Sahabe Hadisleri Nasıl Korudu ve Aktardı

   Şu yazıyı da öncelikle okuyabilirsiniz> PEYGAMBERİMİZ HADİSLERİN YAZILMASINI YASAKLADI MI?
Sahâbenin Sünnet Hassasiyet
  Allah Rasûlü’nün hadîslerini himaye edebilmek için ilk rıhleleri Sahâbe başlatmıştı. Cabir b. Abdullah tek bir hadîsi almak için Medine’ye bir aylık mesafede olan Şam’a Abdullah b. Üneys’e gitti. İbn Hacer, Sahâbenin hadîs muhafazasının kanıtlarından olan Cabir’in bu rıhlesini kıymetlendirirken şöyle der: “Cabir b. Abdillah’ın Abdullah b Üneys’ten kendisine rivayet edilen hadîsle iktifa etmeyip, onu bizzat Abdullah b. Üneys’ten dinlemek için kalkıp Şam’a gitmesi, Sahâbenin âlî isnada verdiği önemi gösterir.”
   Bu noktada Ebu’l-Âliye de şöyle der: “Biz Allah Rasûlü’nün Ashâbından nakledilen hadîsleri dinler, buna razı olmayıp kalkar onlara gider, bizzat hadîsi kendilerinden alırdık. Münferit olarak ya da cemaat halinde hadîsleri müzakere eder bu şekilde unutmaya engel olurduk.”(İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Daru’s Selâm, Riyad, 2000, I, s.210)
   Ebû Hureyre de geceyi üçe böler; üçte birinde namaz kılar, üçte birinde uyur, üçte birinde de Allah Rasûlü’nün hadîslerini okurdu.(el-Bağdâdî, el-Câmi’ li-Ahlâki’r-Râvî ve Âdâbi’s-Sâmi’, Mektebetu’l Me’ârif, Riyad, 1989, II, s.399)
   Sahâbe, tabiûna da hadîsleri muhafaza noktasında kendi aralarında “müzakere” yapmayı önermiştir. Bu noktada Enes b. Malik öğrencilerine şöyle derdi: “Biz Allah Rasûlü’nün huzurunda hadîsi dinler, kalktığımızda da hıfz edene kadar onu tekrar ederdik.” Nitekim Atâ b. Ebî Rebah da İbn Abbas’ın konuyla alakalı şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Benden bir hadîs duyduğunuzda onu aranızda müzakere ediniz.”(Hakîm, Müstedrek, İlim, H. No: 324)
   Sahâbe’nin hadîs müzakeresi ve bu noktadaki telkinleri, tabiûn döneminde hadîs halkalarının yaygınlaşmasına zemin hazırladı. Daha sonra ise, hadîsin sahîhini zayıf ya da mevzusundan ayıran, sened-metin tahlili yapan muhaddisler geldi. Allah Teâlâ bir sev-ki ilahîyle Kur’an-ı Kerîm gibi Sünnet’i de muhafaza edecek bir neslin yetişmesi için sebepler halk etti. Rivayet Sistemi İnsan hayatının tecessüsü haram olmasına (Hucurât: 1) rağmen muhaddisler rivayet sistemi içerisinde yer alan her bir ravinin hayatını detaylı bir şekilde incelemiş ve bu bağlamda yaklaşık beş yüz bin insan kayda geçmiştir.
   Bir halkada hadîs rivayet edilirken, alana vakıf olanlar rivayet zinciri içerisinde yer alan ravileri tanır, hemen hepsi hakkında hükmünü verebilirdi. Müctehid imamların ictihat halkalarında da muhaddisler yer alırdı. Sahâbenin hadîsler noktasındaki hassasiyeti, bir rivayeti naklederken “Keennî enzuru ilâ Rasûlillah/ Sanki şimdi Allah Rasûlü’ne bakıyorum.” şeklindeki, hâdiseye ayrıntısıyla vakıf olduğu intibaını veren sözleri, bu alanda büyük bir seferberlik olduğunun da kanıtlarındandır.
    Peki Sahâbe neden Sünnet’i koruma noktasında olağanüstü bir gayret içerisinde olmuş, her gittiği yerde Allah Rasûlü’nden bahsetmiştir?
   Çünkü Kur’an-ı Kerîm pek çok ayet-i kerîmede Allah Rasûlü’ne ittibâ etmeyi emretmektedir. Allah Teâlâ’nın korunmayacak bir Sünnet’e ittibâ etmeye çağırması, sonra da hurafelerle amel edenlerden bunun hesabını sorması adalet-i ilahiye sığmaz. Hangi Müslüman Allah Teâlâ’ya böyle bir isnatta bulunabilir? Bu durumda Allah Rasûlü’ne itaat etmeyi emreden her ayet Sünnet’in korunmuş olduğunu da ilan eder. Kur’an-ı Kerîm’de en fazla vurgulanan talimatlardan biri de Allah Rasûlü’ne itaattir. Pek çok sûrede bu hususu ihtiva eden ayetler vardır. Bir gurup insan, “Ey Muhammed! Biz rabbimizi seviyoruz” deyince;(Abdulmehdî, ’Abdulkadir, el-Medhal ila’s-Sünne, Dâru’l İ’tisâm, Kahire, 1998, s.79.) Allah Teâlâ temelinde “peygambere ittibâ” olmayan mücerred bir sevginin hükümsüz olduğunu beyân noktasında şöyle buyurmuştur: (Rasûlüm )De ki: “Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki karşılığında Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin.”( Âl-i İmrân: 31.)
   Allah Rasûlü’ne ittibâ ilahi sevgiye nailiyete, muhalefet ise azaba vesile kılınmıştır. İnsanların ilahi merhamete nail olmaları gibi, Cennet’e girmeleri de Allah Azze ve Celle’ye itaatin yanında Allah Rasûlü’ne itaate bağlanmıştır.( Âl-i İmrân: 132; Nisâ: 13) Allah Rasûlü’ne itaati emreden her ayetten sonra şu hakikati tekrar etmeli: “Madem ki Sünnet’in, ilahi koruma bağlamında olmadığını savunuyorlar, bu durumda bugün aramızda Sünnet-i Seniyyesi ile yaşayan Peygamber’e nasıl itaat edileceği sorusuna da fasid tevillere gitmeden cevap versinler.”
   Kur’an-ı Kerîm’in, Allah Rasûlü’ne itaati, Allah’a itaatle aynı cümlede ve birini diğerine atfederek vermesinden, ikisinin de farklı şeyler olduğu dolayısıyla Peygamber’in tebliğ ettiği Kur’an gibi, Sünneti’nin de esas alınması gerektiği anlaşılır. Madem ki Allah Rasûlü Rabbinden aldıklarını tebliğ ediyor, o halde getirdiği de, bildirdiği de Rabbi’ni razı edecek hakikatler bağlamında değerlendirilir. Bu durum, Allah Rasûlü’ne itaat etmeyi, Allah’a itaat etme seviyesine çıkarır. Zira “Kim Rasûle itaat ederse muhakkak ki Allah’a itaat etmiş olur”(Nisâ: 80) buyrulmaktadır. Şeriat, Allah Rasûlü’nün Sünnetiyle kamil olduğundan, Müslümanlar aralarında hükmetmek için Allah’a ve Rasûlü’ne çağrıldıklarında “işittik ve itaat ettik” derler.(Nûr: 51)
   Allah Teâlâ, Sünnet’e ittibânın kaçınılmaz olduğunu Müslümanlara öğretme bağlamında gerçekte hüküm O’na ait olduğu halde “لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ” (Nûr: 51) kelimesindeki zamiri “tesniye” yerine “müfred” olarak zikrederek Allah Rasûlü’nün yalnız başına hükmedeceğine işaret etmiştir. Nitekim ulemâ Sünnet’in Kur’an’ın mücmelini açıklayan, mutlakını takyid eden, umumiyet ifade eden nazmını tahsis eden yönü yanında, hükmü Kur’an-ı Kerîm’de beyân edilmeyen mevzularda müstakil olarak hüküm koyan bir kaynak olduğunu belirtmiştir.
   Namazların hangi vakitlerde, kaçar rekat ve nasıl kılınacağı, hangi rükünlerde nelerin okunacağı (rukü ve secde hariç), orucun nasıl tutulacağı, zekatın hangi mallardan ve ne kadar verileceği, haccın nasıl yapılacağı gibi hususlar Kur’an’da olmadığından Allah Rasûlü’nün Sünnetiyle beyân edilmiştir. Fıkıh kitaplarında yer alan hükümlerin önemli bir bölümünün çözümüne hadîsler üzerinden ulaşılmıştır. Sünnet aynı zamanda Kur’an-ı Kerîm’de yer almayan pek çok meselenin hükmünü de belirtmiştir. Bir kadının âdet halinde namaz kılamayacağı ve oruç tutamayacağı buna mukabil sadece tutamadığı oruçları kaza edeceği, Nisâ Sûresi’nin 43. ayet-i kerîmesinde karabet, rada ve sıhriyet yoluyla evlenilmesi haram olan kadınlar zikredilmiş, bir sonraki ayette ise bu kadınlardan başkaları ile evlenmenin helal olduğu beyân edilmiş; fakat bir erkeğin hanımı üzerine onun teyzesi ile evlenmeyeceği, şuf ’a hakkı ile ilgili hükümler, ninenin mirastan alacağı pay gibi hususlar Sünnet tarafından belirtilmiştir. Pek çok hadîsin doğrudan, özürlü 10 kadının da Allah Rasûlü’ne gelip “Bu halde namaz kılalım mı Ya Rasûlallah” diye sormaları dolaylı olarak göstermektedir ki, bu kadınlar âdet kanı gördüklerinde namaz kılmıyorlardı ki, özrü de âdet bağlamında değerlendirip, Allah Rasûlü’ne sorma ihtiyacı hissetmişlerdir. Kadınların âdet hallerinde ibadet etmeleri gerektiğini savunanların neredeyse tamamının “Kur’an Müslümanı” olması aslında niçin Sünnet’i inkar ettiklerinin de cevabıdır. Allah Rasûlü’ne rağmen hüküm koyanların, masum bir Peygamber’in Sünneti’nin önemli bir kısmını Kur’an’a aykırı bulup reddetmeleri, kendilerine masumiyet isnat etmeleri anlamana gelir. Günahkarların hüküm koyduğu bir zamanda masum bir Peygamber’in müstakil olarak hüküm vermesinden niçin rahatsızlık duyulur? Allah Rasûlü’ne muhalefet etmeyi yasaklayan ayetler de, Peygamber’e rağmen bir İslâm’dan bahsetmenin dünyada sapıklığa, Ahirette ise Cehennem’e girmeye sebep olduğunu belirtmektedir: “Allah ve Rasûlü bir meselede hüküm verdiğinde, inanmış bir erkek ve kadın için o meseleyi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzâb: 36)
   Kur’an-ı Kerîm’i, Allah’ın muradı yerine, insanın hevası çerçevesinde anlamanın yolu Sünnet’in sistem dışına itilmesiyle açılacağından, Efendimiz’in Sünneti’ne isyan, “sapıklık” bağlamında zikredildi ve Allah Rasûlü’ne başkaldırı aynısıyla Allah’a başkaldırı olarak kabul edildi. İhtilaf edilen bir hususta Allah Rasûlü’nü hakim yapmayanların Müslüman olarak kabul edilemeyeceği belirtildi. (Nisâ: 65.)
   Allah’a, Rasûlü’ne ve Müslüman idarecilere itaat etmeyi, ihtilaf durumunda ise mevzuyu Allah’a ve Rasûlü’ne arz ederek ilahi ya da nebevi talimatlara göre çözmeyi emreden ayeti kerîme de geçen إِلَى اللّهِ‘den Allah’ın Kitab’ı; وَالرَّسُولِ’den de Allah Rasûlü’nün Sünneti anlaşılmaktadır. Ayrıca أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ  zikredilen ayetinde, أَطِيعُواْ şeklindeki emir fiilinin “Allah” ve “Rasûl” kelimelerinden önce zikredilmesi, buna mukabil “ulu’l-emr”- den evvel iade edilmemesi, Allah Rasûlü’nün Kur’an-ı Kerîm’i tebliğ bağlamı dışında, beyân ettiği hususlarda da müstakil olarak itaat mercii olduğunu bildirir. Nitekim “ulu’l-emr”den önce ْأَطِيعُواْ fiilinin hazfedilmesi ve “Rasûl” kelimesi üzerine atfedilmesi, idarecilerin müstakil olarak itaat mercii olmadıklarını ve bu yüzden de onlara itaatin ancak Paygamber’e ittibâ etmeleri şartıyla doğru olacağı, aksi takdirde ise hiçbir şekilde idareciler için itaatin söz konusu olmayacağını isbat eder.
   Allah Rasûlü’nün Sünneti’nin “vahiy” (Necm: 3-4) olduğunu beyân eden Kur’an-ı Kerîm Ona itaatten yüz çevirmeyi de küfür olarak nitelemektedir. Nitekim Âli İmrân Sûresindeki ayet-i kerîmede Allah’a ve Rasûlü’ne itaat emredildikten sonra ikisinin arası ayrılmadan yüz çevirenlerin kafir olduğu belirtilmektedir. Kur’an-ı Kerîm çok sayıda ayette Allah Rasûlü’ne ittibâyı emretmekte, ona muhalefeti “küfür” olarak nitelemekte ve kulların ilahi muhabbete muhatap olabilmelerinin yolunun da Efendimiz’e ittibâ olduğunu beyân etmektedir. Bugün Allah Rasûlü aramızda olmadığına, Kur’an’ın ayetlerinin de bütün zaman ve mekanı kuşattığına göre insanlar “Allah Rasûlü’ne itaat emrini, Onun Sünnetiyle amel ederek yerine getirecektir. Kur’an-ı Kerîm’in, Sünnet-i Seniyye ışığında anlaşılmasını “uydurulan din” olarak gören, Sünnet’in Kur’an-ı Kerîm gibi korunduğu hakikatini reddedenler bu halleriyle Allah’ın, Rasûlü’ne itaati emreden ayetlerinin, Müslümanları sahîhi mevzuundan ayrı- lamayan hurafeler mecmuası olan Sünnet’e uymayı emrettiğini” savunmaktadırlar. Kur’an tarihsel olmadığına ve her bir ayet zaman ve mekan üstü hakikatleri içerdiğine, Allah Rasûlü aramızda olmadığı halde şu kadar ayet-i kerîme ümmeti Peygamber’e itaat etmeye çağırdığına aksi bir halin “küfür” olduğu icmaya medar olduğuna göre “Rasûle itaat ediniz” şeklindeki ayet-i kerîmelerin tek bir izahı olur ki o da Sünnet-i Seniyye’nin vahiy kabul edilmesidir. Allah Teâlâ, Kitabının murad-ı ilahi çerçevesinde anlaşılmasını temin için Onun mübeyyini olan Rasûlü’nün Sünneti’ni de muhafaza etti. Aksi bir durum Kur’an’ın –haşa- uydurulmuş hadîslere ittibâ- yı emrettiğini ididia etmek olur ki bu da söyleyen için felakettir.
İhsan Şenocak Hocaefendi – Kur’an’ı Kerim müdafaası

PAYLAŞ