İlim Öğrenmekten Seni Alıkoyan Nedir?
Arkadaşlar, Mevla Teala zenginliği istediğine, ilmi ise isteyene vereceğini vaad etti. Yani ilim istemek ve gayretle elde edilir. Bunun en temiz ve güzel örneklerinden biri de şudur:
Gayet meşhur bir söz olan “Kürt olarak akşamladım, Arap olarak sabahladım” sözünün niçin söylendiği ile alâkalı olarak şöyle bir kıssa nakledilir:
Ebû Abdullah el–Müştehir Hazretleri, aslen Şirazlı bir Kürt ailedendir. Şöhreti her tarafa yayılmış olan büyük bir âlimdir. Sahip olduğu bu ilmini, medreselerde hocalardan okuyarak, rahlelerde dirsek çürüterek elde etmemiş; ilim ehline olan büyük hürmeti ve ilim sahibi olma konusundaki fevkalade arzusu sebebiyle kendisine Allah tarafından ilm–i ledün olarak ihsan edilmiştir.
Ebû Abdullah el–Müştehir Hazretleri çok arzu etmesine rağmen maalesef okuyamamıştı; ama ilim ehlini çok seviyordu. Fırsat buldukça onların ders halkalarına katılır, onları dinler, gerekirse bazı meseleleri onlara sorar ve onlarla hemhâl olurdu.
Yine bir gün Şiraz medreselerinden birine geldi. O sıralar henüz kendisine Allah tarafından ilm–i ledün bahşedilmemişti. Her zamanki gibi medresede talebeler ilim mevzuunda konuşmalar yapıyorlardı. Bazı hususlarda ise hararetli münazaralar vuku buluyordu. Talebelerin ilim öğrenmek için böylesine gayret sarf etmeleri, birbirlerine karşı âdeta kıran kırana deliller öne sürmeleri onun çok hoşuna gidiyordu. Onların bu münazaralarına iştirak etmek için birden mevzuya girdi ve o da bir mesele sordu. Lâkin sorduğu sorunun ne tartışılan meseleyle alâkası vardı, ne de bir soru değeri taşıyordu. Tabiî gayet saf bir temenniyle aniden münazaranın ortasına dalınca, birden kısa bir sessizlik oldu ve ardından da gülüşmeler geldi… Tabiî hemen yaptığı hatanın farkına vardı; çok mahcup oldu ve:
“Ben de sizin gibi ilim sahibi olmak istiyorum. Ne olur bana bir yol gösterin!” dedi. Öylesine saf ve temiz bir kalple rica ediyordu ki, verilen tavsiyeye uyduğu takdirde bir gecede âlim olacağından şüphe etmiyordu. Bunun üzerine ona şaka yollu şöyle bir tavsiyede bulundular.
“Madem âlim olmak istiyorsun, öyleyse bu gece evinin tavanına bir ip bağla. Ayağını da bu ipe sıkıca bağlayıp, kendini baş aşağı sallandır ve her sallanışta “Aslan yelesi” de. Böylece ilim kapıları sana bir gecede açılır.” dediler.
Tabiî o, talebelerin kendisine şaka yapmış olabileceklerini hiç aklına bile getirmez. Bu sözü ciddiye alarak doğruca eve gider. Onların dedikleri gibi, evin tavanına bir ip bağlayıp, ayaklarını da bir ucuna bağlar ve baş aşağı sallanmaya başlar. Her sallanışta “aslan yelesi” der. Daralır, zorlanır; ama vazgeçmez. Sabaha kadar buna devam eder.
Hüsnü niyet ve sıdk–u sadakatle sırf âlim olabilmek için sabaha kadar bu sıkıntıya katlanması Mevlâ Teâlâ’nın hoşuna gider. Seher vakti olduğunda bütün ilim kapılarını ona açar. Artık zâhir ve bâtın pek çok ilim ona malûm olmuştu. Bu olayın ardından hemen o sabahtan itibaren, Şiraz camilerinin kürsülerinde vaaz etmeye başlar. İlk vaazını şu kelâmla açar:
“Emseytü kürdiyyen fe asbahtu arabiyyen”
(Anlamı: Kürt olarak akşamladım, Arap olarak sabahladım.)
Artık bundan böyle birçok âlim, halletmekte güçlük çektiği meseleyi ona sorar oldu. Mevlâ Teâlâ’nın kendisine ilm–i ledün bahşetmesiyle zâhir ve bâtın bütün ilimlerin hâmili olan Ebû Abdullah Hazretleri, aynı zamanda yaşadığı asrın mânevî önderlerinden olur.
BENİM KAFAM BU KAYADAN DAHA SERT DEĞİL YA!
Yine ilim yolunda zahmet çekenlere en güzel örneklerden bir tanesi de İbn-i Hacer Hazretleridir. İbni Hacer Hazretleri ilim öğrenmek için bir medreseye girdi. Ancak kafası dersleri bir türlü almıyordu. Bütün arkadaşları onu geçtiler. Seneler geçmesine rağmen pek bir şey öğrenemedi.
En sonunda ilmi bırakıp memleketine dönmeye karar verdi. Hocasının nasihatleri de kar etmedi. Yola çıktı. Yolda dinlenmek için bir mağaraya girdi. Mağarada dinlenirken gözü yukarıdan damlayan damlalara takıldı.
Damlalar yavaş yava damlayıp damladığı yerdeki taşta büyük bir delik açmıştı.
İbni Hcer Hazretleri kendi kendine şöyle düşündü:
“Su gayet yumuşak, latif bir cisim olduğu halde sert kayayı nasıl deleiyor. Benim kafam bu kayadan daha da sert değildi ya, zamanla benim de kafama Allah’ın nuru olan bu ilim girer” deyip medreseye geri dönüyor. Ve kısa zamanda arkadaşlarını da geçiyor. Bu olay sebebiyle kendisine İbni Hacer (taşın oğlu) deniliyor.
Bu güzel misallerden anlaşılacağı üzere ilim öğrenmek sabır ve sebat isteyen bir iştir. İlmin başı soğan gibi acı, sonu ise baldan tatlıdır sözü medreselerde meşhurdur.
www.ihvanlar.net