Talat Paşa ve Osmanlı’ya ihaneti
Türkiye’de siyaset, ekonomi, tarih, ilahiyat ve bilumum gündem olan bütün meselelerde allame-i cihan olan şahıslar var. Her gece TV’lerde ahkâm kesmekteler. Eskiden kahve köşelerinde vatan kurtaran yaşlı amcalar gibiler. Hele bazı hukuk profesörleri var ki maşallah bilmedikleri yok! Bir dönem her meselede söz sahibi olan emekli askerleri de fersah fersah geçmiş durumdalar!
Konu tarih olunca bunların cehaletleri o kadar ortaya çıkıyor ki bazen gülme krizine yakalanıyorsunuz.
İlk öğretmenlerinden duyduklarını, analarının ninnileri gibi ezberlemişler ve mırıldanıyorlar. Bilhassa Sultan II. Abdülhamid Han söz konusu olduğunda bu cehaletleri daha da gün yüzüne çıkıyor!
Zira bu hususta o kadar çok ninni dinlemişler ki bitmek bilmiyor. Yirmi yıldır bu mesele hakkında hem ülkemizde hem de yurt dışında sayısız araştırma yapıldı, eserler yazıldı. Zahmet edip onları okuyacak hâlleri yok! Zira insanları ninnilerle uyutmak çok kolay.
Bu itibarla II. Abdülhamid Han’ı konuşurken memleketi gerçekten felakete düşürenleri ülkeyi peşkeş çekenleri nedense kimse duymamış görmemiş oluyor.
Önceki haftada kaleme aldığım Kazım Karabekir Paşa yazısı çok ses getirdi. Onlarca teşekkür mesajları aldım. Bu itibarla sırası geldikçe Abdülhamid Han’ı tahttan indirenlerin fikirlerini ve icraatlarını kaleme almaya devam edeceğim.
Bu etkili devlet adamlarından biri de Johannes Lepsius’un “İttihat ve Terakki fırkasının ruhuydu” dediği Talat Paşa’dır.
O, 1 Eylül 1874 tarihinde Edirne’de doğdu. Babası Kırcaali’ye bağlı Çepleci köyünden Ahmed Vâsıf Efendi, annesi Hürmüz Hanım’dır. İlk eğitimini Vize’de aldıktan sonra Edirne Askerî Rüşdiyesini bitirdi. Babasının vefatı üzerine ailesinin geçimini sağlamak için Edirne Posta ve Telgraf İdaresine mülâzemetle girdi ve 1891’de telgraf deposunda memur oldu. Aynı zamanda şehirdeki Alliance Israelite Universelle mektebinde Türkçe muallimliği yaptı.
Alliance Israelite, Talat’ın gelecekteki kişiliğinin oluşması açısından küçümsenemeyecek bir yere ve role sahiptir.
O, Almanya’da iken “Ben isyankâr doğmuştum” diyerek hayatının şifresini vermişti. İşte o dönemde bu şifreyi çözenler tarafından onun isyankâr ruhu yönlendirilmiş oluyordu. Zira Alliance İsraelite, son büyük Türk imparatorluğuna karşı bir nevi geleceğin muhaliflerini yetiştirme mektebi idi. Siyonistler II. Abdülhamid Han’dan istediklerini koparamadıkları için ona yönelik genç Türk muhalefetini desteklemeye başlamışlardı. Genç Türkler ise kimin ağına düştüklerinden ve hizmetine girdiklerinden oldukça gafildiler.
Talat Bey, bu dönemde Yahudilerle ilişkiler içerisine girdi. Ardından II. Abdülhamid Han düşmanlığı ile bilinen Jön Türk cemiyeti içerisinde yerini aldı.
Alt düzey bürokrat ve zabitlerden oluşan bir muhalefet örgütlenmesine katıldı. Emanuel Karasu ile birlikte İstanbul’da da faaliyette bulundu. Masonların ileri gelenleriyle görüşerek neler yapabileceklerini konuştular. Ancak istihbarat elemanları bu faaliyetlerinden anında haberdar olmuşlardı. Yargılandığı mahkeme tarafından üç yıl hapse mahkûm edilerek Edirne Hapishanesine gönderildi ve memuriyetten azledildi (1897).
Rumeli’de ne işimiz var?
Çok geçmeden affedilen Talat Bey, Selânik’e sürüldü. 1899’da Selânik Vilâyeti Posta ve Telgraf İdaresinde kâtip, 1903’te başkâtip oldu.
1903’te İtalyan Obediyasına bağlı Macedonia Risorta mason locasına girdi. Pek çok rejim aleyhtarının katıldığı bu loca, Osmanlı Hürriyet Cemiyetinin dâhil olduğu daha sonraki örgütlenmelere ciddi katkılar sağladı. Değişik kaynaklar Talat Paşa’nın Bektaşî tarikatı mensubu olduğunu ve bu kanalla da siyasal örgütlenme gerçekleştirdiğini ileri sürmektedir.
İttihat ve Terakki Cemiyetinin İstanbul’da esas ve köklü teşkilatlanmasını da Kazım Karabekir Paşa vasıtasıyla Talat Bey sağlayacaktır. Kazım Karabekir’in Manastır’da kışla görevinde iken Harbiye’ye muallim olarak tayin edilmesi (1907) kendilerine bu yolu açacaktı. Talat Bey 1908 ihtilâlinin hazırlanmasında önemli rol oynadı ve ihtilâlin ardından yeniden Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alan örgütün en önemli idarecilerinden biri hâline geldi.
1908 seçimlerinde Edirne mebusu olarak Meclis-i Mebusana girdi ve birinci reis vekilliğine getirildi. 1909’da İngiltere’ye gönderilen parlamento heyetine başkanlık etti. 8 Ağustos 1909 tarihinde Dâhiliye Nazırı oldu. Ancak eğitimsiz ve tecrübesiz oluşu kısa zamanda etkisini gösterdi. Trablusgarp, Arnavutluk ve Yemen meselelerinde ağır ithamlara uğradı. İcraatlarını beğenmeyenler kendisini “Telgraf çavuşluğundan yetişmiş̧ cahil”, “görgüsüz” ve “baldırı çıplak” bir türedi olarak nitelendirmişlerdi.
İş bilmediği o kadar ayyuka çıkmıştı ki artık görevde kalması zorlaşmıştı. Nitekim 11 Şubat 1911’de bu görevinden istifa etti. Buna rağmen Fırka’nın gücü neticesinde 4 Şubat 1912 tarihinde Posta ve Telgraf nazırlığıyla yeniden kabineye girdi. Said Paşa kabinesinin 1912 Temmuz’unda istifası ile bu görevi sona erdi.
Balkan Harbi’nin çıkmasıyla birlikte Talat Bey, gönüllü yazılmak suretiyle orduya katıldı. Ancak asker arasında yaptığı “muzır telkinat” gerekçesiyle Edirne Muhafızı Şükrü Paşa tarafından neredeyse kovularak İstanbul’a gönderildi. O açık bir şekilde “Rumeli’de bizim ne işimiz var, burasını Bulgarlara bırakalım” diyebiliyordu.
23 Ocak 1913 tarihinde gerçekleştirilen Bâbıâli Baskını’nın düzenleyici ve uygulayıcıları arasında yer aldı. Mahmud Şevket Paşa suikastının ardından kurulan Said Halim Paşa kabinesinde yeniden Dâhiliye Nazırlığına getirildi (12 Haziran 1913). Bu tarihten itibaren İttihat ve Terakki Cemiyetinin tam anlamıyla devlete hâkim olması dolayısıyla Talat Bey de ülke siyasetinin en etkili üç adamından biri oldu.
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesinde Enver ve Cemal paşalarla birlikte karar veren Talat Paşa idi. Tehcir Kanunu’nun çıkarılması ve uygulanmasında Dâhiliye Nazırı sıfatıyla önemli rol oynadı.
Talat Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı sırasında, en mühim icraatlarından biri de Yahudi çevreleri ele geçirebilmek için giriştiği mücadelede görünecektir. Bu konuda Almanlar da kendisini desteklemekteydi. Yahudiler Filistin’de toprak alımı ve otonom idare elde etme konusunda Talat Paşa’dan oldukça istifade etmişlerdir. Abdülhamid Han’ın hal tebliğini bildirenlerden büyük dostu Yahudi Emanuel Karasu bu işlerde başı çekmiştir.
Teslimiyet, fakat kime?
Talat Paşa, Sadrazam Said Halim Paşa’nın istifası üzerine sadarete 3 Şubat 1917 tarihinde, sadarete geldi. Ancak ilk Dâhiliye Nazırlığında olduğu gibi bu görevi de alaya alınacaktı. Memleketi düşürmüş oldukları felaket bataklığına rağmen, hâlâ iktidarı kimseye bırakmak istemiyorlardı.
Buna karşılık ülkeyi gözü kara bir biçimde cihan harbine sürükleyerek sebep oldukları perişanlıkların sonunda, sadarete gelişini alaya alanlar ve yaptıklarını küçümseyenler de az değildi:
Aldı yürüdü bütün mesalih
Posta tatarı gelince sadra
Şahit aranırsa işte işler
Hayret veriyor ricali asra
Talat Paşa bu tartışmalar arasında göreve başlamıştı. Ülke ise artık felaket ve çöküş yoluna girmişti. 1918 yılı ocak ve şubat aylarında Bolşeviklerle yürütülen Brest-Litowsk mütareke görüşmelerini Osmanlı Devleti heyetinin baş delegesi sıfatıyla idare etti, ancak anlaşmaya varılamaması yüzünden İstanbul’a geri döndü. Sultan Reşad’ın vefatı üzerine usulen hükûmetin istifasını sundu. 8 Temmuz 1918 tarihinde yeni padişah VI. Mehmed (Vahideddin) tarafından tekrar sadrazamlığa getirildi. Bu sırada cihan harbi neticelenmiş İttihat ve Terakki Fırkasının artık memleketi idare imkânı kalmamıştı. Neticede Talat Paşa 8 Ekim 1918’de istifasını sundu.
1 Kasım 1918 tarihinde İttihat ve Terakki Cemiyetinin örgütün feshine karar veren son kongresinin başkanlığını yapan Talat Paşa 1-2 Kasım gecesi Enver ve Cemal paşalar gibi önde gelen cemiyet liderleriyle birlikte bir Alman torpido gemisiyle Karadeniz üzerinden Sivastopol’a kaçtı ve ardından Berlin’e gitti.
Talat Paşa burada görüştüğü (1921) ünlü İngiliz casusu Aubrey Herbert’e yakınırken Sultan II. Abdülhamid Han’a darbe yaptıkları dönemden itibaren kendilerine karşı nasıl bir teslimiyetçi ruhla hareket ettiklerini fakat onların buna aldırmadıklarını belirterek şöyle diyecektir:
“Sanıyorum dünya tarihinde hiçbir güç, bir başkasına, bizim ihtilal yaptığımız dönemde İngiltere’nin Türkiye’ye davrandığı kadar buyurgan bir tutum içinde olmamıştır. Oysa ihtilalin ileri gelenleri sizden hoşlanıyor, halk ise âdeta size tapıyordu. Bir gün büyükelçinin atlarını arabasından çözdüler ve arabayı elçilik binasına kadar çekip götürdüler. Bu pek küçük bir şey, bir sembol… Elçi isteseydi, arabanın kendi üzerlerinden geçmesine bile ses çıkarmazlardı. Oysa siz bizden uzak duruyordunuz. Elçi soğuktu, Fitz Maunce ise düşmanca bir tutum içindeydi. Biz de kendimizi ayakta tutmanın bir yolunu bulmaya çalışıyorduk. Aramızın soğumasından sonra bile sizinle yeniden dost olmaya çabaladık; bunun için onulmaz muhalifimiz Kâmil’in sadrazamlığını kabul ettik. Ne bu, ne de yaptığımız başka şeyler sizi hoşnut etti. Bizi Almanya’nın kollarına attınız. Bizim başka seçeneğimiz yoktu. Öteki seçenekler ya ölüm, ya paylaşılma demekti.”
Bu ifadeler İttihatçıların II. Abdülhamid Han’ı tahttan indirdikleri sırada, nasıl teslimiyetçi bir ruh içerisinde olduklarını göstermeye yeterlidir.
Kazım Karabekir Paşa II. Abdülhamid Han’a suikast planlarken “Gayr-ı Türkler öldürmesin kahraman olur, onu öz evlatları boğacaktır” diyordu.
Şimdi sıra padişahlarını çiğneyip teslim oldukları güçler tarafından, kahraman yapılmaya mı gelmişti? Talat Paşa, 15 Mart 1921 tarihinde Berlin’de Soghomon Tehliryan adındaki bir Ermeni tarafından tabanca ile vurularak öldürüldü. Yakalanarak yargılanan katili mahkeme jürisi suçsuz bularak beraat ettirdi (3 Haziran 1921).
Böylece II. Abdülhamid Han evlatlarına “Kızıl Sultan” diye okutulacakken, Talat Paşa ve ekibine kahraman sıfatı yakıştırmasının yolu açılmış bulunuyordu.
Talat Paşa’nın uzun süre Berlin Müslüman Mezarlığı’nda kalan naaşı yirmi iki yıl sonra İstanbul’a getirilerek Hürriyet-i Ebediye Tepesi’ne defnedildi (25 Şubat 1943).
TEFEKKÜR
Ol matlabın husûlüne la’net ki tâlibi
Lâzım gele mürâca’at etmek adûsuna
Ahmed Şimşirgil – Türkiye Gazetesi