, para kazanmak isteyenlerin iştahı zirve yapmaktadır. Tabii ki üretilen gıdaların tüketiciye zatılabilmesi için o gıda ‘Helal’ belgesinin olması gerekmektedir. Bu belgeyi verme konusunda da büyük bir yarış görüyoruz. Dünyada tahmine 500 civarında helal belgesi veren kuruluş var. Gün geçtikçe de artıyor. İlginçtir ki bu kuruluşları 1/5 kadarı hristiyan kurumuşlardır. Yani hristiyan, helal bege verme konusuna da heves etmiştir. Çünkü bu sahada dönen parayı 1 milyar avro olarak tahmin ediyoruz.
Tahminlere göre doğal gıdalar dünyada ancak 1,5 – 2 milyar insanı doyuracak durumdadır. Geride kalan 5 miyar civarındaki insanın doyması için ister istemez sanayi mamulü gida üretimine girilmektedir. Tabii ki israf önlenir ve daha gerçekçi bir ‘Doyma’ anlayışı ortaya konursa bu doğal gıdalar 5 milyar insana yeter hale gelecektir.
Dînî açıdan da helal gıda çok önemlidir. Düşünün ki ibadetlerimizin kabulu bile helal gıda almış olmamıza bağlıdır. İnsanoğlu helale uyarlı yaratılmıştır. Uyarlı olmadığı şeyleri alırsa beden ve ruhsal yapısında olumsuzluklar oraya çıkar. Halk arasındaki ‘Helal süt emmiş’ deyimi boşuna değildir. Hela, sağlıklıdan öte bir mana ifade eder. Mesela usule uygun olarak kesilmiş sağlıklı iki koyun sağlıklı gıdadır. Fakat bu koyunlardan biri hırsızlık malı ise biri helal diğeri haram olmaktadır. Diyebiliriz ki ‘Her helal sağlıklıdır ama her sağlıklı helal olmayabilir’. Öyleyse helal gıda, sağlıklı olmak şartıyla başka şartları da gerektirmektedir.
Şu konuyu da kısaca izah edelim: ‘Doyma’ nedir? Öyle ya her iş bir anlayış, bir felsefe ile başlar. Kapitalist çevrenin tarif ettiği bir doyma var bir de İslam’ın öngördüğ doyma anlayışı var. Kapitalıs anlayışa göre insan, yer yer, vücut ne zaman istemez olursa o zaman doymuş olur. Miğde de her yedikçe genişlediği için gün geçtikçe daha fazla yemeye başlar. Neticede kilo problemi ile karşı karşıya kalmış olur. Vücut ayarı bozulur da ‘Doydum’ hissini verme olursa bu defa obezite başlar. İnsanoğlu ne tuhaf. Önce masraf eder, hesapsız yer. Kiloları atmak için ikinci bir masraf yapar,kilo atmak ve obezite sebeyle üçüncü bir masraf daha yapıyor. Halbuki önceden hesaplı yeseydi bu üç masrafı da yapmayacaktı. Yani insanoğlu yediklerini pek çoğunu nefsi istedği için yemektedir. Biyolojik olarak ihtiyaç duyduğu için değil. Öyleyse gıda anlayışımızı tesbit ederken psikolojik doylmayı değil, biyolojik doymayı öncelememiz şarttır. Yani insan biyolojik ihtiyacını karşıladıktan sonra canı istese de artık yememeli ve nefsine ahip olmalıdır. İslam’ın öngördüğü ‘Doyma’nın sadece biyolojik doyma olduğu kanaatindeyiz. Hatta batı dünyasının tavsiye ettiği günlük kaloru limiti bile bizim anlayışımıza göre gözden geçirilmeli ve yeni tesbitler yapılmalıdır. Batı dünyasının doyma anlayışı beraberinde İSRAFı getirmekte, israf ise çevreyi bozmakta, Kur’ânî ifade ile evrensel ‘Fesad’ zuhur etmektedir. İsraf çok üretimi, çok üretim çok hammaddeyi, çok hammadde ise çevreyi bozmaktadır. Halbuki ‘üretileni tüket’ felsefesi yerine ‘ihtiyaç kadar üret’ felsefesine geçilse çevrede fesad olmayacaktır. Biz farkında olmadan malesef ki batının tarif ettiği şekilde yaşıyoruz ve onun doğurduğu problemlerle uğraşıp duruyoruz.
Helal ve haram anlayışlarına göre ümmetler içerisinde en titiz olanlar yahudilerdir. İkinci sırada müslümanlar gelmektedir. Hristiyan ve budist ümmetlerinde ise helal-haram çizgisi diye birşey kalmamış, herşeyi yer olmuşlardır.
Yeryüzünde yaklaşık 7 milyar insan yaşamaktadır. Doğal olarak yetişen ve üretilen gıdaların ancak 1.5-2 milyar insana yeteceği söylenmektedir. Geride kalan 5- 5.5 milyar insanı nasıl doyuracağız, düşüncesi gıda probleminin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Peki ‘DOYMA’ nedir? ‘Beyaz Adam’a göre ‘Canının çektiği kadar yemen, canın artık istemiyorsa doydun’ demekti. Böylece ‘Biyolojik Doyma’ ve ‘Psikolojik Doyma’ gündeme geldi. Biyolojik doyma, bedenimizin ihtiyacını, ifade ediyordu. Bunun sınırı belli bir vardı. Fakat psikolojik doymanın sınırı yoktu. İnsan canı çektikçe yiyecek, yedikçe yemek isteyecekti. Beyaz adam doymayı psikolojik doyma olarak tarif etmişti. Bu duygunun sürekli artması için de tüm psikolojik imkânları kullanıyordu. Modenizm bu konuda onun tasarladığı şeytânî yaşam tarzı idi. Bu doymanın ve tüketmenin bir sınırı yoktu. Karın tokluğuna diğer insanlara ürettirdiğini, yine onlara kat kat pahalıya tükettirmesi gerekiyordu. Bu kadar büyük kitle insanı doyurmak için ister istemez sanayi ürünü gıda üretimine başvurmuştur. Bu üretim şekli, aslında gıda olmayan pek çok maddeyi gıda üretiminde kullanmayı beraberinde getirmiştir. Gıdaların bol üretilmesi, uzun zaman saklanabilmesi, aromatik özellikler taşıması, estetik ve çekici görünür olması, renklendirme işi… sanayi mamulü gıdalarda mutlaka göz önünde bulundurulmuştur. Öyle olunca da yüzlerce katkı maddesi, yem olamayacak pek çok şeyin yem olarak kullanılması, fennî müdahelelerle gıdaların asıllarının bozulması, genetik yapılarla oynanması… problemleri ortaya çıkmıştır. Bu gıda maddelerini tüketenlerde ise beklenmedik biyolojik ve psikolojik bozukluklar ortaya çıkmış olup insanlık toplumsal belalara maruz kalmıştır.
Çok tüketim çok üretimi, çok üretim çok hammaddeyi, çok hammadde çevre bozukluğunu doğurmuştur. Çevre bozukluğu ise zamanımızın en ciddi evrensel belaları arasındadır.
Batı dünyasının esas aldığı kişisel menfaat anlayışı, başkasının hakkının düşünülmemesi, ‘ne var ne yok herşey benim için’ düşüncesi dünyamızı fesada boğmuştur. Bu anlayış sonucunda, ‘Beyaz Adam’ın ürettiğini diğerleri tüketsin diye modernizm adında bir hayat tarzı icad edildi. Diğer insanlar, bu güya modern şekilde yaşamasına mecbur edildi. Böylece beyaz adamın diğerlerini çalıştırarak çok ucuza mal ettiği şeyler yine o diğer insanlara çok pahalıya tükettirildi ve hem üretimde hem tüketimde beyaz adam kazandı. Diğer insanlar, modern olmak için durmadan beyaz adamın çizdiği yaşam tarzı yani modernizme ayarlı yaşamak zorunda kaldı.
‘Sürekli tüket’ şeklinde özetliyeceğimiz bu anlayış insana ‘Doyma’nın ne demek olduğunu unutturdu. Vucûdundaki ’Doyma Ayarı’nı da bozdu. Doymayı unutan insanoğlu yeni felaketlere maruz kaldı. Çok üretim için çok hammadde kullanımı çevreyi bozdu ve kirletti. Evrensel bir felaket. İnsanoğlunun, kilolarla başı derde girdi. Kiloların atılmasıyla veya kilo kaynaklı hastalıklarla uğraşmaya başladı. Derken obezite diye bir belaya çattı. Halbuki bu insan ta baştan hesaplı yeseydi bütün bu belalarla yüzyüze gelmeyecekti. Bütün bunların suçlusu ‘Tüket’ diyen felsefenin yaptığı işlem yani ‘İsraf’ oldu. Üzülerek söyleyelim ki biz müslümanlar doyma ve kaliteli beslenme konusunda beyaz adamın bize dikte ettirdiği anlayışı takip etmekteyiz.
Biz doymayı kendi öz kültürümüze göre yenien tarif etmek durumundayız. Bildiğimiz kadarıyla İslam; psikolojik doymaya değer vermez. Biyolojik doymayı esas alır. Yani biz, bedenimizin ihtiyacı kadarını tükettikten sonra canımız çekse artık tüketmemek durumundayız. Çünkü psikolojik doymanın bir standardı yoktu ve bela üstüne belaya sevkediyordu. Hatta beyaz adamın tesbit ettiği biyolojik doymayı bile kendi kültürümüze göre yeniden tesbit etmemiz gerekmektedir. Bu tesbiti yaptıktan sonra; ‘Biyolojik ihtiyacımı karşıladım. Canım çekse de başka bir şey almayacağım’ diyebilmeliyiz. Şöyle bir deneme yapalım: Gece yatmadan önce o gün içerisinde neleri yiyip içtiğimizi listeleyelim. Sonra bu listeye dikkatle bakalım. Göreceğiz ki o listedekilerin önemli bir kısmını adet yerini bulsun diye psikolojik olarak tüketmişiz. İşte biz, bu ‘Adet olsun’ diye tükettiğimiz şeyleri tüketmeme kararı alabilmeli ve uygulayabilmeliyiz. Biyolojik ihtiyacımızı karşıladıktan sonra canınımız çekse de ‘Artık yeter’ diyebilmeliyiz. Bunu başardığımız an göreceksiniz ki; 2 milyar insana yeten doğal gıdalar 5 milyona yeterli hale gelmiş, kilo ve kilo kaynaklı hastalıklar yok olmuş, obezite diye bir dert kalmamıştır. Hatta az tüketim olacağı için az üretim yapılmaya başlamış, az üretim az hammadde çekmiş, çevre sağlığı yoluna ve ayarına doğru hızla mesafe almıştır. Biz müslümanlar, dünyanın şahitleri olarak Rabbimizin emrettiği esas ve fıtrî anlayışı insanlara yeniden tebliğ etmek durumundayız. ‘Sürekli tüket’ veya ‘Üretilmiş olanı mutlaka tüket’ anlayışı yerine ‘İhtiyacın kadar tüket’ anlayışını tavsiye etmeli ve bu anlayışı mutlaka hâkim kılmalıyız. Biz her şeyden önce insanı şeytana kardeş yapan israfı iyi tanıyıp ona karşı evrensel savaş açmamız gerekiyor. Hepimiz aynı dünya gemisinde yaşadığımıza göre geminin öbür ucundaki bir delik/fesad beri uçtakini aynı oranda ilgilendirmektedir. Yani dünya gemisinin bir tarafını delen insana mutlaka müdahale etmeliyiz. Müdahale etmez de ‘Bana ne’ci davranırsak batacak olan gemide hepimiz zarar göreceğiz demektir. Mesela Amazon ormanları yok ediliyorsa ‘bana ne’ deme hakkına sahip değilsin. Müdahele etmen yani gemiyi deldirmemen lazımdır.
Bir de ‘Kaliteli Beslenme’ konusuna temas etmemiz gerekiyor. İnsanımız pahalı beslenmeyi kaliteli beslenme sanıyor. Halbuki pahalı beslenme en kalitesiz hatta zararlı beslenme olabilir. Şöyle düşünelim: Örneğini çokça gördüğümüz bir manzara: Bir genç elinde birkaç bisküvi, diğer elinde bir cola şişesi. Bir başka insan düşünüyoruz: Elinde yarım ekmek ve içinde pişmiş iki yumurta. İki genç gıdalanıyor. Sizce bu iki beslenmenin fiyatı ne kadardır ve hangisi kaliteli besleniyor? Hesap ortada: Yumurta yiyen genç öbürüne göre çok daha ucuz ve kaliteli beslenmektedir. Öyleyse kaliteli beslenme konusunda aklımızı mutlaka kullanmamız gerekir. Çay fiyatına su bardağı dolusu sütü tüketmeyip iki misli fiyatla cola içen genç aklını kullanıyor olamaz. Bir okul kantinininde günlük olarak yüzlerce cola satılıyor da pastörize günlük süt birkaç tane ancak satılıyorsa bu işte çok ciddi bir hata ve olumsuzluk vardır demektir.
Biz müslümanlar hem ‘Doyma’ hem ‘Kaliteli Beslenme’ konusunda gerçekten makul şekilde olaya el koymalı ve insanlığı bu mantıksızlıktan ve uğradığı zarardan korumalıyız. Unutmayalım ki sinsi bir düşmanınımız ‘İsraf’tır. İsrafın da ne olduğu konusunda ciddi çalışmalar yaparak ve ısrarla doğru olana uyarak insanlığı bu beladan da kurtarmamız gerekir.
Kur’an-ı Kerim; Tayyibât’ın helal, Habâis’in haram kılındığını söyler. Tayyibat, akl-ı selim sahibi insanın hoş gördüğü şeylerdir. Habais ise bu insanın iğnenç gördüğü ve uzak durduğu şeylerdir. Tercihleri geçerli olan bu insanın akl-ı selim sahibi bir insan olması şarttır. Yani aklı arızalı olmayacak, ayarları bozulmamış bir insan olmalıdır. Fabrika ayarları bozuk bir insanın tercihleri isabetli olmayabilir. Bu beyandan sonra Kur’an bazı haramları ve helalleri saymıştır. Listeye hadis-i şerifler de bazı ilaveler yapmıştır. Fakat arada hükmü belirtilmeyen ve hükmü ictihada bırakılmış çok şey vardır. Bunların hükmünü belirlemede müctehidlerimiz iki ilkeden hareket etmişlerdir: 1. Eşyada asıl olan ibahadır. Yani hükmü belirtilmemiş olan şeyler hakkındaki hüküm mubah/helal olmaktır. Yani ne var ne yok hepsinin hükmü helaldır, Kitab ve sünnetin ‘haramdır’ dedikleri hariç. 2. Eşyada asıl olan hurmettir. Yani herşey haramdır, Kur’an ve sünnetin helaldır dedikleri hariç. Birinci ilkeye göre Kur’an ve sünnetin belirtmediği şeyler helaldır sonucu, ikinci ilkeye göre ise haramdır sonucu çıkar. Mezhebler bu iki ilkeden birine göre hareket etmişlerdir.
Helal-haram hükmü belirlemede bir de İSTİHALE kelimesi ile karşılaşmaktayız. Yani karşımıza yeni bir gıda maddesi çıksa hammaddesine ve istihaleye uğrayıp uğramadığına bakıyoruz. Öyleyse istihale nedir?
Kelime olarak halden hale geçiş demek olan istihale bir kimyasal dönüşümdür fakat her kimyasal dönüşüm istihale hükmünde değildir. İstihale olmuştur diyebilmek için iki şarta bakıyoruz: İstihale olması için;Bir maddenin, elementlerine veya kimyasal köklerine ayrılmış olması,
Ortaya çıkmış olan yeni ürünün vasıf olarak hammaddeden farklı olması şarttır. Helal kılan istihale bu iki şartla meydana gelen istihaledir. İstihale haram ve necis bir maddeyi temiz ve helal hale getirir veya tersini yapar.
Mesela üzüm suyu helal ve temizdir. İstihaleye uğrar da şarap olursa haram ve necis olur. Bundan sonra yine istihaleye uğrar da sirke olursa helal ve temiz hale gelir. Bu istihalelerde hem kimyasal yapı değişmiş hem de yeni ürün farklı vasıfta olmuştur. Yağlardan örnek verelim: Trigliserit bir yağ üzerinde kimyasal işlem yapsak ve monogliserite çevirsek bu işlem kimyasal bir dönüşümdür ama istihale değildir. Çünkü yeni ürün olan monogliserit vasıf olarak trigliseritten farklı olmayıp ikisi de yağdır. Fakat bu yağı sabuna çevirsek istihale gerçekleşmiş olur. Çünkü hem kimyasal olarak hem de vasıf olarak değişim meydana gelmiştir. İçine necaset işlemiş bir tahta parçası düşünelim. Bu tahta üzerinde namaz olmaz. Fakat tahtayı yaksak ve kül haline getirsek bu küller üzerimizde iken namaz sahih olur. Çünkü tahta istihaleye uğramıştır.
Bir de buharlaşma olayı var. Buharlaşma fiziksel bir olay olmasına rağmen istihale hükmündedir. Kaide olarak şunu söylüyoruz: Bir maddenin buharı/gazı kendisi hükmünde değildir. Madde necis ise buharı temizdir. Mesela idrarı kaynatsak, buharı yukarıda tutulan bir çarşafı ıslatsa o çarşaf ile namaz sahih olur. Halbuki bizzat idrar ile namaz sahih değildir. Şarap buharlaştırılarak rakı elde edilse yine de haram olur. Çünkü buharlaşma olsa bile ortaya çıkan yeni ürün (rakı), vasıf olarak şaraptan farklı değildir. Her ikisi de sarhoş etmektedir.
Toprak kendisine düşen bir canlıyı / organik maddeyi inorganik maddeye çevirdiği için tam tamına istihale gerçekleştirmektedir. Hatta fazladan olarak o inorganik maddeye mineral eklediği için daha da fazlasını yapmaktadır.
Ümmet-i Muhammed’in üç tane imtihanı vardır: Domuz, alkol ve köpek. Domuz ve alkol helal gıda çalışmalarımızda her zaman karşımıza problem olarak çıkmaktadır.
Domuz sun’î olarak istihaleye uğratılsa bile temiz ve helal hale gelmez. Onun için domuz bulaşığı olan herhangi bir gıda maddesi helal değildir.
Alkol ise; dinimizde haram ve necis olan alkol sadece çift karbonlu olan etil alkol (etilen)dir. Kimyadaki diğer alkoller İslam’ın yasakladığı alkoller değildir. Metil alkol zaten içilmez, içilmemelidir. Çünkü öldürücüdür. Etil alkol hanefilere göre, üzüm ve hurmadan elde edilmişse hem necis hem haramdır. Diğer maddelerden yapılmış olan alkoller ise temizdir ama içilmesi haramdır. Dolyısıyla bu alkoller üzerimize değse onunla namaz olur. Diğer mezheblere göre ise tüm sarhoş edici etil alkoller, hammaddesi ne olursa olsun hem necis hem haramdır. Bu konuda İslam alemine şöyle birşey söylenebilir: İçki maksatlı olarak üretilmiş olan etilakol ve kaynağı üzüm ve hurma olan etil alkol hem haram hem necistir. Fakat üzüm ve hurma dışındaki madde kaynaklı olup dezenfektan veya tıpta kullanılan etil alkol temizdir ama içilmesi haramdır. Alkol, gıda maddelerine dışardan katılmışsa buna caizdir deme imkânına sahip değiliz. Helal olan gıda maddesinin içerisinde kendiliğinden alkol oluşmuşsa sarhoş edici seviyeye gelmediği sürece o gıda maddesi helaldır. Sarhoş edici seviyeye gelmişse artık haram olur. Sarhoş edici seviye % 3,5-4 oranıdır.
Çevre değiştirdiğimiz veya uzak doğu ülkelerine gittiğimizde köpek imtihanı ile de kerşılaşmaktayız. Dinimiz köpeği de necis saymış ve evin içinden uzak tutulmasını öngörmüştür.
İlaçlar, domuz veya necis birşey ihtiva ediyorsa bakılır: Eğer muadili başka helal ilaç yoksa ve hastalık ölümcül bir hastalık ise kullanılması caizdir. Bu şartlar mevcut değilse kullanılması caiz değildir.
PROF. DR. ORHAN ÇEKER