Abdulfettah Ebu Ğudde Kimdir?

Nureddîn BOYACILAR Hocaefendinin kaleminden ABDULFETTAH EBU ĞUDDE(1920-2002)

1917’de Suriye’nin Halep şehrinde doğan Abdülfettah Ebu Gudde Hocaefendi, ilk öğrenimini Halep’te, orta öğrenimini Hüsrev aşa Medresesi’nde tamamladı. 1948 yılında el-Ezher’in Şeria Fakültesi’ni bitirdi. EI-Ezher’in Arap Dili ve Edebiyatı Fakültesi’nde “Eğitim Metodolojisi” üzerine ihtisas yaptı. 1961 yılında Şam Üniversitesi Şeria Fakültesi’nde öğretim üyeliğine başladı. 1965 yılında Suudi Arabistan Riyad Şeria Fakültesi’ne intikal etti. 1966 yılında Suriye’ye döndüğünde Baasçılar tarafından hapsedildi. Bir yıl hapiste kaldı. Şeria Fakültesi’nde on yıl profesör unvanıyla Hadis, Hadis Usûlü ve Fıkıh Usûlü dersleri verdi. Öğretim üyeliği yanında Hadis, Hadis Usûlü, Kuran İlimleri, Fıkıh, Fıkıh Usûlü, Akaid, Tasavvuf, Arap Dili ve Edebiyatı, Tarih, Teracim (Bibliyografya) Eğitim ve Öğretim Metodlarıyla ilgili 70’den fazla te’lif veya tahkik eseri neşretti. Uluslararası pekçok konferansa katıldı. İlmi tebliğler sundu. 16 Şubat 1997’de Riyad’da vefat etti. Allah Rahmet etsin. (Amin).

ŞAHSİYETİ

Şevval 1417,16 Şubat 1997 Pazar… Esefle, alemle, acıyla dolu bir gün… Bugün İslâm âleminde bir benzeri daha bulunmayan büyük bir âlimi, değerli bir zatı, kıymetli bir şahsiyeti kaybettik. Büyük muhaddis, fakûı, edîb, hatip, ilim, fıkir ve dâva adamı, edeb, ahlâk ve fazilet timsali muhterem Abdülfettah Ebu Gudde Hocaefendi’yi kaybettik.

O hakikaten Peygamber vârisi olan mübarek âlimlerden biriydi. Onun şahsımda Peygamberimiz (s.a.v)’in “Alimler Peygamberlerin varisleridir” hadis-i şerifinin tecelli ettiğini görüyorduk. O Peygamber varisi bir âlimin müstesna vasıf ve hususiyetlerini taşıyordu.

Elbette Halid bin Velid gibi değerli bir sahabînin neslinden gelen bir zata yaraşan da bu idi. Allah’ın kılıcı, cesur, kahraman ve yiğit sahabinin böyle mübarek, muhterem ve mücahid torunu olacaktı. Rabbine kavuşan bu değerli âlimi, bu salih zatı, bu mübarek şahsiyeti bu duygularla rahmetle anıyor, hayatı, ilmî şahsiyeti ve eserlerini zikrederek rahmete nail olmak istiyoruz…

Mükemmel bir alim. Günümüzde Müslüman gençlik, dört dörtlük bir İslâm âlimi görmek ve tanımak istiyor. Karşısında tarihte olduğu gibi her yönüyle mükemmel olan “hakikî âlim” görmek istiyor. Hani gençlerimiz haksız da değiller…

İslam alimi, ilim adamı olduğu kadar, dâvâ adamı olmalıdır. Araştırmacı ruha sahip olduğu gibi İslâmî yaşayışı ve takvasıyla da örnek olmalıdır. Hem tavizsiz bir şahsiyet, hem de itidal sahibi bir zat olmalıdır. Dünya ve ahiret dengesini kurabilen, ihlaslı ve çalışkan, şuurlu ve cihad ruhlu, tek kelimeyle sahabe-i kiram misali olmalıdır. Zamanımızda böyle mükemmel İslâm âlimleri yok değil, ama sayılan az… Dün ülkemizde ve İslam âleminde böyle değerli âlimler çoktu, ama bugün geçmişe göre maalesef mahrumiyet içindeyiz. Akademisyenlerden, ilim adamlarından pek çoğu takva ve ihlastan mahrum… Takva erbabından pek çoğu ise ilmi araştırma va incelemelere pek değer vermemekte… İlimle takvayı birleştiren âlimlerimiz ise pek fazla değil… Muhterem M. Emin Saraç hocamızın derslerinde sık sık tekrar ettiği bir cümle vardır: “Siz talihsiz bir zamanda dünyaya geldiniz. Siz her şeyi numûne olan hakikî âlimlere yetişemediniz. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, Muhammed Zahid el-Kevserî Efendi, Ali Haydar Efendi, Ömer Nasuhî Efendi, Gümülcineli Mustafa Efendi, Bekir Haki Efendi, Mahmud Sami Efendi; Ali Yekta Efendi, Fuat Efendi… ve diğerleri ne mübârek zatlardı!.:

İşte Abdülfettah Ebu Gudde Hocaefendi kendisinde ilimle takvayı birleştiren mübarek bir âlimdi. Değerli İslam Alimi Ebu’l-Hasen en-Nedvi onun hakkında: `İlimlerdeki çeşitliliği, ilmî dirayeti isabetli görüşleri ve himmetinin yüceliği ile selef âlimlerinin hatırası, rabbani, mürebbi âlim’ ifadelerini kullanmaktadır.

HADİS, FIKIH VE EDEBİYAT ÜSTADI

İslâmi ilimlerin hemen her birinde (Hadis, Hadis Usulü, Kuran ilimleri, Fıkıh, Fıkıh Usûlü, Akaid, Tasavvuf, Arap Dili ve Edebiyatı vs.) söz sahibi idi. Ancak onun asıl ihtisas alam “Hadis ve Hadis Usulü” idi. Eserlerinin çoğu Hadis, Hadis Usulü, Cerh ve Ta’dil, Teracim gibi hadis ilimlerinde idi. O kelimenin tam anlamıyla “Muhaddis” idi. Hem de dünyada şu anda benzeri pek az bulunan muhaddislerden biriydi. Türkiye, Suudi Arabistan, Suriye, Mısır, Irak, Fas, Yemen, Pakistan ve Hindistan’da kendisinden ders ve icazet aldığı yüzü aşkın hocaları arasında Muhammed Zahid el-Kevserî, Ahmed Muhammed Şakir, Abdülvehhab Buharî, Ahmed b.Sıddık el-Gumarî, Muhammed Ragıb et-Tabbah gibi muhaddisler çoğunluktaydı.

Ancak Üstad Ebu Gudde hadisle fıkhı birleştirmişti. Ahkam hadislerini şerh etmedeki mahareti bunun açık delili idi. Hem Hanefi, hem Şafii fıkhını tahsil etmişti. Fıkıh’ta hocaları arasında Ahmed Fehmi Ebu Sünne, Mustafa Ahmed ezzerka, Mahmud Şeltut, İsa el-Beyanuni, Muhammed Hıdır Huseyn, Yusuf ed-Dicvi gibi meşhur âlimler bulunuyordu. Hocası Mustafa ez-Zerka Ebu Gudde’nin Fıkıh istîdadını keşfetmiş ve onu Suriye’de Fıkıh Ansiklopedisi hazırlamakla görevlendirmişti. Tahkik ettiği eserler arasında fıkhî eserler önemli bir yer tutuyordu. O aynı zamanda değerli bir fıkıh ve fıkıh usûlü âlimi idi. Aliyyü’l-Kari (ö1.1014)’nin Fethu Babi’l-lnaye kitabı ile İmam Karafi (ö1.684)nin el-İlham kitabının tahkiki, üstadın fıkıhtaki üstün melekesini açıkça ortaya koymaktadır.

Üstad Ebu Gudde (37 yıl hizmetinde bulunan seçkin talebesi Muhammed Avvame’nin ifadesiyle): Arap Dili ve Edebiyatı’nda “hüccet” (otorite) şahsiyet idi. Sarf, Nahiv; Belagat ilimlerinde mütehassıs idi. Derin ilimle edebi kabiliyeti bir arada toplaması ile bize İmam Evzai’yi hatırlatıyordu. Kelimeleri bir edîb ve şair edasıyla yerli yerinde kullanırdı. İlmi vukufiyet ve edebi inceliklerle dolu tatlı bir hitabet üslubu vardı.

Alimlere hürmetkardı Abdülfettah Ebu Gudde Hoca efendi İslâm âlimlerine karşı son derece hürmetkâr, vefakâr, sonsuz takdir ve minnet duyan bir kimse idi. Zarif ilmî tenkitler dışında âlimlere hata nisbet etmekten, âlimler hakkında basit ve aşağılayıcı ifadeler kullanmaktan son derece sakınırdı. Kendisine bir defasında İmam-ı Azam’a nisbet edilen “Dar’ı-Harbde faiz alınabilir” şeklindeki ictihad hakkındaki görüşü sorulmuştu. Bu babda imameynin kavlinin tercih edildiğini söylemiş, “Bu ictihad İmam Ebû Hanîfe rahmetullahi aleyh’in bir ecir kazandığı ictihadlardandır” şeklinde latif ve mânâlı bir ifade ile cevap vermiş, müctehidlerin hata ettiklerinde bir ecre nail olacakları gerçeğine işaret etmişti.

Çilekeş bir dava adamı Konuşmaları canlı ve dinamik idi. Selef Alimleri, İslam Davası, İslam Gençliği konulan en çok işlediği konulardı. Suriye parlamentosunda bir müddet milletvekili olarak bulunmuş, cesaretli tavırları, korkusuz konuşmaları, açık sözlülüğü, geniş ufku ve isabetli görüşleriyle tanınmıştı. İslâm dâvâsına ihlasla bağlılığı sebebiyle Baasçılar tarafından birçok ilim, fikir ve dâvâ adamıyla birlikte hapsedilmiş, Tedmür Hapishanesi’nde bir yıl tutuklu olmuştu. Hayatının büyük bir bölümünü (30 yılını) gurbet diyarında devamlı Suriye mercîleri tarafından takibat altında tutulma tedirginliği içerisinde geçirmiş, bir müddet Suriye Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın İrşad Başkanlığı’nı üstlenmişti. O Hasan el-Benna ideâlinin ihlaslı bir neferiydi.

Bütün bu çile ve sıkıntı dolu zor şartlar altında bile İslâm dâvâsına hizmeti canla başla yürütmüş, ilim adamlığı yanı sıra fikir, dâvâ ve aksiyon adamı olarak yılmadan ve usanmadan çalışmıştı. Üstad Ebu Gudde ilmî tarafsızlığa özen gösteren, objektif ve tutarlı ifadelerle daima gerçekleri söyleyip yazan başarılı bir akademisyen, gerçek bir ilim adamı idi. Ama kendisini sadece kitaplara veren, sadece kitaba gömülen, çevresinden ve içinde bulunduğu toplumdan habersiz yaşayan biri değildi. O dünyadaki İslâmî cemaatlerle, İslâmî hareketlerle, İslâmî çalışmalarla yakından ilgilenirdi. Türkiye Müslümanlarının son otuz yılda yeniden İslâm davasına sahip çıkmaları onu çok sevindiriyor, Türkiye’deki İslâmî, ilmi, kültürel, siyasi ve sosyal çalışmaları gönülden destekliyordu. İslami cemaatler, cemiyetler, meşrepler ve guruplar arasında yapıcı ve birleştirici görüşleri nakleder, yıkıcı ve ihtilafı körükleyici görüşlere asla itibar etmezdi. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi’nin “Düzenli olan batıl, düzensiz olan hakka galip gelir” ifadesini sık sık tekrar eder, Müslümanların savundukları gerçeklerin müesseseleşmesi, hayata geçirilmesi ve yeniden cihan hakimiyetinin kazanılması için canla başla çalışmaları gerektiğini anlatırdı. Allah mağfiret etsin. Ve ondan razı olsun. ( Amin )

DR. HALİL İBRAHİM KUTLAY..

 

ESERLERİ

Abdülfettah Ebu Gudde Hocaefendi bir kısmı te’lif, bir kısmı tahkik olmak üzere 70 küsur eser bırakmıştır.Tahkik ettigi eserlerden bazıları şunlardır:

1-Kavaid Fi Ulumi’l-Hadis:

Hindistan âlimlerinden Zafer Ahmed el-Usmanî etTehanevî (öl. 1394 h)nin “İ’lâü’s-Sünen” isimli 18 ciltlik eserinin mukaddimesi olan bu eser Hanefi Hadis Usûlü konusunda son derece faydalı bir eserdir. Riyad 1984 tarihli 5. baskısı 553 sayfadır Türkçe’ye tercüme edilmiştir.

2-Zaferu’l-Emani:

Seyyid eş-şerîf el-Cürcanî (öl. 816)’nin Hadis Usûlü konusundaki “Muhtasar” adlı kitabının Abdülhayy el-Leknevî (öl. 1304) tarafından yapılan değerli bir şerhidir. Beyrut 1996 tarihli 3. baskısı 804 sayfadır.

3-el-Menanı’l-Münif:

İbn Kayyim el-Cevziyye (öl. 751)nin hadislerin metin tenkidi esasları konusunda çok faydalı bir eseri olup Halep 1982 2. baskısı 224 sayfadır.

4-Risaletü’l-Müsterşidin:

Haris el-Muhasibî (öl. 243)nin tasavvufla ilgili eseri olup selef ulemâsının, gerçek zühd ve takvâ erbâbının tasavvufi düşüncelerini ihtivâ eden eserin Kahire 1982 tarihli 4. baskısı 219 sayfadır.

5-Fethu Babi’l Inaye:

Sadru’ş-Şeria el-Mahbubî (öl. 747)nin “Nükaye” isimli değerli eserinin Aliyyü’I-Kari (öl. 1014) tarafından yapılan şerhi olan bu kitap, diğer Hanefi fıkıh kitaplarından fıkhî delilleri ve hadislerin tahricini zikretmesiyle ayrılan kıymetli bir eserdir. İlk cildin Halep 1967 tarihli 1. baskısı 299 sayfadır. Diğer ciltleri henüz basılmamıştır.

6-el-Masnu’ fi ma’rifeti’l-hadisi’l-mavdu’:

Aliyyül-Karî (öl. 1014 h)nin mevzû (uydurma) olduğuna ittifak edilen hadisleri topladığı bu eser Ebu Gudde Hoca efendi’nin tahkikiyle bir kat daha güzelleşmiştir. Eserin ilim camiasındaki diğer adı “el-Mevdüatü’s-Sugra“dır, Kahire 1984 tarihli 4. baskısı 343 sayfadır.

7-et-Tasrih bima tevatere fi nûzuli’l-Mesih:

Muhammed Enver şah el-Keşmîd (öl. 1352)nin kıyamete yakın Hz. İsâ (a.s)’ın yeryüzüne ineceğine dair varid olan hadis-i şeriflerin “Mütevatir” olduğunu isbat ettiği bu eser, konusundaki en ciddî eserlerden biridir. Beyrut 1981 3.baskı fihristleriyle beraber 373 sayfadır.

8-er-Raf’u ve’t-Takmil:

İmam Abdülhay el-Leknevî’nin hadis ilimlerinden Cerh ve Ta’dîl ilmi hakkında yazdığı eserin geniş açıklamalarla yapılan tahkîki olup hadis erbâbı için vazgeçilmez  kaynaklardan biridir Beyrut 1987 tarihli 3. baskısı 564 sayfadır.

9-el-Ecvibetü’l-Fadıla:

Cerh ve Ta’dil, Tercim vb. hadis ilimleriyle ilgili olarak sorulan on soruya İmam Abdülhayy el-Leknevî’nin verdiği cevapları ihtivâ eden bu eser muhakkik Ebu Gudde’nin ta’likatıyla gerçekten hadis ehlinin el kitabıdır. Kahire 1404 tarihli baskısı fihristiyle birlikte 302 sayfadır.

10-et-tibyan:

Kur’anla ve Kur’an ilimleriyle ilgili bazı konuları Imam Suyutî’nin “el-Itkan” kitabındaki metoduyla açıklayan Tahir el-Cezairi (öl. 1328)nin eserinin tahkîkı olup , Ebu Gudde hocaefendinin önceki eserlerinden farklı olarak pek fazla dipnot kullanmadan neşrettiği bir eserdir. Beyrut 1992 tarihli 3. Baskısı 356 sayfadır.

 

Te’lif ettiği eserlerden bazıları da şunlardır:

1-Safahat Min Sabri’l-Ulema:

İslâm âlimlerinin ilim uğrunda katlandıkları çile ve fedâkarlıkları, sıkıntı ve zorlukları çeşitli örneklerle anlatan bu eserin Beyrut 1994 tarihli 4. baskısı 508 sayfadır.

2-Kıymetü’z-Zeman Inde’l-Ulema:

İslâm âlimlerinin zamana verdikleri önemi anlatan bir eserdir. Beyrut 1987 tarihli 4. baskısı 108 sayfadır. İlk baskısı Faruk Beşer tarafından Türkçe’ye kazandırılmıştır.

3-el-Ulemaü’l-Uzzab:

İlmi, evlenmeye tercih eden ve hayatları boyunca hiç evlenmeyen bekar âlimler konusundaki bu eserde 35 âlimin hayat hikayeleri anlatılmaktadır. Beyrut 1996 tarihli 4. baskısı 323 sayfadır.

4-er-Rasulü’l-Muallim:

Eserde Peygamberimizin (s.av) ashabı kiramı yetiştirirken izlediği eğitim ve öğretim metodu 40 ayrı başlık altında hadisi şeriflerin ışığında tatlı bir üslupla anlatılmaktadır. Aynı zamanda teorik ve pratik anlamda müstesna bir eğitimci olan Ebu Gudde’nin bu eseri eğitimciler için özellikle tavsiye edilmektedir. Beyrut 1996 tarihli 1. Baskısı 226 sayfadır.

5-Lemehat Min Tarihi’s-Sünne ve Ulumi’l-Hadis:

Hadis Edebiyatı tarihi ile ilgili tesbit ve yorumları ortaya koyan bu eserin Beyrut 1987 tarihli 4. baskısı 314 sayfadır. Eserin Türkçe tercümesi İstanbul’da 1995 yılında Iz Yayıncılık tarafından ‘Mevzu Hadisler’ adıyla yayınlanmıştır.

HOCAM ABDULFETTAH EBÛ GUDDE İLE

Rabbânî alim, muhaddis, fakih, usulcü, edib, muhakkik, Halep’li hocam Abdulfettah Ebû Gudde el-Hâlidî, ilmiyle âmil, zühd ve takva sahibi, mürebbî bir zattı.

Merhum hocamı önceleri kitaplarından tanıyordum. 1969-1970 yıllarında kendileriyle mektuplaşmak suretiyle tanışmıştım. 1979 yılında Riyad İmam Muhammed ibn Suud İslam Üniversitesine ziyaretçi hoca olarak gittiğimde bana “Sen Riyad’da misafirsin, buranın yabancısısın” diyerek muhterem oğlu ile otele ziyaretime gelmişti.

(Bu kendisinin ne kadar mütevazı bir kimse olduğuna açık bir delildir ) Bendenize Suudi Arabistan’da nasıl davranacağım hakkında nasihatlerde bulunmuştu. 1980 yılında mezkûr üniversite ile anlaşma yaptım. 1880-1987 yılları arası Riyad Usûlu’d-Dîn Fakültesi Hadis Bölümünde hoca-talebe birlikte çalıştık. Kendilerinden bu müddet zarfında çok istifade ettim. Hadis kürsüsünde bulunan hocalar üzerinde ağırlığı vardı; teklif ettiği konular, yapılması gereken hususlarda, ders programlarında ne demiş ise tartışmasız kabul görürdü. Mısırlı bir tefsir doçenti, Hocaefendi’nin tez münakaşasında bulunduktan sonra “Bu Hoca hiç şüphe etmiyorum 10 adet Doktora tezini hiç kaynaklara bakmadan münakaşa edebilir, değerlendirebilir.” demişti.

Üniversite Rektörü Dr. Abdullah Abdul-Muhsîn et-Türkî, Üniversite öğretim üyeleriyle bir toplantıda Abdulfettah Hoca’ya “Talebelerimizde noksanlık görüyorum, ilim talebelerine yakışmayacak davranışlar müşahade ediyorum; lütfen ilim talebesinin ne gibi sıfatlarla sıfatlanacağı, terbiye ve âdâbı, hocalarına karşı ne şekilde davranacağı hususunda bir risâle yazın da fakültelerde ders kitabı olarak okutalım.” demişti, ve Hocaefendi bunun üzerine Safahât min Sabril-Ulemâ; Kiymet-uz-zaman inde-l-ulemâ ; Minhâc’us-selef inde’s-suâli anil-ilm min edebil-İslam; Er-Rasûl el-Muallim ve esalibuhu fit’ta’lim ; El-Ulemâ-u el-Uzzâbu ellezîne Âsâru el-ilme ale’z-zevâci adlı eserleri kaleme almıştı.

Memleketi olan Halep şehrinden mecbûri hicret ederek Suûdi Arabistan Riyad’da 30 yıla yakın Hadis profesörü olarak görevde bulunmuştu. 20 yi aşkın talebenin master ve doktora tezlerini yönetmiş, sayılarını bilmediğim kadar da tez münakaşalarına katılmıştı.

Hindistan’a ve Pakistan’a iki defa ilmî yolculuklarda bulunmuş, bu ülkelerdeki âlimlerle görüşmüş, özellikle bazılarından Hadis, hadis usûlü ve fıkıh ilimlerinden icâzet almıştır. Hindistanlı alimlerin ısrarı üzerine Allâme, muhaddis Abdu-l- Hayy el-Leknevî’nin bir çok eserini tahkîk, hadisleri tahric etmek sûretiyle nefis fihrist ve ta’liklerle eserlerini neşretmiştir.

Hocamızın Hadis tahrici, hadis ricâli, cerh ve tadil ilmi, hadis senetlerinin tenkidi, hadisin fıkhı ve sebeb-i vürudu üzerindeki vukûfiyeti büyüktü; Hocamız muhaddis, fakih sıfatlarını kendisinde meczetmişti; mücerred nakilcilikle yetinmemiş, hadisin fıkhına, sebebi vürûduna, hadiste adı geçen muhatabın durumuna vakıf olup, ictimâî, kültürel ve psikolojik durumları göz önünde bulundurarak açıklamalarda bulunurdu. Sahabe, tâbiîn, etbâut-Tâbiîn, tebei’l-etbâyı, hayatlarını çok iyi bilirdi.

Hanefî fıkhına vukûfiyeti de büyüktü, Hanefî mezhebine göre hangi hadislerin delil sayılacağını, Şafiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheblerinin delillerine mukâyese ederdi. Hanefî görüşünü ekseriyetle tercih ederdi.

Mezkur Üniversite Şeriat (İslam Hukuk) fakültesinde dört mezhebe göre (mukayeseli olarak) hadis derslerini yıllarca okutmuştu. Usûl-id-Dîn Fakültesi Hadis kürsüsünde ise cerh ve tadîl, Usûlü hadis (Tedribi-r-Râvî’den), Buhârî ve Müslim şerhlerinden aynı hadisin (mukayeseli olarak) tedrisâtını yapıyordu.

Usûlu fıkıh ilminde de söz sahibi sayılırdı. Şeriat Fakültesinde usûlü fıkıh derslerini dört mezheb üzerine mukayeseli okuttuğunu bir çok hocadan naklen işittim; bu husus gerek Suudlu ve gerekse diğer yabancı hocaları hayretler içinde bırakmıştır. Çünkü Hocamız dört mezhepten her birinin usûldeki metodlarını ve ayrıldıkları noktaları çok iyi öğrenmişti.

Kitap tahkik ve ta’liklerine gelince, müellifin asıl yazma nüshasını veya müellif nüshasından nakledilen itimada şâyan nüshayı, yahut da üzerinde, büyük muhaddislerin okuttuklarına dair semâlar bulunan nüshayı elde etme, müellifin kitabında zikrettiği kaynaklara inme, delilleri kıymetlendirme, ilmî, fıkhî ve usûlî ıstılahları açıklama, kelimelerin cümledeki yeri, irapların mahalli, fıkhî, usûlî ve itikâdî yöndeki açıklamalara önem verirdi. Tarihi hâdise ve vâkıaları, önemli şahısları, bilinmeyen yer isimlerini yeri geldikçe dipnotlarla muhtasar olarak açıklardı. Ayrıca her eserin sonunda detaylı fennî fihristlere yer vererek okuyucuya kolaylıklar sağlardı.

Ders ve konferanslarında hoca ve talebe âdâbına işaret ederek, başkalarından, bazan da kendisinden misal vererek dinleyenlerin de aynı âdab ve terbiye üzerinde olmalarını sağlardı.

 İNTİBALARIM

Bir defesında evine (Bayram’da) ziyarete gittiğimde, evinde Pakistanlı, Hindistanlı, Endonezyalı, Habeşli talebeler vardı. Onlara dönerek ve bana işaret ederek “Bunun memleketi var ya (Türkiye) namaz kılmak için camilere gittiğinizde hiç bir gürültü, hışırtı işitmezsiniz, sanki namaz kılanların başlarına kuş konmuşçasına huzur içinde huşû ile namaz kılıyorlar, saflar askerî disiplin içinde tertip olunmuş, namaz başladıktan sonra boş yerleri doldurmaya hiç gerek kalmaz. ” demişti.

Türk talebeleriyle ziyaretine gittiğimizde bize “Ben Zâhid el-Kevserî Hocamın üzerinde bulunan hakkını nasıl öderim; Türk talebelerine yeterli derecede faydalı olamadım, onlara özel dersler veremedim ” diye hayıflanmıştı. Türk talebelerine bir müddet evinde tatil günlerinde ders vermeye başlamıştı ki, Suudlu yetkililer dersi durdurdular, sanki Hocamızı göz hapsine koymuşlardı.

Bendenizi İbnu-l-Cevzî’nin “elMavdûat” adlı eserini tahkik ve hadisleri tahric etmem husûsunda ısrarla teşvik etmiş, bana bir nevi sorumluluk yüklemişti; ve bana devamlı sûretle;

Kitap ne oldu, nereye kadar tahkik yaptın, ne kadar kaldı? Şayet bitirmezsen pişman olursun, başka biri senden önce davranır yayınlarsa çok üzülürsün.” derdi. Allah’a hamd olsun kitabın tahkîkinin tamamlandığı ve basılmaya hazır olduğunu mektupla haber verdiğimde çok sevindi ve dualar etti. “el-Mavdûat” adlı eserin içinde manasını anlayamadım ibâreler ve cümleler vardı.. kendisinden açıklaması için rica etmiştim. Sorulara 2 sahifeyi aşkın açıklamaları ihtiva eden mektup göndermişti. Bu bilgi ve açıklamaları aynen hocamın adıyla dipnotlarda zikrettim. Ayrıca mektubunda, kitap neşredilmeden önce Dr. Ahmed Muhammed Şâkir’in yazma eserleri tetkik hususundaki eseri dikkatle okumamı, fihristlere önem vermemi, kitapları, bablara, hadislere, eserlere ayrı ayrı baştan sona kadar numara verilmesini, cerh ve ta’dil edilen râviler fihristini yazmamı tavsiye etmişti.

1996 yazı Konya’mıza teşrif etmişler, Konya’da akdedilen Kongreye iştirak etmişlerdi. Bendenize “Yarın Sahih-i Müslim Kitabını getir sana okutacağım ve icâzet vermek istiyorum.” dedi.. Bence bu, onun ölmesinden önce, şahsıma ve yanındaki arkadaşlara icâzet vermek istemesi ve kerametiydi. Sanki sevdiği Konya’ya ve Konyalılara veda ediyordu. Konuşmalarında, hareketlerinde bunu hissetmiştim. Belediye sarayına geldim, yanımızda Emin Saraç, Dr. Seyyid Bahçıvan ve Ömer Faruk Hocalar vardı. Abdest aldık diz çöktük, bendenize Sahih Müslimin’in evvelinden üç sahife kadar okuttu, “şerh et” dedi, sonra kendileri tafsilatlı bilgi verdiler, sonra yanında taşıdığı miskten hepimize eliyle sürdü, hazır olanların hepsine de icâzet verdi ve imzaladı, dualar etti.

İlim adamlarına takva ve zühd sahibi kimselere sevgisi, hürmeti fazla idi. Isparta’da ikâmet eden Diyarbakır Hazro’lu İsmail Çetin hoca sırf kendisini görmeye geldiğini söyleyince çok duygulandı. İsmail hoca kendilerine “Muhammed Zâhid Kevserî hocaya şeklen, ilmen ve rûhen çok benziyorsunuz.” deyince ağlamıştı; çünkü hocasını çok mu çok seviyordu.

1994 yılında Konya Selçuk Eğitim merkezi Hocaları ve talebeleri ile Ramazan ayında Mekke’ye vardığımızda, geldiğimizi haber alır almaz, damadını ve bir talebesini göndererek Mescid-i Haram’da bizi arattırmış, nihayet üst katta terâvih namazından sonra kendisiyle buluşmuştuk. Zâtı âlilerinden bize ve talebelere nasihatte bulunmasını rica ettim, “Tabii, bu benim görevimdir.” diyerek kabul ettiler. Ertesi günü teravih namazını müteakiben Diyanet İşleri Başkanlığı misafirhanesinde iki saati aşkın talebelerle ve bizlerle sohbet ve nasihatte bulundu.

Ehli sünnet vel-Cemaat itikadı üzerine her türlü ırktan talebelere dersler verdi, onları yetiştirdi, birçoklarına Hadis ve Fıkıh’tan icâzet verdi. Türkiye’yi ve Türk’leri çok seviyordu. Konya’yı ve Konyalıları da çok sevdi. daha önce Konya’yı görmediğine hayıflandı, burada gördüğü sıcak ilgi ve muhabbetten çok memnun kalmış olacak ki, gelecek yıllarda yaz tatilini Konya’da geçirmeye karar vermişti.

Burada Rabb’imize iltica ederek, hocamıza Mevla’mızdan af ve mağfiret diliyoruz. Kabri purnûr olsun, rûhu şâd olsun, kabri cennet bahçelerinden bir bahçe olsun. Rabbim onu mahşerde Nebilerle, Sıddîklarla ve şehidlerle beraber etsin. Biz talebeleri ve dostları olarak hocamızdan razıyız, Rabb’im Sen de ondan razı ol, makamını yücelt ( Amîn ) –

PAYLAŞ