İmam Alusi ve ilmi kudreti
İsmi, Mahmûd b Abdillah b Mahmûd el-Hüseynî el-Âlûsî el-Bağdadî’dir Âlûsî’nin, künyesi kaynaklarda “Ebu’s-Senâ”, lakabı ise “Şihabüddîn” olarak geçmektedir
Âlûsî, 1217/1802 yılı, Şaban ayının 14 günü Cuma öncesi Bağdat’ta dünyaya gelmiştir
Nesebi, baba tarafından Hz Hüseyin’e, anne tarafından Hz Hasan’a kadar ulaşan müellifin dedeleri, Hülâgu’nun Bağdat’ı istilâsı üzerine Bağdat’tan, Âlûs denilen adaya yerleşmiştir Bağdat yakınında Fırat Nehri üzerinde yerleştikleri bu adaya nispetle Âlûsî diye meşhur olmuşlardır Âlûsîler bir ilim ailesidir Bu sülaleden birçok meşâhîr yetişmiştir İşte bunlardan biri de Şihabüddîn Mahmûd el-Âlûsî’dir
Babası Abdullah, Bağdat’ta Ebû Hanife Camii’nde kırk yıl müderrislik yapmıştır Ayrıca Reîsü’l-Müderrisîn olarak Şehit Ali Paşa Medresesi’nde dört yıl ders vermiştir Yaklaşık seksen yıl yaşamış ve 1246/1830 yılında tâun hastalığı sebebiyle Bağdat’ta vefat etmiştir Şeyh Ma’ruf el-Kerhî Kabristanlığı’na defnedilmiştir Kaynaklarda “sâliha bir kadın” olarak nitelendirilen annesi Fatma Hanım, Âlûsî, küçük bir çocukken vefat etmiştir
Çocukluğu ve Tahsili
Âlûsî, küçük yaşından itibaren Kur’ân-ı Kerim’i ezberlemeye başlamıştır Arapça kitaplarından bazı bölümler, “Ecrumiyye” ve İmâm Mâlik’in “Elfiye”si gibi nahiv kitaplarını ezberlediğinde ise henüz yedi yaşındadır Daha çocukluğunun ilk devrelerinde başlayan bu ilim hayatı, Âlûsî’nin ulaştığı ilmî seviyede büyük rol oynamıştır
Reîsü’l-Müderrisîn olan babası, Âlûsî’nin öğrenimini bizzat kendisi üstlenmiştir Babasından yeteri miktarda Arap dili, Hanefî ve Şafiî fıkhı, mantık ve hadis kitaplarından bazı bölümler tahsil etmiştir Bütün bu ilimleri on yaşından önce, kelâm ilmini ise on üç yaşında tahsil ettiğini görüyoruz Pozitif ilimlerle de meşgul olmuştur
Âlûsî, asrının önde gelen ilim adamlarının meclislerine katılmış ve onlardan dersler almıştır On üç yaşında iken “rahle-i tedris”inde karar kıldığı hocası “Musullu Alâeddîn Efendi” onun ilim hayatında büyük önem taşır Âlûsî, Alâeddin Efendi’den uzun süre dersler okumuş ve icazet almıştır “Rivayet ve dirayet ilimlerinin inceliklerini anlaması” hususunda kendisinden en çok istifade ettiği bu hocasıyla süren tahsil hayatı on dört yılı bulmuştur
Torunu Mahmûd Şükrî, Âlûsî’nin, dâhî bir kişilik, keskin bir zekâ sahibi olduğunu ifade ederken, onun tetkîk ve tahkîk gücünden de övgüyle bahsetmektedir Sevimli kişiliği, kul hakkına riâyeti, vefâkârlığı, ibadete ve istiğfara düşkünlüğü, güzel ahlâkı ve çok sabırlı oluşu da onu anlatırken bahsettiği özellikleri arasındadır
Engin hoşgörüsü, yiyecek ve giyeceğini öğrencileriyle paylaşmaya varacak kadar cömertliği elimize ulaşan bilgiler arasında yer almaktadır
İlmî çalışmalarının yoğunluğuna rağmen kendisini toplumdan tecrit etmemiş, aksine toplumla iç içe, sosyal hayata iştirak eden âlim ve zahit bir kişilik sergilemiştir Bağdat’taki ilmî ve fikrî hayat onunla canlılık kazanmıştır
Vaaz ve irşatları insanların hak ve hakikate yönlendirilmesinde müessir olmuştur El-Fârûkî, Âlûsî’nin vaazının tesirinden bahsederken “taşa nakış işleme” benzetmesini yapmaktadır Hutbe ve risaleleri de unutulmaz güzelliktedir Fakat büyük çoğunluğu muhafaza edilememiştir
Hocaları
Âlûsî, tahsil hayatının ilk devresini; büyük bir ilim adamı ve İmam-ı Azam Medresesi’nde kırk yıl görev yapmış kıymetli bir müderris olan babası Abdullah Efendi’nin yanında tamamlamıştır Onun, hocaları arasında Molla Hüseyin el-Cubûrî, Seyyid Ali b Seyyid Ahmed, Seyyid Muhammed Emin b Seyyid Ali, Abdülaziz Şevvaf, Alâeddîn Ali Musullu, Ziyâeddîn Hâlid Nakşibendî, Şeyh Ali Süveydî, Yahyâ el-İmâdî, Abdullah el-Ömerî, Şeyh Abdurrahman el-Küzberî, Şeyh Abdüllatif, Şeyhü’l-İslâm Ârif Hikmet gibi önemli isimler yer almaktadır Ayrıca Âlûsî, Hacı Derviş, Molla Resûl Şevki ve Hafız Muhammed b Ahmed gibi isimleri de hocaları arasında zikreder
İstanbul Seyahati
Âlûsî, 1267/1850 yılında İstanbul’a gelmiştir İstanbul’a gelmesine zahiren tefsirinin sebep olduğunu, hakikatte ise başka sebeplerin bulunduğunu ifade etmiştir
Tefsirini vesile kılarak, içinde bulunduğu durumu İstanbul’a anlatmak üzere, bu seyahate çıkmaya karar vermiştir Âlûsî, yazmakta olduğu tefsirinin bir kısmını Sultan Mahmûd Kütüphanesi’ne hediye etmiş, daha sonra yazdığı üç cildi de Sultan Abdülmecîd’e ithaf etmiştir Kalan iki cildini de tamamlayarak 1267/1850 yılında bu yolculuğa çıkmıştır
Âlûsî, Sadrazam Reşit Paşa ile ve Müsteşarı Fuat ile görüşmüş, her ikisinin de gösterdikleri ilgi ve hoş sohbetten son derece memnun olmuştur Bağdat’a dönüşü iki yıl sonra, 1269/1852 yılı Rebîülevvel ayının on beşi Perşembe günü olmuştur
Âlûsî’nin İstanbul seyahati hem kendisi için, hem de ilim dünyası için önemli sonuçlara vesile olmuştur Bu seyahati sayesinde Bağdat’ta görüştüğü eski dostlarıyla dostluklarını tazelemiş ve baba dostlarıyla görüşmüştür İlim âlemine ise; “Ğarâibü’l-İğtirâb”, “Neşvetü’ş-Şümûl”, “Neşvetü’l-Müdâm” ve “Şehiyyü’n-Neğam fî Tercemet-i Şeyhi’l-İslâm Ârifi’l-Hikem” olmak üzere dört kıymetli eser kazandırmıştır
Hizmet ve İlmî Faaliyetleri
Küçük yaşından itibaren başlayan tahsil hayatı bir süreklilik arz etmiş ve Âlûsî genç yaşta müderris olmuştur Yirmi bir yaşına ulaştığında, Bağdat ulemâsının da toplandığı görkemli bir günde hocası Musullu Âlâeddîn Efendi’den icâzet almıştır
Numan Bacacı’nın medresesinde müderrislik, Emin Bacacı’nın yaptırdığı medrese ve camide hatip ve vaizlik yapmıştır Ayrıca “Merhum Hacı Molla Abdülfettah Mescidi”ndeki öğretim faaliyetleri yanında, “Mescid-i Kameriyye”, “Mescid-i Nefîse Hanım” ve “Mercan Camii”nde dersler vermeye devam etmiştir
Âlûsî, Abdülğani Cemil’in Bağdat Hanefî Müftülüğü zamanında “Fetvâ Emîni” olarak tayin edilmiş ve yine “Kâdiriyye Medresesi”nde müderris olarak göreve başlamıştır
Vezir Ali Rıza Paşa tarafından, Bağdat’ın önde gelen ilim adamları dışında başkalarına verilmeyen “Mercan Vakfı Mütevellisi” olmakla mükâfatlandırmıştır Ayrıca Sultan tarafından kendisine “Saltanat-ı Dâr-ı Aliyye Müderrisliği” unvanı verilmiştir Hicrî 1248 yılında Bağdat’ın Hanefî Müftüsü olmuştur
Âlûsî’nin, buraya kadar sıralamış olduğumuz hizmetlerine, yazmış olduğu eserlerini, yetiştirmiş olduğu talebelerini de kattığımızda adeta tüm ömrünü ilme vakfettiğini görürüz Ayrıca kendi neslini devam ettirecek olan her biri ilimle mücehhez beş erkek evladını ve bu çalışmayı yaparken kendi eserlerinden istifade ettiğimiz torunlarını da hesaba kattığımızda, Âlûsî’nin ilme olan hizmetleri tüm açıklığıyla gözler önüne serilmiş olur
Vefatı
Hayatını ilim öğrenme ve öğretmeye adamış olan Âlûsî, kısa fakat verimli bir ömür yaşamıştır 1270/1854 yılı, Zilkade ayının yirmi beşinci günü ruhunu teslim etmiştir Âlûsî’nin ölüm günü, cenazesine büyük bir kalabalık katılmıştır Ayrıca birçok İslâm ülkesinde de gıyabî cenaze namazı kılınmıştır Bağdat’ta Şeyh Ma’ruf el-Kerhî Kabristanlığı’na defnedilmiştir
Merhum, geride, Abdullah Behâüddîn, Adbülbâki Sadeddîn, Ebu’l-Berekât Numân Hayreddîn, Muhammed Hâmid, ve Ahmed Şâkir isimli beş erkek evlat bırakmıştır
B İLMÎ ŞAHSİYETİ
Âlûsî, çeşitli ilim dallarında eserler vermiştir Bilhassa ilmî kudret ve otoritesini “Rûhu’l-Meânî” adlı tefsirinde ortaya koymuştur
İlmî Kudreti
Âlûsî, Bağdat’ın yetiştirmiş olduğu büyük âlimlerden biridir Zekâ ve tefekkürdeki dehası ile tanınmaktadır Hafızasının kendisini hiç yanıltmadığı ve en zor meseleleri bile halledecek fikrî güce sahip olduğu elimize ulaşan bilgiler arasında yer almaktadır Kısa sürede Irak’ta ilimde alem olmuştur
Arap dilinin çeşitli sahalarında, tefsir, hadis, fıkıh ve usul bilgisi gibi naklî ilimlerde, mantık, felsefe, astronomi ve kelâm gibi aklî ilimlerde icâzetler almıştır
Birçok ilim dalında temayüz etmiş olan Âlûsî, çeşitli ilim dallarında eser vermeye muvaffak olmuştur Bilhassa ilmî kudret ve otoritesini “Rûhu’l-Meânî” adlı tefsirinde ortaya koymuştur Bu tefsir hakkında âlimler ve edipler övgü dolu sözler söylemişlerdir
Edebî Yönü
Âlûsî, ilmî kişiliği yanında, edip ve şâir bir zattır Özellikle nesri pek selis, tatlı bir üslûp ve âhenge sahiptir Yazıları yüksek Arap edebiyatçılarına mahsus bir fesâhat ve belâgati hâiz bulunmaktadır Bağdat Üniversitesi Arap dili bölümü profesörlerinden Mustafa Cevâd, Âlûsî’nin “Keşfu’t-Turra ani’l-Ğurra” adlı eserinden bahsederken, onun, Arap dilinde Harîrî’yi geçtiğini öne sürer O; cinas, istiare, teşbih gibi edebî güzelliklere önem vermiştir Bunu tefsiri başta olmak üzere bütün eserlerinde uygulayarak göstermiştir
İtikat ve Fıkıhta Mezhebi ve Tasavvufî Konulara Yaklaşımı
Âlûsî, ehl-i sünnet çizgisinin en önemli temsilcilerinden olup, yaşadığı dönemde ehl-i sünnet akidesini değişik eserleriyle müdafaa etmiştir Çocuklarına, en doğru ve en sağlam akide olduğu için, selef akidesine sarılmaları hususunda nasihatlerde bulunmuştur
Âlûsî, Şafiî mezhebine mensuptur Fıkıh ilminde büyük ihtisas sahibidir Fıkıh ilmindeki iktidarını göstermesi açısından Bağdat’ta Hanefî Müftülüğü görevini ifa etmesi yeterli ve canlı bir örnektir Şafii mezhebinden olmakla birlikte, birçok meselede Hanefî mezhebine tabi olmuş Bununla birlikte yer yer tercih ve içtihadlarda bulunduğu da olmuştur
Âlûsî, Nakşibendî tarikatına mensuptur Şeyh Hâlid Nakşibendî’den tasavvuf dersleri almıştır Çocuklarını da sofi ve mutasavvıflar hakkında hüsnü zanna teşvik etmiştir Yeri geldikçe tefsîrinde tasavvuf konularına da değinmiş; Şeyh Abülkâdir Geylânî, İbn Arabî, Gazâli, Cüneyd-i Bağdadî ve hocası Hâlid Nakşîbendî Hazretleri gibi büyük tasavvufçuların sözlerine yer vermiştir Tasavvufta öylesine derinleşmiş ve tasavvufla öylesine bütünleşmiştir ki, sofi ve mutasavvıfların görüşlerini özetleyerek naklederken, bazen okuyucu bu görüşlerin kendisine ait olduğunu zanneder
Muasırları Arasındaki İlmî Konumu
Âlûsî, ulema silsilesinden gelen bir ailenin evladı olarak Cenab-ı Allah’ın kendisine lutfettiği imkanları, iradesinin hakkını vererek çok güzel değerlendirmiş, yaşadığı dönemin en önemli âlimlerinden biri olmuştur Bunda çok güçlü bir hafıza, keskin bir zekâ, ilmî havayı daha küçük bir yaşta teneffüs etmesini sağlayacak bir aile ortamında dünyaya gelmesi büyük rol oynamıştır
Âlûsî, henüz gençlik yıllarında çeşitli medreselerde görev yapmış ve müderrislikte ön sıraları almıştır Yaşadığı çağda ilmî ve dînî en yüksek makam olan Bağdat Müftülüğü’ne atanmıştır Daha sonra Kur’ân-ı Kerim tefsiriyle meşgul olmuş ve telif ettiği bu tefsîri sayesinde İslâm âleminde tefsîr otoriteleri arasında ismi zikredilmiştir Ârif Hikmet başta olmak üzere asrının ilim adamlarının takdir ve tebciline mazhar olmuştur Vezir Ali Rıza Paşa’nın “Şâyet bu şahıs İstanbul’da olsa, şüphesiz Şeyhü’l-İslâm olurdu” sözü de kendisi hakkında söylenmiş övgü dolu sözler arasında yer almaktadır
Âlûsi, asrının allâmesi olarak kabul edilen “Reddü’l-Muhtâr ale’d-Dürri’l-Muhtâr” sahibi İbn Âbidin ve kendisinden önce Bağdat Müftüleri olan Abdülğani Cemil Efendi, Muhammed Said Efendi tarafından tasdik edilmiş ve onların hüsnü muamelelerine muhatap olmuştur
ESERLERİ
Gündüzleri öğretim ve fetva ile geçiren Âlûsî, gecenin belirli vakitlerini eser telifine ayırmıştır Birçok sahada eserler vermiş son derece velud bir ilim adamıdır
1 İlmî Eserleri
a) Havâşî Şerhi’l-Katr b) Keşfu’t-Turra ani’l-Ğurra c) el-Feydu’l-Vârid alâ Ravdi Mersiyeti Mevlânâ Halid d) et-Tırâzü’l-Müzehheb fî Şerhi Kasîdeti’l-Bâzi’l-Eşheb e) el-Harîdetü’l-Ğaybiyye fî Şerhi’l-Kasîdeti’l-Ayniyye f) Hâşiyetü Abdilmelik b İsâm fî İlmi’l-İstiâre g) et-Tibyân Şerhü’l-Burhân fî İtâati’s-Sultan h) el-Ecvibetü’l-İrâkıyye ale’l-Es’ileti’l-Lahoriyye ı) Süfretü’z-Zâd li Sefreti’l-Cihad i) el-Ecvibetü’l-İrâkıyye li’l-Es’ileti’l-Îrâniyye j) en-Nefehâtü’l-Kudsiyye fi’r-Reddi ale’l-İmâmiyye k) Nehcü’s-Selâme ilâ Mebâhisi’l-İmâme l) Şehiyyü’n-Neğam fî Tercemet-i Şeyhi’l-İslâm Ârifi’l-Hikem m) Rûhu’l-Meani
2 Edebî Eserleri
Alusi, edip ve şair bir zattır Yazıları yüksek Arap edebiyatçılarına mahsus özellikler taşımaktadır Onun edebi eserlerini şu şekilde sıralamamız mümkündür:
a) Neşvetü’ş-Şümûl fi’s-Seferi ilâ İslâmbûl b) Neşvetü’l-Müdâm fi’l-Avdi ilâ Medîneti’s-Selâm c) Ğarâibü’l-İğtirâb ve Nüzhetü’l-Elbâb d) Enbâü’l-Ebnâ bi Etyebi’l-Enbâ e) el-Ehvâl mine’l-Ahvâl f) Zecri’l-Mağrûr an Riczi’l-Ğurûr g) Sec’ül-Kumuriyye fî Rebi’l-Umeriyye
RÛHU’L-MEÂNÎ TEFSİRİ
Şüphesiz Âlûsî’nin en büyük eseri Rûhu’l-Meânî isimli tefsiridir Bu tefsiri kısaca ele almak faydalı olacaktır:
1 Tefsir’in Yazılması
a) Eserin Yazılması ve Bitirilişi
Âlûsî, tefsirinin mukaddimesinde, küçük yaşından itibaren Allah’ın kitabının sırlarını çözebilmek, ondaki garip lafızları anlamak, ondaki güzellikleri elde edebilmek için, çoğu zaman gece uykusundan fedakârlıkta bulunduğunu, ilim yolculuğuna çıktığını ve sürekli gayret sarf ettiğini anlatır Zamanını iyi değerlendirdiğini, Allah Teâlâ’nın da kendisini, Kur’ân-ı Kerim’in hakikatlerine vâkıf kılarak, o yüce Kitabın inceliklerini anlamaya muvaffak kılışını dile getirir Bir taraftan bu konudaki birikimini bir kitap halinde yazmak istediğini söylerken, diğer taraftan da tereddüdünü de dile getirir Bu tereddüdün h1252 yılı Recep ayının cuma gecesi gördüğü rüyaya kadar devam ettiğini belirtir Gördüğü rüyada, Allah Teâlâ’nın, kendisine yeri ve göğü kat’ etmesini ve ikisini enine boyuna bitiştirmesini, bir elini göğe, diğer elini suyun kaynağına indirmesini emrettiğini anlatır Gördüklerinin büyük bir şey olduğunu anlamış olarak uykusundan uyanır ve rüyasına bir yorum arar Araştırması neticesinde görür ki, bu rüya bir tefsir telif etmeye işarettir Böylelikle h1252 yılı Şaban ayının on altıncı gecesi, otuz dört yaşında iken tefsirini yazmaya başlar Tefsirini yazmaya başladığında II Mahmûd padişahtır Tamamladığı kısımları padişaha takdim ettiğini, eserin dördüncü cildini tamamladığında da II Mahmûd’un vefat ettiğini ifade eder Bunun üzerine Âlûsî, daha sonra yazdığı üç cildi, ilk dört cilt ile birlikte Abdülmecîd’e takdim etmiştir Daha sonra iki cilt daha yazarak, tefsirini h1267 yılında tamamlar Böylelikle on dört yıl yedi ay ve on bir gün süren bir çalışma sonunda Rûhu’l-Meânî vücuda gelir Tefsirin bu ilk nüshası, şu anda İstanbul Lâleli’deki “Râgıb Paşa Kütüphanesi”nde 185–193 numaralar ile kayıtlı bulunmaktadır.