Rahata düşkün olan bir ümmet olduk
Yumuşak bir koltuğa oturduğunuzda ağzınızdan hemen şu sözcükler dökülür: “Ne rahat bir koltuk!” Lüks bir arabaya bindiğinizde “ne rahat bir araba” dersiniz. Rahat bir ayakkabı giydiğinizde “bu ayakkabı çok rahatmış” dersiniz. Bütün bu durumlarda “rahat” ifadesi ile kullandığınız nesnenin “yumuşak”, “dinlendirici”, “huzur verici”, “ferahlatıcı” olduğunu kastedersiniz.
Bütün bu rahatlıkların hepsinin ötesinde bir rahatlık daha vardır: “Kafa / kalp rahatlığı.” Eğer kafanız / kalbiniz / ruhunuz / gönlünüz rahat değilse yeryüzünde hangi imkâna sahip olursanız olun, kullandığınız nesneler ne kadar yeni, yumuşak, geniş olsa da siz rahat olamazsınız.
İsterseniz bunun sağlamasını yapalım. Düşünün şimdi: Diyelim ki yatağınız son derece rahat ve ortopedik. Ama aileden birinci derecede bir yakınınız hastanede hasta yatıyor. Sizin o yumuşacık, ortopedik yatağınızın rahatlığını hisseder misiniz?
Diyelim ki son derece geniş, ferah bir evde oturuyorsunuz. Kışın sıcacık, yazın serin… Ama çocuğunuz hapishanede veya uyuşturucu müptelası… Siz bu evinizin rahatlığını hisseder misiniz?
Bunun aksine bir kimse düşünün ki evi son derece küçük, ev eşyaları son derece basit, sıradan. Ayakkabıları eski, yağmurlu havalarda su alıyor, ayakları ıslanıyor. Ama bu kişinin kıt kanaat de olsa geçinebilecek bir işi var. Hiç kimseye borcu yok. Vücudu sağlam, bir hastalığı yok. Çocukları mutlu, huzurlu. Yuvaları şen-şakrak. Sizce bu kişi mi kendi evinde daha rahattır yoksa lüks bir villada tek başına oturan zengin bir iş adamı mı?
Allah Resûlü (s.a.v.)’nün hayatına dünyevi şartlar açısından bir baksanız hiç de rahat olmayan bir hayat görürsünüz. Aylar geçer evlerinde ocak tütmez. Her bir eşi için ayırdığı oda üç dört kişinin zor sığacağı büyüklükte. Oda öyle dar ki Peygamberimiz namaz kılarken önünde uzanan Hz. Aişe’ye elleriyle dokunuyor, Hz. Aişe toparlanıyor da peygamberimiz öyle secde yapıyor. Evlerde tuvalet yok, banyo yok, mutfak yok. Peygamberimizin yattığı yatak öyle kuş tüyünden değil. İçi hurma lifi dolu bir deri. Bazen hasırda yatıyor da hasır mübârek vücudunda iz yapıyor. Namaz kıldığı mescidin tepesinde kubbeler, etrafında minareler, tabanında halı, tavanında avize yok. Yağmur yağdığında mescidin tabanı su oluyor, insanlar çamurlu yer üzerinde secde yapıyor.
Aynı dönemde İran Kisrasına, Rum Kayser’ine bakınca ihtişamlı saraylar, nöbetçiler, muhafızlar, rahat döşekler, türlü türlü yemekler, soylu atlar, süslü elbiseler görürsünüz.
Peki kim daha rahat? Allah Resûlü mü, yoksa İran Kisra’sı mı, Rum Kayser’i mi?
Aslında hepimiz rahat, huzurlu, sakin bir hayat sürmek istiyoruz ama rahatlığı doğru yerde arıyor muyuz?
Servetimize servet kattığımızda rahatımızın artacağından emin miyiz, yoksa bu durum bizi ucu bucağı gelmez başka hırsların peşinde sürükleyerek bir ömür boyu rahatsız mı edecek?
Şöhretimize şöhret kattığımızda rahatımızın artacağından emin miyiz, yoksa bu durum bizi sokakta rahat, kendi gönlünce, kimseye hesap vermeden yürüyemez hale mi getirecek?
Eskiler “rahatlık, rahatı terk etmededir” diye boş yere söylememişler. İşte Allah Resûlü’nün sünneti de bu! O, rahat döşeklerde horul horul uyuyarak değil gece boyu Rabbinin huzurunda durup ayakları yarılıncaya kadar namaz kıldıkça rahatlıyordu. O, tahtlara kurularak değil ashabının rahatı için dur durak bilmeksizin gayret ettikçe rahatlıyordu. O, kendisi için insanlar el pençe divan durdukça, insanlar tarafından alkışlandıkça değil, ashabının arasında onlardan biri gibi durdukça rahatlıyordu. O, şarkılar, türküler, çalgılar dinledikçe değil, Bilal ezan okurken rahatlıyordu.
Evet… Eğer rahat arıyorsanız bunun adresi Allah Resûlü’nün yaşam tarzında gizli. “Gerçekten de Allah Resûlü’nde sizin için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21)
Rabbimiz bizleri Resûlü’nün sünnetine tabi olarak rahata kavuşanlardan eylesin.
(Soner Duman/26.Rebîülevvel.1440/04.Aralık.2018/Salı)