Tasavvufta şariata aykırı gibi görünen bazı sözlerin anlaşılması

Sözlükte “hareket etmek, sarsılmak, taşmak” gibi anlamlara gelen şatah kelimesi, tasavvufta yatağı dar olan bir ırmağın sel ile kenarlarına taşması gibi sûfînin kalbinden taşan ilahi hakikatlerin izhar edilmesini ifade eder.[1] Tecelli ve feyz gelen velîlerden, bir takım şeriata uymaz gibi görünen sözler zuhur eder. Dıştan bakınca, bu sözlerin hiçbir manası yokmuş gibi görünür. Ancak, o sözler, sûfînin ruhani yükselişte ulaştığı farklı varlık alanı açısından ele alınınca anlaşmazlık durumu ortadan kalkar.[2]
Bu tür sözler, bazı sufîlerin vecd ve istiğrak gibi tasavvufî hallerin etkisiyle kendi iradeleri dışında, manasını düşünmeden söyledikleri ve dışarıdan bakıldığında da akla ve şeriata muhalif gibi görünen sözlerdir. İbn Haldun vecd halinde olan kimselerin maddi algılardan uzak olduğunu, bu halini ifade etmekte çok zorlanacağını, bu yüzden kastetmedikleri şeyleri söylediklerini, kendisinde olmayan kimselerin de söylediklerinden ve yaptıklarından sorumlu olmayacağını söyler. [3]
Mutasavvıfların Yaklaşımı
Şatahât ifade eden sözler söyleyen kimseler hakkında mutasavvıfların yaklaşımı temelde ikiye ayrılmaktadır. Birinci görüş, şatahâta sebep olan sekr halini, tasavvufi merhalelerde işin bidayetinde olanların düştüğü bir durum olarak değerlendirir. Yani bu görüşü benimseyenler “manevi makamı düşük olmasa sekr halinde onun ağzından bu kelimeler çıkmazdı” yaklaşımına sahiptirler.
Sühreverdî (kuddise sırruhu), “Şunu bilmek lazımdır ki; bazı büyüklerden nakledilen bu tür şeyler, kendilerinde sekr (manevi sarhoşluk) halinin kalmasından, sekir halinin çemberinde mahsur kalıp, işin başlangıcında sahv’ın (manevi uyanıklığın) geniş sahasına çıkmayışlarından kaynaklanmaktadır.” der ve şöyle devam eder: “Bununla birlikte sadıkların sözlerinde bir doğruluk yönü ve payı vardır diye düşünmelidir, bu tür şeyler onlara menevî halin galebesinden ileri gelmektedir; bu halde olan kimselerin sözlerine tahammül göstermelidir.”[4]
Cüneyd-i Bağdâdî Hazretlerine göre de şathiye, sâlikin nihayet değil, bidayet halinde görülür. Sâlik sülûkün nihayetine ve gayeye ulaşınca şathiyeler azalır. Ona göre Bâyezîd-i Bistâmî Hazretlerinin şathiyeleri, onun o sırada henüz sülûkünün başlangıcında olduğuna işaret eder.[5]
Bir diğer görüş ise şatahât ifade eden sözleri söyleyecek manevi hale, ancak yüksek makam sahibi kimselerin ulaşabileceği görüşüdür. “Benlikten sıyrılmıştık” diye özetleyebileceğimiz bu hali ikinci görüşün sahiplerinin izahı şöyledir: Her şeyden önce şatahât, sûfînin kendi benliği de dâhil bütün mâsivâdan uzaklaşma anlamında gaybet ve fena halinin eşiğinde söylenen ifadelerdir. Bu halde iken deneyimi yaşayan kişinin hislerine hâkim olan bir takım müşahede ve hakikatlerin, sıradan dil kalıplarıyla ifadesi hayli zordur, hatta kimi zaman imkânsızlaşır. Bu sebeple de sûfîler hallerini işaret veya sembollerle ifadeye yönelmişlerdir.[6]
En meşhur şathiyelerden birisi olan, Hallâc-ı Mansûr (ö.309/922)’un “Ene’l-Hakk: Ben Hakk’ım” sözü hakkında Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri “Mansur dedi ki; ‘Ben apaçık Hakkım.’ Bu cümleyi esas söyleyen Nasır’dır, ona tercüman olan ise Mansur”[7] derken, onu mazur gören Mevlânâ Celaleddin-i Rumi de tarafını şu sözüyle belli etmektedir:
“Ben Hakk’ım (ene’l-Hakk) sözünü sen söylemedin,
O’nun şarabının esintisi söyledi;
A Hoca Mansur, iş böyleyken neden darağacındasın?”[8]

Yine Mevlâna “sarhoşluk halinde söylenen sözleri daha tatlı ve daha neşeli” bulur. “Manevî sarhoşluğa gark olmadan söylediği sözleri tatsız-tuzsuz” olarak nitelendirir.[9]
Tasavvufun dini temellerine dair yazılan eserlerde, vecd, istiğrak ve şathiye için de birtakım istidlaller bulunmaya, bazı ayet ve hadislerin tevili ile yaşanan haller delillendirilmeye çalışılmıştır. Kur’an ve Sünnet’e uygun bir tasavvuf anlayışı ortaya koymak, tasavvufa yöneltilen itiraz ve tenkitleri cevaplandırmak, tanımladığı tasavvuf anlayışına uymayan aşırı mutasavvıfları reddetmek için yazılan ve kendinden önceki mutasavvıfların şathiyeleri de izah edilen, en kapsamlı ve sistematik eserlerden biri olan[10]el-Luma’nın sahibi Serrâc bazı rivayet ve tevillerden sonra şöyle demektedir: “Herhangi bir kimse kalkıp bütün ilimlere sahip olduğunu zannederek kendi fikriyle havâssın kelâmında hata aramaya, onları tekfir ve zındık olmakla itham etmeye kalkışmasın. Çünkü böyleleri havâssın hallerini yaşamaktan hakikat ve amel derecelerini tatmaktan uzak kimselerdir.”[11]
İmam Rabbânî Hazretlerinin Görüşü
İmam-ı Rabbânî Hazretleri de sufîlerin şeriata aykırı gibi görünen sözlerinin sebebini, içinde bulunduğu sekr hâline bağlamaktadır. Şatahatın belli ölçüye kadar mazur görülebileceğini, ancak manevi sarhoşluğa erişmeden bu tür davranışlara meyleden kimselerin mazur görülemeyeceği ve aslolanın sarhoşluk halinde dahi şeriate muhalif sözler söylememek olduğunu şöyle ifade eder:
“Bazı şeyhlerin, manevi geçginlik esnasında küfre övgü, bele zünnar bağlamaya teşvik ve buna benzer türden sarf ettikleri sözler dış manasına yorulmaz. Bunların hepsinin bir tevili vardır. Nitekim sarhoşların sözleri akla ilk gelen dış manasına çekilmeyip, yoruma tabi tutulurlar. Çünkü onlar geçginlik halinin kendilerini kaplaması nedeniyle bu sakıncalı şeyleri işleme konusunda mazurdurlar. Üstelik bu yolun büyüklerine göre hakikat makamında küfür sözleri söylemek, bu makamda İslâmî sözler söylemekten daha düşüktür. Ama şurası hem evliya hem de şeriat âlimleri nezdinde bir gerçektir ki, manevi sarhoşluğa kendini kaptırmayan kimseler, bu kimseleri taklit etmeleri durumunda mazur değildir. Çünkü her şeyin olgunluğa erdiği kendine has bir mevsimi vardır. Bu mevsimin dışında o şey çıkarsa bozuk olur. Akıllı kimse bunu diğeriyle kıyasa kalkışmaz.”[12]
İmam Rabbânî Hazretleri, sekr (sarhoşluk) halini sahv (uyanıklık) hali ile birlikte ele alır. Sekr haline ulaşmamış, uyanıklık (sahv) halini avamın durumu olarak görür. İmam-ı Rabbâni Hazretlerine göre aslolan makam sekr halini kapsayan bir sahv halidir. Bu hal için “elbetteki sekr halinden üstündür” der ve ardından şu tespitte bulunur:
“Sekr halinin sahibi mazurdur. Ancak tabi olmayı ve yerine getirilmeyi hak eden sahv makamının ilimleridir, yoksa sekr halinin ilimleri değildir.”[13]
Manevi sarhoşluk halinin bir neticesi olan anlaşılması güç ifadeler her hâlükârda, seyr-i sulük yolculuğuna çıkmış kimselerin yaşadığı bir haldir. O hali, onu yaşayanlardan gayrısının anlaması da pek mümkün değildir. Bazı makamlarda takılıp kalmış yahut manevi yolculuğunu ilerletmiş velilerin bu hali, ehlince makul ve mazur karşılanmıştır. Tüm bunlar manevi sarhoşluk hali (sekr) için geçerli iken, bu sarhoşluğu yaşamayan kimselerin, takliden bu hale bürünmeleri, zahiren küfrü mucip sözler söylemeleri onları mazur olmaktan çıkarır.
Öyle ya; Başkasının aşkıyla aşık olunmazmış!


 
Dipnotlar:
[1] Serrâc, el-Lüma’dan naklen, DİA
[2] Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi, İstanbul, 2009. s.595
[3] İbn Haldum, Mukaddime, çev. Halil Kendir, Ankara,2004, c.2, s.681
[4] Sühreverdî, Avârifü’l-Meârif, terc. Dilaver Selvi, Semerkand yay. İstanbul, 2010. s.306-307
[5] DİA, Şathiye maddesi
[6] Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu, “Şatahât İbarelerinin Anlaşılmasına Doğru: Metodik Bir Deneme”, İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, sayı: 17, s. 7-27.
[7] Erzurumlu İbrahim Hakkı, Ma’rifetnâme,Erkam Yayınları, İstanbul, 2013 c.2 s. 375.
[8] Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr (Abdulbaki Gölpınarlı), Kültür Bak. Yay. Eskişehir, 1992, c. VII. s. 69, b. 939.
[9] M. Mustafa Çakmaklıoğlu, Hallâc’ın “Ene’l-Hakk” Sözü Bağlamında Mevlânâ’nın Şatahât Yorumu” İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, sayı: 15,
[10] el-Lüma Maddesi, DİA
[11] Serrâc, El-Lüma, s. 375. Bkz: Necmeddin Şeker “Şatahat İfade Eden Söz ve Davranışların Dinî Temelleri”, 2012.
[12] İmam Rabbânî, Mektubât, Yasin Yayınevi (kelime anlamlı baskı), İstanbul, 2010, 23. Mektub, c.1, s.259
[13] İmam Rabbânî, Mektubât, Yasin Yayınevi (kelime anlamlı baskı), İstanbul, 2010, 95. Mektub, c.2, s.96

Salih Kartal – Müsellem.net

PAYLAŞ
Etiketler