Osmanlı’da Şeyh’ül İslam makamı
En yüksek dereceli müftî. Fetva müessesesinin başkanı. Ulemânın reisi. Kendisine sorulan dînî mes’eleler ve suâlleri fetva ile çözüme kavuşturan kimse. İslâmiyet’in ilk yıllarında fetva işlerine bizzat Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bakarlardı. Peygamberimizin vefâtından sonra dört halîfe devrinde İslâmiyet’in yayılması ve sınırların genişlemesi sebebiyle işler çoğaldı. Bu yüzden halîfeler fetva işlerine bakacak kimseler tâyin ettiler. Bunlara önce müftî, hicrî dördüncü asırdan sonra da şeyhülislâm denildi. Fetva işlerinin âlimlere verilmesi durumu, Emevî, Abbasî ve Selçuklular zamanında da sürdürüldü.
Osmanlılarda fetva vermekle vazîfeli ilk zât, Osman Gâzi’nin kayınpederi Şeyh Edebâlî’dir. Onun vefâtı ile talebesi Dursun Fakih, Osmanlılara müftî (şeyhülislâm) olmuştur. Devletin kuruluş devirlerinde müfîîlik-kâdılık ve müderrisliğin aynı şahısta toplandığı oldu. Meselâ Hızır Bey ve Molla Hüsrev hem kâdı hem de müftî idiler.
Osmanlılarda ilmiye sınıfına dâhil olan müftîlere reîs-ül-ülemâ ve müftî-yül-enâm gibi ünvânlar da verilmişti. Yavuz Sultan Selîm Han zamanında (1512-1520) şeyhülislâmdan Ahmed İbni Kemâl Paşa’ya Müftî-yüs-sekâleyn (insan ve cinlere fetva veren) ünvânı verilmişti. Kânûnî Sultan Süleymân Han zamanına (1520-1566) kadar şeyhülislâmlık tevcihinde uyulması zarurî bir kânun yokken, Ebüssü’ûd Efendi’nin hazırladığı bir düstûr (kânun) ile Rumeli kazaskerliğinden sonra terfî edilen bir makam hâline geldi. Pek nâdir olarak Anadolu kazaskerlerinden de şeyhülislâmlar görüldü.
Yine bu devirden (1574) îtibâren, şeyhülislâmlar ilmiye sınıfının başkanı oldu ve bütün kâdılar, müftîler ve müderrisler onun emrine verildi.
Şeyhülislâmları bizzat pâdişâh tâyin ederdi. Şeyhülislâmlığa getirilen zâtı, saraydan gelen on beş kadar görevli evinden alarak Paşa kapısına, sadrâzama götürürlerdi. Oradan saraya gelip pâdişâh huzuruna çıkarlardı. Pâdişâh, dîne ve ilme duyduğu saygıdan dolayı şeyhülislâm adayını ayakta karşılardı. Sonra, namzede, kendisini şeyhülislâm tâyin edeceğini söylerdi. O da kabul ederse şeyhülislâmlara mahsus ferve-i beydâ denilen beyaz çuhaya kaplı erkân samur kürk giydirmek suretiyle tâyin muamelesini yapar ve aynı suretle onunla beraber huzurda bulunan sadrâzama da samur hil’at giydirir ve avdetlerine müsâde ederlerdi.
Bu sûretle saraydan çıkan sadrâzamla şeyhülislâm alayla at başı beraber Bâb-ı âlî’ye gelirler, bir müddet oturup; kahve, şerbet, gülsuyu ve buhur ikrâm edilir ve bu sırada Bâb-ı âlî’deki hükümet erkânı şeyhülislâmı tebrik ederlerdi.
1826 (H. 1241) yılına kadar şeyhülislâmların müstakil dâireleri yoktu. Kendi evlerinde veya uygun bir konakta vazîfelerini yerine getirirlerdi. Sultan İkinci Mahmûd Han’ın yeniçeri ocağını kaldırmasından sonra, Süleymâniye Câmii yakınındaki Ağa kapısı, şeyhülislâmlara dâimî ikâmet olarak verildi. Burası şeyhülislâm kapısı olarak meşhur oldu. 1836’dan itibaren bu binaya kazaskerlerle İstanbul kâdısı da nakledildi.
Şeyhülislâmlar, dîvân-ı hümâyûn âzası olmamakla beraber, dînî bir mes’elenin halli veya düzeltilmesi gerektiğinde dîvâna davet edilir ve görüşleri alınırdı. Yine harp ve sulhe karar verilebilmesi için şeyhülislâmın tasdîki gerekirdi. Seferlerde pâdişâh nerede bulunursa, şeyhülislâmlar da orada bulunur, çadırlarının önüne vezirler gibi üç tuğ dikilirdi. Fakat sadrâzamın serdâr-ı ekrem olduğu seferlere şeyhülislâm katılmazdı.
Şeyhülislâmların en önemli vazifesi fetva vermekti. Çünkü bunlar en büyük müftî kabul edilirdi.
Şeyhülislâmların; çuhadar, telhisci, kethüda ve sâire gibi maiyyetinden başka, başlarında fetva emîni bulunan ve pek mühim bir dâire olan fetva kalemi vardı. Bu dâirede müsevvid, mübeyyiz, mukabeleci, kâtip, mühürdar ve müvezzîler bulunurdu. Fıkıh yâni İslâm hukukuna iyice vukufu olanlardan tâyin edilmesi îcâb eden fetva emîni, fetva kaleminin başta gelen âmiri idi. Bu zât, istenilen fetvayı muteber fıkıh kitaplarından bulur ve bunun maiyyetinde olan yirmi kadar kâtip ve fetvaları kâğıda geçirirlerdi. Daha sonra bu, fetva emîni tarafından görülür ve mübeyyiz tarafından beyaza çekilerek, şeyhülislâma takdîm olunurdu. Şeyhülislâm bunu tedkîk eder, ta’lik kırması denilen kendi el yazısıyla cevap kısmını imzalardı. Bundan sonra müvezzî isimli me’mur bu fetvayı mahalline verirdi.
Fetva, herhangi bir şeyin (umûmî ve husûsî, dînî veya hukukî) İslâmiyet’e uygun olup olmadığını bildirmek demek idi. Umûmî hukuka (Hukûk-ı umûmiyeye) âid fetvaların alınması hükûmete aitti. Bunlar da harp ilânı, sulh akdi, askerî kânun tebdili, ıslâhat icrası, gayr-i müslim tebeanın isyânı, şakâvette bulunanların (âsîlerin) katl gibi fetvalardı. Husûsî hukuka (Hukûk-ı husûsiyyeye) dâir olan fetvalar, dokuz parmak uzunluğunda ve dört parmak genişliğinde bir kâğıda ince harflerle yazılırdı. Mes’elenin az ve çok, ehemmiyetine göre, verilecek cevap kısaca; vardır veya yoktur, olur veya olmaz, gelir veya gelmez, meşrudur veya meşru değildir, caizdir veya caiz değildir şeklinde olurdu. Bâzan da verilen cevap îzâh edilirdi. Fetvalar, Hanefî mezhebi imâmlarının kavillerine (ictihâdlarına) göre verilirdi.
Şeyhülislâm dâiresinde bulunan kethüda, şeyhülislâmın siyâsî ve iktisadî işlerinde ve şeyhülislâmın nezâretinde bulunan vakıf muamelelerinde onun vekîli olup, nâmına hareket ederdi.
Telhisçi, şeyhülislâmın hükümet nezdindeki me’muru olup, dînî işlere ve kânunlara âit muamelelerde hükümetle temas ederdi. Şeyhülislâmın müderrisleri tâyinleri ve diğer hususlar bunun vasıtasıyla ve reîsülküttâbın delaletiyle vezîriâzama arzolunurdu.
Mektupçu, şeyhülislâmın dîvân efendisi veya mühürdar, şimdiki ismiyle yazı işleri müdürü idi. Meşihattan (şeyhülislâmlık makamından) çıkan yazılar, tâyin rüûsu ve beratları ile icazetnamelerin yazıldığı dâireden bu sorumluydu. Şeyhülislâmın mührü de mühürdarda bulunurdu.
Osmanlı donanmasının Haliç’ten denize çıkmak zamanı gelince, reîsülküttâb efendi vasıtasıyla davet edilen şeyhülislâm Yalı köşküne gelir ve pâdişâhla beraber teşyî merasiminde bulunurdu. Ayrıca şehzâde ve sultan hanımların doğumları münâsebetiyle yapılan tebriklerde, sultanların nişan ve nikâh merasiminde şeyhülislâmlar da bulunur ve sultânın nikâhını kıyarlardı. Pâdişâh ve şehzâde vefâtlarında da bunların cenaze namazlarını şeyhülislâmlar kıldırırdı.
Osmanlı târihinde sadrâzam olmak için tahsîl aranmazdı. Fakat şeyhülislâm olmak hattâ bunun ilk basamağı olan kâdılık, müftîlik ve müderrislik için bile, medreselerin en yükseğini bitirmiş olmak gerekirdi. Bu durum, şeyhülislâmlığa verilen değeri gösterdiğinden önemlidir. Osmanlı şeyhülislâmlarından bir kısmı verilen fetvaları toplamış ve kitap hâline getirmişlerdir. Bunlardan bâzıları basılmış, basılmayanlar da muhafaza edilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren görülen şeyhülislâmlık makamı, Cumhûriyet’in ilânından sonra kaldırılmıştır.
——————————-
1) Rehber Ansiklopedisi; cild-16, sh. 75
2) Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilâtı (Uzunçarşılı); sh. 173
3) Türkiye Târihi; cild-10, sh. 246
4) Osmanlı Târih Deyimleri; cild-3, sh. 347