Mezhepsiz din ayakta duramaz, çağ kuramaz
Peygamberimiz’in mezhebi mi vardı?” diye sordu, sorabildi bir ilahiyat profesörü televizyonda, insanların gözünün içine baka baka!
İnsanın nutku kesiliyor gerçekten!
Peygamberimiz varken mezhep olur mu?
Olacak iş değil!
Böyle insanlar hem İslâm’ın itibarını ayaklar altına alıyor hem de ilâhiyatların!
Yazık oluyor gerçekten, çok yazık!
“Peygamberimiz’in mezhebi mi?” vardı diye sormak, sorabilmek en basit ifadeyle son derece ahmakça bir şeydir!
Peygamberlerin mezhebi olur mu, behey acınası zavallı?
İlâhiyatlar da, Diyanet de, diğer İslâmî oluşumlar da hadislere, mezheplere, Sünnet’e ve Kur’ân’a saldırılar karşısında İslâm’ın da, ilâhiyatların da itibarını korumakla mükelleftir.
MEZHEPSİZ DİN AYAKTA DURAMAZ, ÇAĞI YAKALAYAMAZ, ÇAĞ KURAMAZ
Peygamberimiz’in de (sav), bütün peygamberlerin de mezhebi değil, mesajı vardı, elbette ki.
Mezheplerin en temel varoluş gerekçesi, Peygamberimiz’den (sav) sonra değişkenlerin sâbiteleri yok etme tehlikesinin önüne geçilmesidir.
Mezhep, hem vahiy-sonrası bir süreçtir hem de vahiy sonrası-sürecin vahiy’le irtibatının kopmamasını sağlayan hayatî bir rabıtadır.
Mezhepsiz din olmaz.
Mezhepsiz din ayakta duramaz, çağı yakalayamaz ve çağ kuramaz.
Mezhepler olmazsa, insanın ilâhî olan’la ontolojik irtibatı, bağları kopar; değişkenler, sâbiteleri yutar…
Dinin olduğu yerde mezhep de, meşrep de, “meslek” (seyr ve sülûk hâli) de olacaktır.
Yoksa din, donar; hayat bulamaz, hayat olamaz ve hayat sunamaz.
Peygamberimiz’in (sav) elbette ki, mezhebi filan olamazdı; ama o zaman bile sahabe içtihatları vardı.
Peygamberimiz olmadığı için mezhep oldu.
Mezhepler olmasa, din paçavraya dönerdi.
Mezhepler, sağlam kaynaklar üzerinden İslâm’ın hayata aktarılmasını mümkün kıldı.
Mezhepler olmasaydı, her kafadan ayrı bir ses çıkardı, din din olmaktan çıkardı.
Sonuçta İslâm dünyasının yüzde 80’inden fazlası 4 ana mezhebe mensuptur. Bu dört ana mezhebin dışındaki bütün diğer mezhepler, Ehl-i Sünnet Omurga’nın inşa ettiği gökkubbe sapasağlam ayakta durabildiği ölçüde nefes alabilirler, bu gökkubbe çökerse, 4 ana mezhebin dışındaki mezheplerin de varlığını sürdürebilmeleri çok zorlaşır.
Dört ana mezhep, birbirini nakzeden, birbiriyle çelişen, birbiriyle çatışan herhangi bir özelliğe sahip değildir.
Son olarak, bizde mezhep çatışmaları, savaşları yoktur; Batı’da olduğu gibi tarihte mezhep savaşları gibi bir savaş, boğuşma, birbirini kırma, kitleler hâlinde katletme geleneği yok bizde.
Çağımızda mezhep çatışmaları icat etme ve bunu gerçeğe dönüştürme çabaları, projeleri var emperyalistlerin.
Ehl-i Sünnet Omurga’yı çökertme, sonra da omurga çöktüğünde de bütün mezhepleri birbirine düşürme şeytansı planları var.
Müslümanlar her şeye rağmen basiret sahibidir ve bu tür tuzaklara düşmezler.
MEZHEPLER, SÂBİTELER VE DEĞİŞKENLER
Mezhepler zenginliktir, diyeceğim ama bu çok hafif bir ifade -mezheplerin konumunu ve rolünü ifade edebilmek açısından.
Mezhepler, hem otantik, kurucu kaynak’la (Kur’ân’la ve Sünnet’le) ontolojik irtibat kurarlar (ki bu, çok hayatîdir); hem de ontolojik kaynağı aktüalize eder, dinamize eder, hayata sâbitelerin ışığında hakikatin ruhunu nakşederler.
Daha önce de dikkat çektiğim bir hayatî noktaya burada bir kez daha -önemine binâen- kısaca dikkat çekmek istiyorum.
Mezhepler, temelde, üç fonksiyon icrâ ederler:
Birincisi, insanın ilâhî kaynakla irtibatını muhkem bir şekilde kurarak sâbitelerin değişkenler tarafından yutulmasını önlerler mezhepler.
İkincisi, mezhepler, değişkenlerin sâbitelerin önüne geçmesinin önüne set çekerler.
Üçüncüsü, mezhepler, sâbiteler ışığında değişkenleri sonsuz derecede yorumlama imkânı sunarlar.
Mezheplere saldırmak, “dinin mezhebi olmaz, bu bizi birbirimize düşürüyor” deyip mezhepleri inkâr etmek ya da bütün mezhepleri ortadan kaldırmaya kalkışmak kelle sayısı kadar yorumun, kelle sayısı kadar mezhebin zuhûr etmesiyle yani kelimenin tam anlamıyla kaosla sonuçlanacaktır.
Bir inancın bağlılarının başına bundan daha büyük bir felâket gelemez!
Allah korusun.
Yusuf Kaplan – Yeni şafak Gazetesi