Büyük Müctehidlerin ve alimlerin tevessülü (Duada aracı kılması)
Büyük alim ibni Hacer (Rahimehullah) “El-hayratü’l Hisan fi Menakibi’l-İmam Ebi Hanifete’n-Numan” adlı eserinin yirmi beşinci bölümünde diyor ki: “İmam-ı Şafi’i Bağdat’ta bulunduğu sıralarda Ebu Hanife (Radıyallahu anh)ın mezarı başına gelir ve ihtiyaçlarını Cenab-ı Allah’ın gidermesi için onunla tevessülde bulunurdu.
İmam-ı Ahmed b. Hanbel (Radıyallahu anh) ın da İmam-ı Şafi’i ile tevessülde bulunduğu bir gerçektir.
Hatta İmam-ı Ahmed’in oğlu, babasının bu haline taaccüb ederdi.
Babası da İmam-ı Şafi’nin insanlar için bir güneş, beden için de bir afiyet olduğunu söylerdi. İmam-ı Şafi’ye Fas ahalisinin, İmam-ı Malik (Radıyallahu anh) ile tevessül de bulundukları söylenince, o bunu reddetmemiştir.
İmam-ı Ebu’l Hasen eş-Şazeli (Rahimehullah) da: “Kimin Allahu Teala yanında bir ihtiyacı olup da onun yerine getirilmesini istiyorsa, İmam-ı Gazali ile tevessülde bulunsun.” Derdi.
İbni hacer (Rahimehullah) “es-Sevâ’iku’l-Muhrika li ihvanı’d-Dalal ve’z-zendeka” adlı eserinde; İmam-ı Şafi (Radıyallahu anh)ın Ehli Beyt ile tevessülde bulunduğunu söyler. İmam-ı Şafi (Radıyallahu anh)ın şöyle dediğini nakleder:
“Peygamberin âli (yakınları) benim vasıtamdır.
Onlar Allah ile aramda vesilemdir
Onların hakkı için yarın defterimin,
Sağımdan verilmesini Allah’dan isterim.”
İmam-ı Nevevi El-Ezkar adlı eserinde zikrettiğine göre, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sabah namazının iki rekat sünnetinden sonra üç kere:
“Allahım! Ey Cebrail, Mikail, İsrafil ve Muhammed’in (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Rabbi beni ateşten koru” (Hakim, el-Müstedrek 3/622) demelerini herkese emrederdi.
İmam-ı Zerruk (Rahimehullah) “Hizbu’l Bahr Şerhi”nde bir çok seçkin kişilerin isimlerini zikrettikten sonra şöyle der:
“Allahım! Onlarla Sana tevessülde bulunuyoruz. Çünkü onlar seni sevdiler. Onlar seni ancak Sen onları sevdiğin için sevebildiler. Onlara olan sevgin dolayısıyla Seni sevmeye muvaffak oldular. Biz ise henüz onların Seni sevmesi mertebesine ulaşamadık.”
İMAM-I AZAM’IN “HAKKI İÇİN İSTEMEK MEKRUHTUR” DEMESİ
inkarcılar mezhepleri de kabul etmezler ama işlerine gelince İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin sözünü naklederler.
Ebu Hanife İmam-ı Azam Hazretleri “Hakkı için” yapılan duanın mekruh olduğunu söyler. (Fetevay-ı hindiye c. 5, s. 318)
İmam-ı Azam Ebu Hanife “hakkı için istemenin” mekruh olduğunu söylemiştir. Ancak Ebu Hanife Hazretleri’nin bunun söylemekten maksadı Mutezile’nin önünü kesmek için sedd-i zerîa kabilindendir. Ebu Hanife “Hakkı için” diyerek duayı mekruh görmüş, “hürmetine, hatırına” gibi tevesülü inkar etmemiştir. Bu tür tevessülü inkar ettiğine dair Hanefi âlimlerinden hiçbir nakil yoktur.
NEDEN HAKKI İÇİN MEKRUH DEDİ
Molla Ali el-Kari bu mekruhluğun hakk sözüne vaciplik (mecburiyet) manası yüklendiği takdirde olacağını, zira vaciplik veya mecburiyet manasında kimsenin, Allah (Celle Celaluhu) üzerinde hakkı olmadığını, ancak hürmet ve tazim manasında kullanıldığı takdirde bunun tevessül babından olacağını, Allah (Celle Celaluhu)nün, “O’na varmaya vesile arayın” (Maide 35) ve bunu el-Hısnü’l-Hasin’de de yazdığına göre, duanın adaplarından kabul edildiğimi söylüyor. (Aliyyü’l Kari, Fethu’l Babi’l-İnaye, III, 30)
Hindistan’ın büyük alimlerinden Mevlana Muhammed Fadlurresul (Rahimehullah) Molla Aliyyü’l-Kari’nin bu mesele hakkındaki görüşünü naklettikten sonra diyor ki: “Ben derim ki, Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) duasında “Ya Rabbi, senden isteyip de verdiklerinin hakkı için, senden istiyorum” derdi. Buradaki hak kelimesinden murad, hürmettir. Yahut, rahmet gereğince ona vaad olunan haktır. Yani bihakkın demenin yasaklığı anlatılmak istenirken delil olarak; zira kimsenin Allahu Teala üzerinde hakkı yoktur demektedir. O halde bundan murad, hiç kimsenin Allahu Teala üzerinde vacip olan bir hakkı yoktur demektir.
KİMSENİN ALLAH ÜZERİNDE HAKKI YOKTUR
Peygamberimizin bu konudaki duasını buradan okuyabilirsiniz. Peygamberimiz de böyle dua ettiği halde Ebu Hanife’nin “mekruh” demesi, kimsenin Allahu Teala üzerinde hakkı olamayacağı içindir. Eğer kişi dua ederken “hakkı için” deyip bu manayı yüklüyorsa işte bu dua şekli yanlıştır. Ama “hakkı için” de dese ve buraya “hürmetine, hatırına” diye mana yüklerse bunda bir sorun yoktur.
İbni Abidin bu konuda: “Ben derim ki, bu söylenenlerin tamamı, bu lafızdan akla ilk gelen anlama muhalif ihtimallerdir. Lafzın, caiz olmayan bir manaya vehmettiriyor olması dahi, onu yasaklamak için yeterlidir. Allahu Alem, imamlarımız bu yasaklamayı bundan dolayı mutlak olarak söylemişlerdir.”
Bakın İbni Abidin “Reddü’l Muhtar” da ne diyor:
“Ben Allahu Teala’ya Nebiyy’i Kerim’i (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile ehl’i taatından her muazzam makam sahibi ile ve imamımız İmam Azam ile tevessül ederek lütuf ve kereminden bu işi bana asan eylemesini, doğruyu ilham buyurmasını, kusurlarımı bağışlamasını, hatalarımı afv buyurmasını niyaz etlerim.”Diyerek İmam-ı Azam ile tevessül ediyor ibni Abidin…
TASAVVUFA GİREN ALİMLERDEN BAZILARI
Tefsir, kelam gibi zahiri ilimlerle uğraşanların tasavvufa düşman oldukları veya aralında bir ihtilaf olduğu zannedilir. Ve sanki tarihte hep böyle bir mücadele varmış gibi zannedilir. Hâlbuki zahiri âlimlerden ilimde derinleşenlerin birçoğu aynı zamanda derin bir mutasavvıftır. Tarikat ehlidir. İşte onların en meşhurlarından seçmeler:
1- “Tabi’un’dan olan (Sahabeyi görme şerefine eren) Hasan-ı Basri (Radıyallahu anh) bir zühd ve tasavvuf büyüğü olmasının yanında, aynı zamanda bir mezhep imamıdır. Yani hadis ve fıkıh ilimleri sahasında mutlak müctehid seviyesindedir. Kendisi aynı zamanda tefsir ilminin de büyük imamlarındandır.
2- Daha sonraki nesilden Süfyan-ı Sevri’nin durumu da aynıdır.
3- Tasavvuf büyüklerinden Fudayl bin Iyaz ve Davud-u Tai, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin talebelerindendir.
Bir mecliste adamın birisi “Ebu hanife hata etmiş” deyince, orada bulunan ünlü muhaddis Veki bini Cerrah şöyle demiştir: “Kıyastaki mahareti ile Ebu Yusuf ve Züfer, hadis ezber kabiliyetleriyle Yahya ibni Ebi Zaide, Hafs ibni Gıyas, Hibban ve Mendel, lügat ve Arapçadaki ilmiyle kasım ibni Ma’n, zühd ve veralarıyla Davud et-Tai ve Fudayl ibni ıyaz onun yanında bulunuyorken Ebu Hanife hata yapmaya nasıl muktedir olabilir?” (Hatib-i Bağdadi, Tarihu Bağdad: 14/247)
Bu nakil açıkça göstermektedir ki, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin meclisinde sadece kuru ve farazi bir fıkıh tedris edilmemektedir. Aksine bu mecliste fıkıh, hadis, zühd, vera’ ve takva ehli kimseler iç içe bulunmaktadır ve ilim, bütün bu veçheelriyle tam ve kamil manada öğrenilip öğretilmektedir.
4- Yine zühd ve takva ehlinin büyüklerinden Abdullah ibni Mubarek (Radıyallahu anh) da İmam-ı Azam ebu Hanife’nin talebelerindendir.
5- Ünlü hadis imamı Süfyan ibni Uyeyne (Radıyallahu anh) de tasavvuf ehlinin ileri gelenlerindendir. (Bkz.Kelabazi, et-T’arruf, 23)
6- Özellikle hadis, Fıkıh ve Tefsir sahalarında, sadece bilgi sahibi olmakla kalmamış, aynı zamanda eser de yazmış olan hicri 3. Ve 4. Asır tasavvuf büyükleri arasında şu isimleri sayabiliriz:
Ebu Muhammed Abdullah ibni Muhammed, Ebu Abdillah Ahmed ibni Asım er-Razi, Ebu Bekir Muhammed ibni Ömer ibni Fadl el-Verrak et-Tirmizi, Ebu Osman Said ibni İsmail er-Razi, Ebu Abdillah Muhammed ibni Ali et-Tirmizi, Ebu Abdillah Muhammed ibni Fadl el-Belhi, Ebu Ali el-Cürcani, Ebu’l Kasım ibni İshak ibni Muhammed Hakim es-Semerkandi (Radıyallahu anhum) (Kelabazi a.g.e. 29-31)
7- İhya-i Ulumiddin adlı eseriyle İslam dünyasında haklı şöhret kazamış bulunan İmam-ı Gazali, aynı zamanda büyük bir Fıkıh ve Usul-i Fıkıh alimi olan İmam-ı Gazali tasavvuf büyüklerindendir.
8- Ünlü hadis ve fıkıh alimlerinden hanefi mezhebine mensup Cemaleddin Ez-Zeylai (İmam-ı Merğinnani’nin el-Hidayesi ile Zemahşeri’nin Keşşaf’ındaki hadislerin tahririne dair yazdığı Nasbu’r-Raye ve Tahricu’l Ahadis ve’lAsar isimli eserleriyle meşhurdur.)
Şafii mezhebine mensup Muasır ve arkadaşı el-Iraki (İmam-ı Gazali’nin İhya’sının hadislerini tahriç etmiştir) ve Takiyüddin İbni Daki-ki’l-İyd de Mutasavvıftırlar.
9- Hadis ilminde kaynak olan Nevadiru’l Usul adlı eserin sahibi hakim-i Tirmizi de mutasavvıflardandır.
10- Yine hanefi mezhebine mensup ünlü fıkıh ve hadis alimi Kemaleddin bni Humam da ehli tasavvufturç
11- Hadis hafızlarının son halkası diye anılan ve ilim denildiğinde akla gelen bütün sahalarda verdiği eserlerin miktarını yüzlerce cildi bulan Celaleddin es-Suyuti ve talebesi el-Mizanu’l-Kübra isimli fıkıh eserinin sahibi İmam-ı şarani de Ehli tasavvuftur.
12- Zahiri ve Batıni ilimleri birleştiren İmam-ı Rabbani, Molla Cami, Seyalükuti de ilim ve tasavvuf kanatlarıyla ilerleyen mutasavvıftırlar.
13- Osmanlı’nın son dönemine denk gelen 4 mezhebin müftüsü Ali Haydar el-Ehıshevi de tasavvuf yolunun büyüklerindendir.
Burada sadece misal olması için zikrettiğimiz bu isimler, tarih boyunca Şer’i ilimler ile tasavvuf arasında herhangi bir çelişki olmadığının en sadık şahididirler.
Akla gelen her türlü şer’i limde derinleşen bu gibi âlimlerin, ilimlerinin manevi yükselişte yeterli olmadığını anlayarak tasavvufa yönelmesi ve bir Allah dostunun elinden tutması, kendini müctehid zanneden reformistlere ve bu reformistlerin inkar çukuruna sürüklediği insanlara birer ibret olmalıdır.
www.ihvanlar.net