İran’ın önü neden açılmak isteniyor?
Arnold Toynbee, Batı sömürgeciliğinin İslâm dünyasındaki en önemli sonucunun, “Sünnî dünyanın parçalanması” olduğunu yazmıştı. İslâm dünyasını birleştiren “güç” yok edilmişti.
Toynbee, İslâm dünyasının coğrafî olarak parçalanması üzerinden yapmıştı bu gözlemini: Osmanlı’nın dağılması, Müslüman Hindistan’ın, Türk ve Arap dünyasının paramparça olması…
ÖNCE TEOLOJİK SAVRULMA SONRA TEOPOLİTİK DAĞILMA
Oysa asıl parçalanma, önce teolojik savrulma, sonra da teopolitik dağılma olarak gerçekleşti.
İlkin Vehhabiliğin icat edilmesi, ardından Osmanlı’nın tarihten silinmesini sağlayacak teopolitik gücün devreye girdirilmesi…
Aynı şekilde Hindistan’da da önce Kadiyanilik gibi modernist / İslâm’ı protestanlaştırıcı hareketlerin icat edilmesi, sonra da Müslüman Hindistan’ın parçalanmasına, tarih olmasına yol açacak teopolitik güçlerin harekete geçirilmesi…
Buraya kadar yaptığım gözlemlerden teorik bir ilkeye ulaşıyoruz: Küresel sistemin sahiplerinin asırlık temel stratejilerini ele veren temel teorik ilkeye: Araplarla Türkler aslâ müşterek hareket etmemeli! Ve İran’ın önü açılmalı, İslâm dünyasının tek temsilcisi olarak Şiiler öne çıkarılmalı.
En azından iki asırlık sömürgecilik ve oryantalizm tarihini bilmiyorsanız, bu söylediklerim size pek inandırıcı gelmeyebilir.
Fakat şunu aslâ unutmamak gerekiyor: Batılı emperyalistler, İslâm dünyasıyla ilgili stratejilerini jeopolitik üzerinden kurmuyorlar, teopolitik üzerinden kuruyorlar. Teopolitik stratejiler hedefine ulaştıktan sonra jeopolitik stratejilerden çok daha rahat sonuç alabiliyorlar.
İslâm dünyasının haritalarını cetvelle çizerken öncelikle teopolitik fay hatları oluşturacak şekilde çizdiler, sonra jeopolitik haritaları devreye girdirdiler.
YAPAY İSRAİL-İRAN GERİLİMİ VE İRAN’IN ÖNÜNÜN AÇILMASI…
Benim İran’a karşı bir alerjim yok özel olarak. İran’ın bana, Sünnî dünyaya bir husûmeti var! Hem akîdevî olarak hem de tarihî olarak geçerli bu husûmet.
Ayrıca İranlıların vahdet çağrılarının bir takiyye, bir aldatmaca olacağı da aslâ gözardı edilmemeli. Bir taraftan vahdet diyerek öbür taraftan Suriye’den Irak’a, Lübnan’dan Yemen’e kadar gerçekleştirdikleri vahşet aslâ küçümsenmemeli!
Emperyalistlerin kölesi Suud yönetiminin, Fars imparatorluğu hayalleri kuran, bunun için İslâm dünyasını kan gölüne çevirmekten çekinmeyen Fars elitlerden daha az alçak olduklarını söyleyecek değilim.
Dahası da var: İranlıların önünü her zaman açıyor Suudlar! Suudların, İran güçlerine saldırları, sadece İran’ın önünü açmaya yarıyor.
Aynı şekilde İsrail’in de sürekli olarak İran’ı hedef tahtasına yatırması, İran’ın gücüne güç katma amacı güdüyor.
Unutmayalım: İsrail, varlığını İran’a, İran husûmetine borçlu; İran da varlığını İsrail’e, ürettiği İsrail düşmanlığına borçlu.
İKİ ŞİÎ HİLÂLİ
İran’ın şeytanlaştırılması, hedef tahtasına yatırılması ama İran’a karşı hiç bir şey yapılmaması, aksine sürgit mağdur edilmesi, İslâm dünyasında on yıllardır İran’a karşı sempati duyulmasını sağladı ve İran’ın İslâm dünyasının temsilcisi olarak sunulmasına imkân tanıdı!
Şuraya yazıyorum: İslâm dünyasını o kadar perişan edecekler ki, bütün Müslümanları İran’ın temsil etmesi kendiliğinden gerçeğe dönüşecek ve meşrûlaşacak!
Ve İran’ın bilfiil (siyasī olarak) Arap dünyasına, bilkuvve (kültürel olaraksa) Türk dünyasına yerleşme süreci tamamlanacak…
Bu iki süreç, güneye ve kuzeye iki Şiî hilâli çekilerek gerçeğe dönüştürülmeye çalışılıyor…
DÜŞÜNCE VE SANATI ŞİÎLERE HAVALE ETMEK!
Bütün bu Şiî yayılmasının, Şiīlerin İslâm’ın omurgası katına yükseltilmesinin felsefî, fikrî ve sanat eksenli temelleri oryantalist çalışmalarla iki asır öncesinden atılmaya başlanmıştı zaten.
İslâm dünyasını İran’ın temsil ettiği gerçeği, düşünce ve sanat alanında tam anlamıyla gerçeğe dönüşmüş durumda.
Önce oryantalistler, mesela Henry Corbin, İslâm felsefesinin, düşüncesinin temsilcilerinin İranlılar olduğunu yazdı yaklaşık bir asır önce. Bunun propagandasını yaptı bütün Avrupa ve Amerika üniversitelerini dolaşarak…
Bu konuda inanılmaz bir akademik propaganda makinası oluşturuldu.
Sonra bu propaganda makinası öylesine güzel işletildi ki, gelinen noktada, Batı’daki bütün üniversitelerde, İslam felsefesinin, düşüncesinin kurucu babalarının da, yegâne temsilcilerinin de Farslar olduğu imajı oluşturdu ve bu imaj yazılan eserlerle, yapılan yığınla sempozyumla gerçeğe dönüştürüldü.
TÜRKİYE NE YAPMALI?
Türkiye, İran’la ilişkilerini aksatmadan sürdürmeli, İran’ı Batılıların kucağına itmemeli. O zaman tehlike çanları çalmaya başlar!
Ve şunu aslâ unutmamalı Türkiye: Türkiye’nin, dolayısıyla Sünnîliğin değil İran’ın / Şiîliğin önünü açıyor Batılılar ve açmaya da devam edecekler!
İran’da 40 sene önce yapılan devrimi çökertmediler! Ama Mısır’da İhvan’ın halkoyuyla seçilmiş iktidarına bir kaç yıl bile tahammül edemediler ve darbe yaptılar, Türkiye’de de darbe girişiminde bulundular ama cevaplarını aldılar!