Mustafa Kemal’in başlattığı Türkçe değişikliği İslam düşmanlığnın bir göstergesiydi
Güzel Türkçemizi “aslına döndürmek” bahanesiyle İslami kelimeleri çıkartmak ve uyduruk kelimeler sokmak suretiyle öyle bir hale getirdiler ki… Daha önce “Güneş Dil teorisini” yazmıştık BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ
Bu konuyu okurken çok şaşırtıcı bilgilerle de karşılaşıyorsunuz.
İşte sadece “Kelime Hortlatma” başlıklı o bölüm:
Daha önce de bir nebze temas etmiş olduğumuz üzere, her yeni bir görüş getirdiğini söyleyen kadro, zuhuruna haklı bir esbab-ı mucibe için tarihi sermaye olarak kullanılır.
Onu dolduran vak’aları kendine temel ittihaz eylediği birtakım prensiplerle yeniden muhakeme ederek, ortaya değişik birtakım kıymet hükümleri çıkarmaya çalışır. Tarihin
bu tarzda tahlili “Tarih Felsefesi”nin mevzuunu teşkil eder ki, hiçbir içtimai doktrin bu yola gitmekten kendini müstağni addedemez.
Türkiye ‘de de cumhuriyetten sonra böyle olmuş ve milli tarihimiz o güne kadar alışılagelmiş kıymet hükümlerinideğiştirmek için “İnkılab Cereyanı”nın kabul ettiği prensiplerle yeni bir değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Bilindiği üzere adına “Kemalist İnkılabları” dediğimiz bu inkılabların farik vasfı bütün bir cemiyeti ladinileştirmek -daha emin bir tabirle söylemek gerekirse- İslam’ın tesir sahası dışına çıkarmaktır. Bu esas gayenin makbul (! .. ) ve makul (! .. ) olduğunu isbat zımnında tarihimiz yeniden ele alınmış ve pek tabii olarak islami değerlendirmelere ters düşen birtakım neticelere varılmıştır.
Bu hareketin en tabii neticesi, umumi Türk tarihinin asgari bin yılını teşkil eden “islami devre”nin zifiri bir karanlık halinde tasviriyle buna hiçbir ehemmiyet atfetmeyerek İslam’ dan evvelki devrenin başarılarının mü balağa edilmesi olmuştur. Bu umumi telakkiden lisan da müteessir kılınmış, inkılab hareketleri içinde eski ve zengin bir dil olan Türkçe’mizin de İslam Medeniyeti sayesinde kazandığı inceliklerden soyularak kadim şekline irca edilmesi cereyanı başlamıştır. Bu hal Dünya ‘da mevcud milletlerden hiçbirinin başına gelmemiştir. İslam’ dan evvelki devrelerde mevcud olup da artık fosilleşmiş bulunan birtakım
kelimelerin hortlatılarak İslam Kültürü’nün malı olan mukaabillerinin yerine ikaame edilmek istenmesi, bir nev ‘i milliyetçilik( ! . . ) adına gerçekleştirilmek istenmektedir. Ancak bu hal, hareketin ilme mugayeretini bertaraf etmez. Bu harekette sadece, milliyetçilik kelimesinin husule getirdiği psikolojik tesirden istifade edilmek istenmiştir. Halbuki lisan da, bütün içtimal müesseseler gibi tabir bir tekamüle tabidir. Yeni ihtiyaçlar, birtakım yeni kelimelerin ve irade şekillerinin doğuşuna amil olduğu gibi, dinamik olan hayat, bazı kelimeleri de -tabir caizse- bir nev ‘i “lisani mevta ” halinde getirir. Bazı inkılabcılar ve onların İslam’ dan nefret ifade eden sakim zihniyetleri bu ilmi gerçeği kaale almadan, kadim Türkçe’ deki artık nice
zamandan beri ölmüş bulunan sayısız kelimeyi hortlatma yoluna dökülmüştür. Mesela “Acun, tin, us, ıs “ gibi kelimeler Türkçe’mizde bir zamanlar kullanılmış ve bunlar
yerlerini “Dünya, ruh, akıl ve sahib “ kelimelerine terketmişlerdir. Bu gibi kelimelerin bazıları Yunus Emre gibi İslam Medeniyeti ‘ne girişimizin ilk asırlarında yaşamış kimselerin eserlerinde yer almış bulunsalar da, gerçek böyledir.
Bunlar, artık ölü kelimelerdir. Ancak dikkat edilecek olursa, kolaylıkla tespit edilir ki, bu gibi hortlatılmaya çalışılan kelimeler vasıtasıyla lisandan tard edilmek istenen mukaabillerinin hepsi de, Arapça asıllı yani İslam Kültürü’nün mahsulü olan kelimelerdir. Dağdaki çobana kadar herkesin bildiği bu gibi hayat dolu kelimeleri, ortadan kaldırmaya çalışarak onların yerine henüz tahsilli insanların bile bilmesine imkan olmayan ölü Türkçe ( ! . .) mukaabillerini ikaame etmek gayreti de, Arapça daha doğrusu İslam düşmanlığının bir tezahürüdür.
Türkçe’mizin asırlarca İslam Kültürü ile yoğrularak kazandığı zengin muhtevayı reddederek onu ladini bir üsluba tabi kılmak arzularının gerçekleşmesi istikaametindeki hareketlerden biri de kadim Moğolca’ dan kelime almaktır. Filhakika Kemalist İnkılablar çerçevesi içinde bu hareketi mantıksız bulmak mümkün değildir. Zira tarihen bilindiği üzere Moğollar İslam Dünyası’nı birkaç defa çiğnemiş ve İslam Medeniyeti ‘nin sükutunda büyük ölçüde rol oynamışlardır. Bu bakımdan İslam’ a aleyhtar bir cereyanın Moğollar’a muhabbet duymasından daha tabii bir şey olamaz.
Cengiz ve Hulagô’nun İslam Tarihi’ndeki mezalimi dillere destandır. Cengiz’in Türkistan’ı işgal ve istila edişinde mübarek mabediere atıyla girdiği, Hulagô ‘nun ise -bilhassa- Bağdat’ta İslam alimlerinin göz nuru bir kısım eserleri kerpiç gibi kullanarak kendisine saray yaptırıp içinde oturduğu, diğer bir kısmını ise yakarak küllerini Fırat Nehri ‘ne döktürdüğü, bu sebeple mezkur nehrin günlerce simsiyah aktığı tarihin acı şehadetlerindendir. Bu yüzdendir
ki, meşhur bir şairimiz:
“Tahammül mülkümü yıktın,
Hülagô Han mısın kafir! . . “
diyerek zulüm ve teaddide Hulagô ‘nun darb-ı mesel haline gelen şöhretini terennüm etmiştir.
Bütün Dünya’ca Moğollar’ın Türklük’le alakası bulunmadığı söz götürmez bir gerçektir. Bunlar sarı ırktandırlar. Ancak azlık olmalarına rağmen bir devirde fevkal ‘ade muharib kaabiliyeti gösterdiklerinden önlerine büyük Türk kitlelerini ka tıp Batı ‘ya doğru sürüklemişler ve onlardan – çok kere- asker olarak istifade etmişlerdir. Kurmuş oldukları devletlerin bir müddet sonra -hanedan dışındaki kısmıyla türkleşmesi bunların Türk zannedilmelerine amil olmuştur.
Fakat Kemalist İnkılabın tarih telakkisinde İslam ‘ dan evvelki Türk tarihinin vak’ a ve şahsiyetlerini mübalağalandırmak mantığı cari olduğundan “Moğol Tarihi” baş tacı edilmiş ve bunların Türklükleri ( ! ..) Dünya ilim alemini güldürecek bir mantıksızlıkla iddia edilmiştir. Bu telakkİnin moda haline getirilmesinden sonradır ki, Türk çocuklarına İslam Tarihi ‘nde sadece nefret ifade eden “Cengiz” ve “Hulagô” gibi isimler takılmaya başlanmıştır. Fakat bu
cereyanın en talihsiz tecellisi Moğollar’ın Türk sanılmasından ziyade Moğolca’nın da Türkçe kabul edilişiyle lisanımızda hayat dolu nice kelimenin terkedilerek bunların yerine kadim Moğolca’ dan kelime ikaame etme hususundaki resmi gayret olmuştur.
Gerçekten bugün menşe’lerinin Moğolca oldukları ve Moğollar ‘ın da türklükle hiçbir alakaları bulunmadığı gerçeği gözden kaçırılarak lisanımıza zorla sokulan ve “Divan Muhasebat, Mahkeme-i Temyiz, Şôra-yı Devlet, Umômi Hey’et” ilh . . . gibi kelime ve tabirlerin yerine cebren ikame edilen “Yargıtay, Danıştay, Kuru/tay ” ilh . . . gibi kelimeler bu cereyanın meş’um hatıralarıdır. Bunların baş tacı edilmesi de hiç şüphesiz mukaabillerinin Arapça olmasındandır. Arapça’dan nefret ise, O’nun Kur’an lisanı bulunmasındandır. Binaenaleyh bu hareketin temel husumet noktasının Kur’an ve İslam olduğunda şüphe yoktur.
Kadir Mısıroğlu – Boykot