Fazlurrahmancılık Afeti ve Diyanet
I-GİRİŞ
Fazlurrahman, 1919’da Pakistan (o günkü Hindistan)’ın Hazara şehrinde doğdu. 1940’da Pencap Üniversitesi Arapça bölümünü bitirdi. 1949’da Durham Üniversitesi öğretim görevlisi oldu. Daha sonra, Montreal’de, Mc. Gill Ünv. Öğretim görevlisi oldu. 1961’de Pakistan İslami Araştırmalar Enstitüsüne Profesör olarak atandı. 1969’da bu Enstitünün müdürü oldu. 1969’da A.B.D. Chicago Üniversitesi’nde İslam Düşüncesi Profesörlüğüne getirildi. 26 Temmuz 1988’deki ölümüne kadar bu görevini sürdürdü. Eserleri, Ankara Okulu tarafından Türkçeye çevirtilerek yayınlanmıştır. Fazlurrahman, görüşleriyle mürted olduğu iddiasıyla Pakistan uleması tarafından ülkeden tard edildiği belirtilmektedir.
Görmez ve ekibi tarafından kurulan Ankara Okulu/İslamiyyat/Kitâbiyyat yayın grupları, yaklaşık son yirmi yılda Fazlurrahman’ın nerdeyse ulaşılabilen bütün kitaplarını yayınlamış durumdadırlar. Geçen senelerde, Ankara ilahiyatta bazı derslerde ders kitabı olarak okutulduğunu da öğrendik. Eski İslamiyat Dergisi müntesiplari olan Görmez ve ekibi başta olmak üzere, İlahiyat Fakültelerindeki modernist düşünceli öğretim üyelerinin Diyanette yönetici olarak görevlendirilmeleriyle birlikte, Diyanet’in tüm basın, yayın ve matbuatı da modernist fikirlerle örülemeye başlanmıştır.
Bu ilahiyatçıların önceden yaptıkları ilmi çalışmalarındaki modernist söylem daha açık görülürken, Diyanetteki söylem, demeç ve yazılarında daha itinalı ve diplomatik bir yaklaşımla konuları ele aldıkları gözlemlenmektedir.
Diyanetteki Fazlurrahmancı/modernist ekip, göreve gelişlerinden itibaren “Haseki Eğitim Merkezleri”ni de önemsemişler ve buralardaki programa da Fazlurahman/modernist ağırlıklı bir programı yerleştirmişlerdir. Çünkü Haseki merkezleri, objektif İslami eğitimin (onlara göre geleneğin) resmi alandaki tek kaynağı ve Tarihsellik karşısındaki en büyük engel olarak algılanmaktadır. Dini Yüksek İhtisas Merkezi olarak adı değiştirilen Haseki Eğitim Merkezleri, İlahiyat eğitiminden sonra, 2-3 yıl süren bir eğitimle, Diyanet’in ve Türkiye’mizin müftü ve vaizlerinin yetiştirildiği en yüksek dini eğitim kurumlarıdır.
Bu amaçla İlahiyat Fakültelerinden görevlendirilen hocaların da yer aldığı bir komisyon marifetiyle, Fazlurrahman ağırlıklı Haseki programı hazırlanmıştır. Bu çalışma, Kızılcahamam’daki Asya Termal’de aralıklı da olsa beş yıl kadar sürmüştür.
Hasekilerde uygulamaya konan bu program, yapılan şiddetli tenkitler neticesinde birkaç kez tadilata tabi tutulmuşsa da modernist niteliğini halen korumaktadır.
Haseki programlarında yer alan müfredatı ayrı bir yazımızda uzunca inceledik. Bu yazımızda, mahiyetinin bilinmesi açısından Fazlurranman’ın bazı fikirlerini, kısa eleştiriler eşliğinde kısaca tanıtmayı hedefliyoruz.
II-FAZLURRAHMAN’IN SAKAT FİKİRLERİNDEN BİR KESİT
1– Dini Modernizmi savunan Fazlurrahman’a göre, “Dini modernizmin yapmak zorunda olduğu ilk şey, İslam Hukukuna, şeriata değişiklik getirmektir. Çünkü, İslami çözüm, sadece Kur’an ve Sünnet’ten çıkarılabilecek ilkelere dayanan çözümden ibaret olamaz.” O’na göre, “değişme ilkesinin gereği, Kur’an’ın özel hukuki hükümlerine uzanacak şekilde serbest tutulmak zorundadır.” (Bkz. Fazlurrahman, İslam, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2004, Çevirenin (Mehmet Aydın) Makalesi, s. 35, 36; Fazlurrahman’ın İslamic Modernizm adlı esrinin 141. sayfasından naklen).
Fazlurrahman’a göre Kur’an, dini ve ahlaki ilke ve uyarılar kitabıdır; hukuki bir belge değildir. (Bkz. Fazlurrahman, İslam, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2004, s. 86).
2- Fazlurrahman, “bilginin İslamlaştırılması” prensibini kabul etmektedir. O’na göre bilginin İslamlaştırılması, batıda gelişen modern laik eğitimi benimseyip, onu İslamlaştırmaktır. (Bkz. Fazlurrahman, İslam, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2004, Çevirenin (Mehmet Aydın) Makalesi, s. 37; Fazlurrahman’ın İslamic Modernism adlı esrinin 131 ve 132. sayfasından naklen).
3– Fazlurrahman’ın, vahyi izah tarzı da adeta vahyi buharlaştırıp ortadan kaldırır mahiyettedir. Fazlurrahman, vahyin, “Ruhu’l-Emin” vasıtasıyla geldiğini kabul eder ve buna “Kutsal Ruh” adını verir. O’na göre “Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vahiy olayında hissettikleri, kalbi (manevi) bir histir; Bu hisleri, ihtiyaç oldukça doğrudan kelimelerine dökülmüştür; zira, ruhani durum şiddetle yoğunlaşınca, his somut bir şekil kazanır.” (Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, Ankara Okulu, 2005, s. 150, 151). “Ruh, Hz. Peygamber’in kalbinde oluşan ve ihtiyaç duyduğunda vahiy şekline dönüşen bir kuvve veya bir duyu veya bir araç olarak yorumlanabilir. Fakat bu Ruh, aslında Allah tarafından indirilmektedir.” (Ana Konularıyla Kur’an, s. 157).
“Ana Konularıyla Kur’an” adlı eserinde Fazlurrahman, uzun uzadıya karmaşık bir şekilde vahiy felsefesi yapmaktadır. Fazlurrahman’a ait yukarıdaki sözlerden anlaşıldığına göre kendisine göre vahiy, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kalbinde potansiyel olarak bulunan, ihtiyaç duyduğunda söze dökülen bir olgudur. Her ne kadar, “bu duygular Allah tarafından indirilir” dese de, O’nun vahiy anlayışı kabul edildiği takdirde vahyin, Hz. Peygamber’in hayalen gerçekleştirdiği keyfi bir tasarrufu olduğu anlamı ortaya çıkar. Nitekim o dönemde müşrikler, bu dönemde müsteşrikler, bu iddiayı dile getirmişlerdir. Bu anlayış kabul edilirse, vahyin Allah tarafından indirildiği ve Allah kelamı olduğu gerçekliği ortadan kalkar; Kur’an’ın hâşâ, “halüsinasyon ürünü” olduğu sonucu gündeme gelir. Böylesi bir düşünce, dini temelinden sarsacak en büyük dinamittir.
Halbuki vahiy, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e doğrudan kalbine ilka edildiği gibi, perde arkasından vasıtalı olarak kulakla işitilebilen bir sesle yahut da bizzat Cebrail vasıtasıyla da gönderilmiştir. “Cibril” hadisi diye bilinen ve İslam esaslarını öğreten olay, o anda bir insan suretinde gelen Cebrail tarafından Hz. Peygamber’e, onlarca sahabe huzurunda telkin edilmiş; en sonunda Peygamber Efendimiz, gelen kimsenin Cebrail olduğunu, insanlara dinlerini öğretmek için geldiğini haber vermiştir. Sahih hadiste anlatılan bu hadise kabul edilmezse o zaman, hâşâ, Hz. Peygamber (s.a.v.), yalancı olarak kabul edilmiş olmaz mı?.. Dinin inanç, ibadet, nübüvvet, vahiy ve ahiret ahvaline ilişkin konuları, sadece nakille (vahiyle) bilinir. Bu sahada akıl terazisi çekmez.
Fazlurrahman, Cebrail ve Mikail’in melek olmadığını, Kur’an’da böyle bir bilginin verilmediğini, ancak bunların melek üstü varlıklar olduğunu iddia etmektedir. (Bkz. Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 197). Halbuki Kur’an’da, Cebrail ve Mikail isimleri zikredilmektedir (Bakara, 2/97 vd.).
4)Fazlurrahman’a göre, Kur’an’daki muamelatla ilgili hükümler, tarih içinde değerini kaybeder. Çünkü bu hükümler o zamanın şartlarına ilişkin hükümlerdir. O’na göre, Kur’an’daki ahlaki hükümler ise tarih üstü değerler olup her devirde geçerliliğini korur. (Bkz. Fazlurrahman, İslam ve Çağdaşlık, s. 72; Fazlurrahman, Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu, s. 158; Mustafa Karataş, “Fazlurrahman ve ‘Yaşayan Sünnet’ Kavramı”, s. 8).
O halde Fazlurrahman’a göre, sadece sünnetle gelen hükümler değil, Kuran hükümleri de tarihseldir. Bu bağlamda Fazlurrahman, Kuran’daki ceza hükümlerin de (örneğin el kesme cezasının) bu devirde bağlayıcı olmayacağını, suçu önleyici herhangi bir tedbirin yeterli olacağını savunur. (Bkz. Fazlurrahman, İslam, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2004, Çevirenlerin (Mehmet Aydın, Mehmet Dağ) Önsözü, s. 15). O’na göre, Kur’an’da gerçek ifadesiyle hüküm içeren pek az şey vardır. Miras hukuku ile ilgili ayrıntılı beyanlar, belirlenmemiş olan hırsızlık ve zina suçlarına ilişkin cezalar da bağlayıcı hükümler değillerdir (Fazlurrahman, İslam, s. 124).
Fazlurrahman, Kur’an’ın hukuki kurallarının, indiği çevrenin özelliklerini yansıttığını, savaş ve barışla ilgili hükümlerinin de tamamen yöresel olduğunu kabul etmektedir. (Fazlurrahman, Tarih Boyunca Metodoloji Sorunu, s. 31). Aynı şekilde faizin o devre ait bir yasak olduğunu, bugün bankanın nasıl çalışması gerektiğine, ekonomistlerin ve para uzmanlarının karar vermesi gerektiğini kabul eder. Bunun için bugün faizin yasak olduğunun ve lanetli bir iş olduğunun savunulmasının yanlış olacağını vurgulayarak, Kur’an ve Sünnet’te katı şekilciliğe saplanmamamız gerektiğini ileri sürmektedir. (Fazlurrahman, Tarih Boyunca Metodoloji Sorunu, s. 86).
Fazlurrahman, tarihsellik anlayışının etkisiyle, zaman ve şartlara bağlı olarak dini hükümlerin farklı yorumlanabileceğini ileri sürer. Fıkhı ve fıkıh usulünü kıyasıya eleştirdiği gibi (Fazlurrahman, Tarih Boyunca Metodoloji Sorunu, s. 44, 142-160), hadis için de yeni bir metodoloji oluşturulması, buna bağlı olarak da hadislerin ve sünnetin yeniden yorumlanması gerektiğini savunmaktadır. (Fazlurrahman, Tarih Boyunca Metodoloji Sorunu, s. 55).
Benzer fikirleri, çoğu yazılarında İslâmiyat Dergisi temsilcileri ile Diyanet üst yönetiminin de benimsediğini görmekteyiz.[1]
5– Fazlurrahman, “Ehli Sünnet”i, dînî akılcılık hareketini yok eden etki olarak görmektedir. Hür ve çağdaş dini yorumu üzerine bina ettiği akli yoruma büyük önem veren Fazlurrahman, “Ehli Sünnet”i, dînî akılcılık hareketini yok eden etki olarak görmekte ve bu yüzden Ehli Sünnet’e saldırmaktadır. (Fazlurrahman, İslam, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2004, s. 47). O kadar ki, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat’i, Hıristiyanlıktaki Ortodoksluğa benzeterek “İslam Ortodoksluğu” olarak nitelemektedir. (Fazlurrahman, Tarih Boyunca Metodoloji Sorunu, s. 65, 68-72).
Fazlurrahman’a göre, Sünni kelamın görüşleri de tam bir determinizm içerisindedir, Kur’an’ın ortaya çıkarmak istediği canlılığa ve şevke oldukça tersdir (!). (Fazlurrahman, İslam, s. 328).
Değerlendirme: Bilindiği gibi “Ortodoksluk”, Hristiyanlığın asli öğretilerine bağlı olduğunu savunan bir Hıristiyanlık mezhebidir. Gerçekte ise, sonradan uydurulmuş bir Hıristiyanlık anlayışı olduğu malumdur. Buna göre Ehli Sünnet, Fazlurrahman tarafından, asla bağlı olduklarını iddia ettikleri halde gerçekle ilgisi olmayan uyduruk anlayış, olarak nitelenmiş olmaktadır.
6–Hadisler, Fazlurrahman tarafından “yaşayan sünnet” anlayışı önünde birer engel olarak görülmektedir. (Aynı görüşü DİB Başkanı Görmez’in de ifade ettiğini görüyoruz. (Bkz. İslam’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Önemi -Kutlu Doğum Sempozyumu 2001- TDV Yayınları, Ankara, 2008, s. 268).
Fazlurrahman’a göre “yaşayan sünnet”, çağa göre yapılan değişken özgür yorumdur. Bu nedenle nebevi hadislerin çok az olduğunu, ilk dönemden itibaren hadislerin çoğunun uydurma olduğunu, sadece ahlak ve ibadetle ilgili hadislerin Hz. Peygamber’e ait olduğunu iddia etmektedir. “Kim bana yalan söz isnad ederse cehennemdeki oturağına hazırlansın” hadisini bile uydurma kabul etmektedir. (Fazlurrahman, Tarih Boyunca Metodoloji Sorunu, s. 53). Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesâî ve Ahmed b. Hanbel rivayetlerinde gelen, “Müslüman, herkesin elinden ve dilinden sâlim olduğu kimsedir” (Buhârî, Îmân, 4, 5; Rikâk, 26; Müslim, Îmân, 64, 65; vd.) hadisini bile, iç savaşların engellenmesi maksadıyla sorumsuz politikacılar tarafından uydurulmuş bir hadis olarak kabul etmektedir. (Fazlurrahman, Tarih Boyunca Metodoloji Sorunu, s. 108).
Hadis hareketinde öncü olarak gördüğü ve “hadis şampiyonu” dediği İmam Şafii, Fazlurrahman tarafından en çok suçlu görülen fakihtir. (Fazlurrahman, Tarih Boyunca Metodoloji Sorunu, s. 56, 160; İslam, 114).
Fazlurrahman hadisleri karalamada o kadar ileri gider ki, Buhari ve Müslim’de gelen birçok haberi bile inkâr ederek bunların hadisle ilgilerinin olmadığını belirtir. (Bkz. Fazlurrahman, Tarih Boyunca Metodoloji Sorunu, s. 69).
Halbuki, Buhari- Müslim hadisleri, hadis âlimlerinin en sahih olarak kabul ettikleri hadislerdir. Dini hükümlerin en büyük dayanağı olan makbul hadisler saf dışı edildiği takdirde, dini yıkmak için başkaca bir gayrete ihtiyaç duyulmayacağı açıktır.
7– Fazlurrahman, “önceki nesillerin Kur’an’ı ve Sünneti özgürce yorumlayıp, kendi zamanlarının yapısına göre somutlaştırarak, kendi sorunlarını uygun bir şekilde çözdükleri gibi biz de aynı şeyleri kendi çabamızla çağdaş tarihimiz için yapmalıyız” demektedir. (Fazlurrahman, Tarih Boyunca Metodoloji Sorunu, s. 164).
Hür ve sürekli değişen yorum, yukarıda belirtildiği gibi Fazlurrahman tarafından “yaşayan sünnet” olarak tanımlanmakta ve savunulmaktadır. (Fazlurrahman, Tarih Boyunca Metodoloji Sorunu, s. 56, 82). Bu bağlamda Fazlurrahman, “toplumsal değişmeyi görmemezlikten gelerek Kur’an’ın kurallarını lafzi manası ile uygulamakta ısrar edilmesinin yanlış yöntem olduğunu” belirtmektedir. (Fazlurrahman, İslam ve Çağdaşlık, s. 72).
8- Fazlurrahman, Miraç Hadisesi ile ilgili şunları söylemektedir: “Sünnilik teşekkül etmeye başladığı sırada, hadisler tarafından işlenerek Hz. Muhammed’in miraç hadisesi ile ilgili bedenen vuku bulmuş eşsiz canlı bir olay haline sokulmuş ve daha da sonraları miraç sırasında Hz. Peygamber’in bindiği hayvan; yedi gök tabakasının her yerinde kalışı; Adem’den İsa’ya kadar geçmiş asırların peygamberleri ile konuşmaları hakkındaki bütün canlı ayrıntılar ortaya konmuştur. (…); ancak her iki halde de Sünniler tarafından İsa’nın göğe çıkışına benzer bir şekilde geliştirilip, hadislerle desteklenen miraç anlayışı, malzemelerini çeşitli kaynaklardan alan tarihi bir kurgudan başka bir şey değildir.” (Fazlurrahman, İslam, s. 57, Çevirenler: Mehmet Aydın, Mehmet Dağ, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2004).
Değerlendirme: İfade baştan aşağı yanlış fikirlerle doludur. “Sünnilik teşekkül etmeye başladığı sırada” ifadesi, Sünniliğin sonradan kurgulandığı, güya Hz. Peygamber (s.a.v.)’e dayanmadığı anlamını verir. İfadenin devamında, miraç hadisesinde vuku bulduğu sahih olarak bize bildirilen bazı olayların, “uydurma hadislerle sonradan ortaya konduğu” belirtilmektedir. Halbuki yukarıdaki ifadede “asılsız” olduğu söylenen miraç olayları, Buhari-Müslim hadislerinde “müttefekun aleyh” olarak haber verilmektedir. Sonuç olarak miraçla ilgili, hatta Müslim’de yer alan İsa’nın indirilişi ile ilgili hadisler, yukarıda Fazlurrahman’a ait ifadelerde tarihi kurgu, yani zamanla uydurulmuş sözler olarak değerlendirilmektedir. Bundan dolayı olsa gerek ki, miraç gerçeğini “anlayış” olarak nitelemektedir.
9– Fazlurrahman, Hz. İsa’nın indirileceği olayının, Hıristiyanlık görüşü olduğunu ifade ederek, zamanla bu görüşün Ehli Sünnet tarafından da benimsendiğini iddia etmektedir. (Fazlurrahman, Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu, s. 54, 108, 109, Çeviren: Salih Akdemir, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 1997).
Halbuki, farklı izahlar yapılsa da Hz. İsa’nın nüzulünü haber veren müttefekun aleyh (Buhari ve Müslim’in birlikte rivayet ettiği çok güçlü hadisler mevcuttur. (Bkz. Buhari, Salat 1, Hacc 76, Enbiya 5, Tevhid, 37, Menakıb 24; Müslim, İman 259, 263; Ve diğer kaynaklar).
10- “Garanîk/Şeytan Ayetleri” hadisesi ile ilgili olarak Fazlurrahman, Hz. Peygamber’in Müşriklere taviz vermek zorunda kalarak, onların putlarını övmek durumunda kaldığını ve bu nedenle, güya neshedilmiş ilgili ayetleri Necm Suresi’ne ilave etmiş olabileceğini ifade etmektedir. (Bkz. Fazlurahman, İslam ve Çağdaşlık, s. 69, Çeviren: Alpaslan Açıkgenç, Hayri Kırbaşoğlu, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 1996; Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, Çeviren: Alpaslan Açıkgenç, s.144).
Değerlendirme: “Garanik kıssası/Şeytan Ayetleri” düzmece bir olaydır. Güya, Hz. Peygamber (s.a.v.), Müslümanların Habeşistan’da hicret ettikleri zamanda, Necm Suresi’nin 19 ve 20. ayetlerini okuduktan sonra, Şeytan’ın vesvesesi ile, “bu putların şefaatleri umulur” deyip, Necm Suresi’ni okumaya devam etmiş (Hâşâ). Müşrikler de buna sevinmiş, Muhammed’in artık putlarını kabul ettiklerini ve aralarında sorun kalmadığını ifade etmişler, güya. Bu kurgu, İslam düşmanları tarafından, Dine ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’e nakısa izafe etmek için uydurulmuş bir olaydır.
11– Fazlurrahman, Hz. Peygamber (s.a.v)’in kadınlara düşkün olduğuna işaret etmektedir. Fazlurrahman, “Hz. Peygamber’in, Hz. Hatice’den sonra birçok kadınla evlendiğini, bunlardan tek bakire olanın Hz. Âişe olduğunu, bununla birlikte O’nun kadınlardan hoşlandığı gerçeğinin inkâr edilemeyeceğini” ifade etmektedir. (Fazlurrahman, Allah’ın Elçisi ve Mesajı, Ankara Okulu, 1997, s. 43).
Değerlendirme: Bir kimsenin kadınlardan hoşlanması, gördüğü her kadına karşı cinsel ilgi duyması anlamına gelir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, “üç şey bana sevdirildi; güzel koku, kadın ve gözümün nuru namaz” hadisindeki “kadının sevdirilmesi” ifadesi bu anlama değil, aile hayatına ve evliliğe teşvik anlamına, metres hayatını engellemeyi amaçlayan bir ifadedir. (Bkz. Nesâî, Işratü’n-Nisâ, 96; Ahmed, III/128, 199, 285). Kaldı ki Fazlurrahman, makbul olan bu hadisi de uydurma olarak kabul etmektedir. Fazlurrahman’ın yukarıdaki sözlerinden ise, daha çok metres hayatına özenti anlamı çıkarmak mümkündür. Müsteşrikler bu tür iddiaları açıkça söylemektedirler. Fazlurrahman ise bunu biraz daha usturuplu bir ifade ile dile getirmektedir. Böyle bir düşünceyi Hz. Peygamber (s.a.v.)’e izafe etmek, O’nun peygamberliğine inanan bir kimseye değil, inanmayana bile yakışan sözler olmasa gerektir.
12–Fazlurrahman, Kur’an-ı Kerimde’ki hulle ayetini inkâr etmektedir. Üç bâin (kesin) boşamadan sonra, bu şekilde boşanan kadının, önceki kocasıyla tekrar evlenebilmesi için Kur’an’da belirtilmiş olan, başka bir koca ile evlenmesi şartının, Hz. Ömer tarafından konulmuş bir kural olduğunu iddia etmektedir. (Fazlurrahman, İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıb, Ankara Okulu, 1997, s. 178).
Değerlendirme: Bu husus, Kur’an ayetiyle ortaya konan bir hükümdür (Bakara, 2/230). Ancak hadislerde, şerî tahlilin, ciddi bir evlilikle kendiliğinden oluşması emredilmiş, bu konuda kurmaca evlilik yasaklanmıştır. Fazlurahman’ın bu iddiasının, Hz. Ömer’in, ilgili ayeti uydurarak Kur’an’a soktuğu anlamına geldiği açıktır.
III-FAZLURRAHMAN’IN ESER VE GÖRÜŞLERİ HAKKINDA
GENEL DEĞERLENDİRME
Fazlurrahman’ın eserlerinden alınan bazı fikirlerini yukarıda sunduk. Fazlurrahman’a ait yanlış görüşler bu kadarla sınırlı değildir. Yukarıdaki görüşler, örnek olarak verdiğimiz görüşleridir. Fazlurrahman’ın bu tür görüşleri, bir doktora tezini aşacak kadar çoktur. Tercüme edilen eserlerinin, çoğu kere zor anlaşılır bir üslup ve anlatım tarzına sahip oldukları görülmektedir. Ankara Okulu tarafından basılan kitaplarının da sıkıcı bir mizanpajda genellikle küçük punda ile basıldığını görüyoruz. Bundaki amacın, “sadece meraklıları tarafından kitapların okunması, tepki çekmemek için tedrici bir aşamada fikirlerin yayılması ve herkes tarafından kolayca anlaşılmaması” olduğunu söylemek mümkündür. Fazlurrahman’ın eserlerini yayınlayanların yanı sıra, Adil Çiftçi, Bülent Baloğlu, Salih Akdemir, Mehmet Aydın, Mehmet Dağ, Hayri Kırbaşoğlu ve Alpaslan Açıkgenç gibi bu kitapları Türkçeye çeviren ilahiyatçılar da basılan kitapların başlarındaki yazılarında, Fazlurrahman’ın tepki çeken bazı fikirlerini genelde yumuşatma cihetine giderek, onun iyi niyetli olduğunu ileri sürmelerini de isabetli bulmadığımızı açıkça ifade etmek isteriz.
Fazlurrahman’ın eserlerinden verilen yukarıdaki bazı görüşlerin bir kısmı felsefik bir özellik taşısa da bazı düşünceleri de basit düzeyde dini bilgisi olan kimseler tarafından bile yanlışlığı anlaşılabilecek açıklıktadır. O’nun fikirlerinin, aşırı derecede İslam Düşmanı kabul edilen Müsteşriklerden, Goldziher ve Schacht’ın düşüncelerine çok benzediği belirtilmektedir. (Bkz. Mustafa Karataş, “Fazlurrahman ve ‘Yaşayan Sünnet’ Kavramı” s. 26). Bu yüzden, yukarıda belirttiğimiz gibi Fazlurrahman, Pakistan ve Hindistan alimleri tarafından dışlanarak ülkeleri dışına kovulmuştur.
Buhari ve Müslim’in rivayetlerini de içine alacak şekildeki genellemesiyle Fazlurrahman’ın, güya hadislerin çoğunun sonradan uydurulduğu gerekçesiyle ileri sürdüğü, hadislerin çoğuna güvenilemeyeceği fikri, ciddi bir sapmadır. Fazlurrahman’ın bu düşüncesinin, hadisleri tarihselliğe engel görmesinden kaynaklandığını düşünüyoruz. Muhaddislerin tamamı tarafından mütevatir olarak kabul edilen hadislerin bile uydurma olduğunu ileri sürmek, Dinimizin iki ana kaynağından birini dinamitlemek anlamına gelir. Kur’an’daki ahkam ayetlerinin tarihsel olduğunu ileri sürmek de Kur’an’ı devre dışı bırakmaktan başka bir şey değildir.
Gerek Kur’an’ın gerekse makbul hadislerde belirtilen hükümlerin de, o devre ait olduğu ve bu devirde bağlayıcı hükümler olmadığı, dolayısıyla Kur’an ve hadislerin hüküm kaynağı olamayacağı görüşü de apaçık bir sapmadır.
Fazlurrahman’ın “yaşayan sünnet” adını verdiği, “hadislerin her devire göre değişken ve özgürce yoruma tabi tutulması gerektiği” görüşü -ki bu tarihsellik demektir- dinde keyfilik ve sapkınlıktan başka bir şeyle yorumlanamaz. İctihadi hükümlerin zaman ve şartlara göre değişebileceği inkar edilemezse de, nassa dayalı hükümlerin evrensel olduğu ve bunlardan sübutu ve manaya delaleti kat’î olanların zaman ve şartlar ne olursa olsun sabit hükümler olarak kalacağı, İslam alimlerinin ittifak ettiği bir husustur. Aksi halde “Son Din” ve “Son Peygamber” esprisinin bir özelliği kalmaz.
Allah Teâlâ’nın, Kur’an’ı “Son Kitap”, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)i de “Son Peygamber” kılması, bu dinin, kıyamete kadar gelecek insanların ihtiyacına cevap vereceği anlamını beraberinde getirir. “Son Din” bu özellikte indirilmiştir. Bunun için Allah Teâlâ “Son Din”ini korumayı vaad ve tekeffül buyurmuştur. Bu din her çağın ihtiyacını karşılayamayacak olsaydı, Allah Teâlâ yeni peygamberlerle yeni dinler göndermeye devam ederdi. Cenâb ı Hakk, Peygamberlerini kendilerine itaat edilsin diye, kitaplarını da içerisindeki hükümlere uyulsun, diye göndermiştir. Bu bakımdan Kuran ve Sünnet’te bağlayıcı hükümlerin bulunmadığını ya da her çağa göre özgürce yorumlarla bu hükümlerin değiştirilebileceğini ileri sürmek apaçık bir sapkınlık olur. Hz. Ömer’in “müellefe-i kulub”a zekât vermemesi gibi bazı uygulamaları, hükmün değiştirilmesi değil, devlet başkanına verilen yetki dahilinde, şartlar gereği geçici bir süre için o hükmün dondurulması olayıdır.
İslam âlimlerinin Kur’an ve Sünnet’en kaynaklandığı şekliyle ortaya koydukları, Fıkıh, Fıkıh Usulü, Hadis, Hadis Usülü, Kelam ve Akaid gibi birçok ilim dalını kabul etmeyip, bunların yanlış ve geçersiz olduğunu ileri sürmek, “on beş asır boyunca gelip geçen İslam âlimlerinin, ‘Hakk’ı bulamadıkları” hezeyanını savurmak anlamına gelir. Ehl-i Sünneti Hıristiyan Ortodoksluğuna benzetmek de aynı mahiyettedir.
IV-SONUÇ
Tarihsellik önünde en büyük engel olarak kabul edilen fıkıh, tefsir, hadis ve akaid gibi Temel İslam Bilim dalları ve usullerini kıyasıya eleştiri, Fazlurrahman’a gönül verenlerin de bu günkü yazı ve söylemlerinde ağırlık verdikleri öncelikli konular arasında bulunmaktadır. Ankara Okulu yayınlarının neredeyse tamamına yakını bu fikirleri savunma gayretindedir. Eski “İslamiyat Dergisi” ve Ankara Okulu’unun gündeminde de genelde bu konular yer almaktadır. İslamiyat Dergisi ve Ankara Okulu müntesiplerinden Diyanet’in üst yönetimini oluşturan Mehmet Görmez ve ekibi, düşünceleri doğrultusunda yollarına devam etmektedirler.
Bu bağlamda, Diyanet’in son on beş yıldaki eğitim programları ve yayınlanan eserleri, genelde İslamiyat Dergisi yazar ya da yöneticilerine hazırlatılmıştır. Tenkitler üzerine Ankara Okulu dışındaki bazı hocalar, göstermelik olarak yer yer devreye konmaktadır.
Beş yıl gibi uzun bir süre üzerinde çalışılarak 2007 sonlarında uygulamaya konan Haseki (Dini Yüksek İhtisas Merkezleri) Programıyla, Türkiye’mizin Müftü ve Vaiz adaylarına, Fazlurrahman’ın fikirlerini sembolize eden “dini modernizm/tarihsellik” düşüncesinin benimsetilmesinin hedeflendiği gözlerden kaçmamaktadır. Bu amaçla, Fazlurrahman’ın birçok kitabının yanı sıra, onun yolunu benimseyen modernist/tarihselci ilahiyatçıların kitap ve makaleleri de Haseki programına konmuştur. En son yapılan tadilatla da özde bir değişikliğin yapılmadığı haberini aldık. (Bkz. DİB, İhtisas Eğitim Programları, Ankara, 2013).
Ocak/2008
(Gözden Geçirme: 11.07.2017)
Dr. Ahmet Gelişgen
[1] Bkz. Görmez, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, s. 138-162, 233-234, 317 vd; Görmez, “Hadislerde Delalet Sorunu”, DİB Güncel Dini Meseleler Birinci İhtisas toplantısı, Tebliğ ve Müzakereler 02-06 Ekim 2002 Ankara, TDV matbaası, Ankara, 2004, s. 225-242; Görmez, “Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metotoloji Sorunu ve Yeni Bir Metodoloji İçin Atılması Gereken Adımlar”, İslami Arşl. Dergisi, Cilt, 10, Sayı, 1,2,3, 1997, s. 31-41; Görmez, “Sünnet’in Kaynak Değerini Temellendirme Sorunu”, s. 8-10. (Görmez’e ait bu makale, Görmez’in kendi web sitesinden alınmıştır (www.mehmetgormez.com); Özafşar, Hadisi Yeniden Düşünmek Fıkhî Hadisler Bağlamında Bir İnceleme, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 1998, s. 77, 78-80; Özafşar, “Polemik Türü Rivayetlerin Gerek Mahiyeti”, s. 30, 31, 38, 40, 42, 43, 45, 46, 48; Bünyamin Erul, “Hz. Peygamber’in Bize Bıraktığı Miras, ‘Kitab ve Sünnet’ Bırakıldığını İfade Eden Rivayetlerin Tedkiki”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı: 1); Yavuz Ünal, Hadisin Doğuş ve Gelişim Tarihine Yeniden Bakış, Pasifik Ofset (Ensar Neşriyat), 2013, İstanbul, s. s. 58-60, 197,198; Yavuz Ünal, “Cumhuriyet Döneminde Hadis Usulü ya da Usul Tarihçiliği Üzerine”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VI, 2006, sayı: 2, s. 286, 287; Bünyamin Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, TDV Yayınları, 2014, Ankara, s. 189, 206, 216, 217, 218, 246, 265, vd); Bünyamin Erul, “Hz. Peygamber’in Bize Bıraktığı Miras, ‘Kitab ve Sünnet’ Bırakıldığını İfade Eden Rivayetlerin Tedkiki”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, VII (2007), sayı: 1, s. 9-33); Bkz. Sahabenin Sünnet Anlayışı, TDV yayınları, Ankara, 2008, s. 246; Hadislerin Dili, İlk Hadis Belgesi Hemmâm’ın Sahifesi, Tertip, Terceme, Yorum, Ankara, 2010, s. 128,129; Diyanet, Hadislerle İslâm, I/45, 46, 54, 56, 58-60, 70-74, vd..