Yarım kalmış fetih – İbrahim Karataş
İstanbul’un fethinin 567. yıldönümü yurtta sevinçle kutlandığı gibi hüzünle de kutlandı. Nedeni bilinmez (ya da bilinir) ama bu ülkenin bazı yerlileri Bizans özlemi içinde olup 1453’ü zulmün başlangıcı olarak görüyor. Demek ki 567 yıldır zulüm görüyorlar ve hâlâ acı çekiyorlar. Ne diyelim! Allah çektikleri zulmü artırsın.
Bazısı da tahammülsüzlüğünü bastırmak için üstten laflar edip her yıl yapılan kutlamanın kutlayıcıların İstanbul’un bir Türk şehri olduğuna hâlâ inanmadığını gösterdiğini iddia ediyor. Aslında bir fethi 567 sene boyunca yâd edip kutlamak dedikleri gibi belki lüzumsuz olabilirdi. Ancak görmek istemedikleri veya üstünü örttükleri bazı hakikatler fethi canlı tutuyor.
Birincisi, İstanbul öyle bir şehir ki Resulullah (a.s.m.) hem şehri fethe teşvik etmiş, hem de feth edeni övmüştür. Eyüp El-Ensari’den tutun, İstanbul’da mezarları bulunan birçok sahabe, Fatih Sultan Mehmet’den önceki İslam liderleri ve son olarak Fatih, İstanbul’u fethetmek için surlarda belirmiştir. Fetih sonunda Fatih Sultan Mehmet’e nasip olmuştur. Ne zaman? Hadisin zikr edildiği tarihten 800 küsur yıl sonra. Dolayısıyla bugün kutlanan fetih, kendisi için 800 yıl beklenen fetihtir. Böyle bir fetih unutulmadığı için her yıl kutlanıyor.
İkincisi, fetihte iki tarih önemlidir. İlki 1453’tür, ki bu tarihte İstanbul fethedildi ve metruk bir eski kilise olan Ayasofya camiye dönüştürüldü. 480 yıl cami olarak kullanılan Ayasofya, gayesi dini özel ve sosyal hayattan tamamen silmek ve din işlerini devlet işlerinden ayırmak yerine dini kontrol altında tutmak olan ‘hegemon laiklik’ ilkesi gereğince 1930’da kapatıldı. Önce tadil nedeniyle kapatıldı. Daha sonra yeniden kiliseye çevrilmesi düşünüldü ve fakat İstanbul’da pek hristiyan kalmadığı anlaşılınca 1935’te müzeye çevirdiler. Kilise ve müze olması düşünülmüş ama cami olarak devam etmesi hiç düşünülmemiş. Daha doğrusu düşünmek bile istememişler.
Günümüz itibariyle Ayasofya’yı camiye çevirmek biraz daha zor. Çünkü uluslararası konjonktür buna müsaade etmiyor. Eğer 1935’te müze yapılmasaydı kimse sorun etmeyecekti ama şimdi ediliyor. Yine de bu bir iç mesele olduğu için hükümet istediği zaman ne pahasına olursa olsun açar. Kimse de bir şey diyemez. Ancak dışarıda olduğu gibi içeride de açılmasına karşı gelen bir güruh var. Bu zevatın kiliseye olan saygısı camiye olandan daha fazla. Hatta camiye saygıları hiç yok. Öyle ki, eskiden camileri ahıra çevirirken şimdilerde hoparlörden şarkı çalıyorlar. Yarın bir gün iktidar olsalar bırakın Ayasofya’yı, onlara karşı belki de Sultanahmet’i savunmak durumunda kalacağız.
Öte yandan; Ayasofya’nın açılmaması fethin yarım kaldığının göstergesidir. Ayasofya İstanbul’la birlikte fethedilip cami yapıldı ama sonra tekrardan eski haline döndürüldü. Cami olmadıktan sonra kilise veya müze olmasının bir önemi yoktur. Fetih ülke içinde olmaz doğrudur ama kendi ülkenizdeki dini bir mabedi açamıyorsanız o mabed tam olarak sizin değildir. Çünkü egemenliğiniz orada işlemiyor. İşlese Ayasofya hakkında istediğiniz gibi tasarruf edebilmeniz gerekirdi.
Durum böyle olduğuna göre, Ayasofya’nın yeniden açılması için yapılan çağrılar da gayet yerinde, elzem ve 85 yıllık bir hasretin neticesidir. Ayrıca “bu devirde fetih gibi işgalci kelimeler kullanılmamalı” diyen sözde barış yanlıları (ki hepsi de darbe ve terör destekçileridir) Yunanlıların hâlâ ‘İstanbul’ adını kullanmayıp şehre ‘Konstantinapol’ dediklerini ıskalıyorlar. Ya da biliyorlar ama şikayetçi değiller. Elin oğlu 500 yıllık fethe rağmen İstanbul’dan vazgeçmezken bizden Ayasofya’dan vazgeçmemizi istiyorlar. Keşke Yunanlıların kendi ülkelerini ve megalo idealarını sevdikleri kadar Türkiye’yi sevseler.
YENİ AKİT