Bediüzzaman Said-i Nursi'nin Risale-i Nur'da Ehl-i Sünnet Müdafaası
Risale-i Nur Külliyatında Ehl-i Sünnetin müdafa edildiği bazı parçaları aşağıda derc ediyoruz:
Hem, nakl-i sahih-i kati ile, ferman etmiş ki:
deyip, ümmeti yetmiş üç fırkaya inkısam edeceğini ve içinde fırka-i nâciye-i kâmile, Ehl-i Sünnet ve Cemaat olduğunu haber veriyor. Risale-i Nur Mektubat | On Dokuzuncu Mektup | 106
: Arz edilen eşya olduğu halde, zamirin esmaya rücuundan, ismin ayn-ı müsemma olduğuna kail olan Ehl-i Sünnetin mezhebine işarettir. İşaratül-İcaz | Melaikeye Îman ve İnsanın Yaratılışına Dair | 26
Kur’ân-ı Kerîmi tefsir eden bir allâmenin Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetine ittibâ etmiş olması ve Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebi üzere ilmiyle âmil olması ve âzamî bir zühd ve takvâ ve âzamî ihlâs ve dine hizmetinde âzamî sebat, âzamî sıdk ve sadâkat ve fedâkârlığa, âzamî iktisad ve kanaate mâlik olması şarttır. Sözler | Konferans | 706
Hem mâdem, bütün kuvvetiyle, Nur Talebeleri de îman ve İslâmiyete ehl-i Sünnet dairesinde hizmet için hayatlarını dahi çekinmeden veriyor ve süflî menfaat peşinde değildirler… Tarihçe-i Hayat | Sekizinci Kısım : Isparta Hayatı | 539
Sâir risalelerde cadde-i müstakîme-i Kur’âniye ve minhâc-ı kavîm-i Ehl-i Sünnet beyan edilmiştir. Lemalar | Dokuzuncu Lem’a | 85
…Halbuki medrese içinde daha kısa bir yol hakikatin envârına gittiğini ve ulûm-u imaniyede daha sâfi ve daha halis bir âb-ı hayat çeşmesi bulunduğunu ve amel ve ubudiyet ve tarikattan daha yüksek ve daha tatlı ve daha kuvvetli bir tarik-i velayet ilimde, hakaik-i imaniyede ve EHL-İ SÜNNETİN İLM-İ KELÂMINDA bulunmasını, Risale-i Nur, Kur’an-ı Mucizü’l-Beyânın mucize-i maneviyesiyle açmış, göstermiş; meydandadır. Lâhikası | Tahlil | 177
Geçen Ramazan-ı Şerifte, Ehl-i Sünnetin selamet ve necatı için edilen pek çok duaların şimdilik âşikâre kabulleri görünmemesine …Kastamonu Lâhikası 24
Ramazan-ı Şerifte bid’aların ref’ine Ehl-i Sünnet ve Cemaatin ekseriyetle hâlis duası bir şart ve bir sebeb-i mühim idi. Maalesef camilere Ramazan-ı Şerifte bid’alar girdiğinden, duaların kabulüne sed çekip ferec gelmedi. Lemalar | On Altıncı Lem´a | 155
Sevâd-ı âzama ittibâ edilmeli. Ekseriyete ve sevâd-ı âzama dayandığı zaman, lâkayd Emevîlik, en nihâyet Ehl-i Sünnet cemaatine girdi. Adetçe ekalliyette kalan salâbetli Alevîlik, en nihâyet az bir kısmı Râfizîliğe dayandı. Hutbe-i Şamiye | Hakikat Çekirdekleri | 131
O teşrihatı, muharref olan Tevrat ve İncil’de olduğu gibi kabul ederse, akide-i Ehl-i Sünnet ve Cemaatte olan mâsumiyet-i enbiyaya muhalefet oluyor. Kıssa-i Lût ve Davud Aleyhimesselâm, buna iki şahittir. Muhakemat | Dördüncü Mesele | 59
Cehennem yer altındadır. Fakat BİZ EHL-İ SÜNNET VE CEMAAT, kat’an ve yakînen yerini tayin edemeyiz. Lâkin zahir olan, tahtiyettir. Ve yeraltında olmasıdır. Muhakemat | Beşinci Mesele | 62
Üçüncü tabaka-i hayat: Hazret-i İdris ve İsâ Aleyhimesselâmın tabaka-i hayatlarıdır ki, beşeriyet levazımatından tecerrüdle, melek hayatı gibi bir hayata girerek nuranî bir letâfet kesb eder. Âdetâ beden-i misalî letâfetinde ve cesed-i necmî nuraniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semâvatta bulunurlar. Mektubat Birinci Mektup
Evet, her vakit semâvattan melâikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz’ eden (Hazret-i Cibril’in Dıhye suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misaliyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelâl, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmı, İsâ dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için, değil semâ-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsâ, belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden ceset giydirip dünyaya göndermek, o Hakîmin hikmetinden uzak değil. Belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için vaad etmiş ve vaad ettiği için elbette gönderecek. Mektubat On Beşinci Mektup
Ammâ mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat derler ki: “Cenâb-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur; nehyeder, sonra kabih olur.” Demek, emir ile, güzellik; nehiy ile, çirkinlik tahakkuk eder. Sözler | Yirmi Birinci Söz | 250
Hem ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaatin mezhebinde bir şeyin şer’an çirkinliği, pisliği, nehy-i İlâhî sebebiyledir. Mektubat | On Birinci Mektup | 43
Evet, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin sırat-ı müstakim üzerine olduğunu, ötekilerin ya ifrata veya tefrite maruz kaldıklarını ispat için, bazı münasebetlerin zikri lazımdır… İşaratül-İcaz | Hurûf-u Mukatta
Erkân-ı imaniyeden biri olan kadere tevilsiz İmân etmek lâzım olduğunu ve günah-ı kebîreyi işleyen mü’min kalabileceğini, fakat, şeytanların tahribatına karşı Cenab-ı Hakkın bin bir isminin tecellî etmekte olduğunu, Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak mezhebinden ayrılmamak ve Kur’ân’ın çetin ve metin kalesine girerek Sünnet-i Seniyenin muktezasına tevfik-i hareket eylemekle kurtulmaya muvaffak olunacağını…Barla Lâhikası | Yirmi Yedinci Mektubun Üçüncü Kısmı ve Üçüncü Zeylinin Nihayeti | 108
Yalnız, Cebrî gibi, sebebe ayrı, müsebbebe ayrı birer kader tasavvur etsen, veyahut Mûtezile gibi, kaderi inkâr etsen, Ehl-i Sünnet ve Cemaati bırakıp fırka-i dâlleye girersin. Öyle ise, BİZ ehl-i hak deriz ki, “Tüfek atmasaydı, ölmesi bizce meçhûl.” Cebrî der: “Atmasaydı yine ölecekti.” Mûtezile der: “Atmasaydı ölmeyecekti.” Sözler | Yirmi Altıncı Söz | 431
Biz Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat, Ehl-i İ’tizale karşı diyoruz ki: Abd, kesb denilen masdardan neş’et eden, hasıl-ı bilmasdar olan esere halık değildir. Abdin elinde ancak ve ancak kesb vardır. Zira Allah’tan başka müessir-i hakiki yoktur. Zaten tevhid de öyle ister. Sonra Ehl-i Cebre döner söyleriz ki: Abd, bir ağaç gibi bütün bütün ıztırar ve cebir altında değildir. Elinde küçük bir ihtiyar vardır. Çünkü Cenab-ı Hak hakimdir, cebir gibi zulümleri intaç eden şeylerden münezzehtir. İşaratül-İcaz | Hurûf-u Mukatta’ | 74
Enbiyâdan sonra, nev-i beşerin en efdali Sahabe olduğu Ehl-i Sünnet ve Cemaatin icmâı, bir hüccet-i kâtıadır. Sözler | Yirmi Yedinci Söz | 451
Âlem-i İslâmda Ehl-i Sünnet ve Cemaat denilen ehl-i hak ve istikamet fırka-i azîmesi, hakaik-i Kur’âniyeyi ve imaniyeyi, istikamet dairesinde, hüve hüvesine Sünnet-i Seniyyeye ittibâ ederek muhafaza etmişler. Ehl-i velâyetin ekseriyet-i mutlakası o daireden neş’et etmişler. Diğer bir kısım ehl-i velâyet, Ehl-i Sünnet ve Cemaatin bazı desâtirleri haricinde ve usullerine muhalif bir caddede görünmüş. İşte şu kısım ehl-i velâyete bakanlar iki şıkka ayrıldılar: Bir kısmı ise, Ehl-i Sünnetin usulüne muhalif oldukları için, velâyetlerini inkâr ettiler. Hattâ onlardan bir kısmının tekfirine kadar gittiler. Diğer kısım ki, onlara ittibâ edenlerdir. Onların velâyetlerini kabul ettikleri için derler ki, “Hak yalnız Ehl-i Sünnet ve Cemaatin mesleğine münhasır değil”; ehl-i bid’adan bir fırka teşkil ettiler, hattâ dalâlete kadar gittiler. Mektubat | Yirmi Altıncı Mektup | 328
Merdud olan sair Mutezile imamları, muhabbet-i haktan ziyade, Ehl-i Sünnetin yüksek düsturlarına kısa akılları yetişemediğinden ve geniş kavânin-i Ehl-i Sünnet onların dar fikirlerine yerleşmediğinden, inkâr ettiklerinden merduddurlar. Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektup | 437
Müseylime-i Kezzâbın fitnesiyle irtidâda yüz tutan Necid havâlisi, Hazret-i Ebû Bekir’in (r.a.) hilâfetinde, Hâlid lbni Velid’in kılıncıyla Ehl-i Sünnet ve Cemaate karşı bir iğbirâr, seciyelerine girmişti. Hâlis Müslüman oldukları halde, yine eskiden ecdadlarının yedikleri darbeyi unutmuyorlar. Nasıl ki ehl-i İran’ın, Hazret-i Ömer’in (r.a.) âdilâne darbesiyle devletleri mahv ve milletlerinin gururu kırıldığı için Şîalar Âl-i Beyt muhabbeti perdesi altında Hazret-i Ömer’e (r.a.) ve Hazret-i Ebû Bekir’e (r.a.) ve dolayısıyla Ehl-i Sünnet ve Cemaate dâimâ müntakimâne, fırsat buldukça tecâvüz etmişler. Mektubat | Yirmi Sekizinci Mektup | 353
Hem, ölmüş insanları zemmetmek, hiç lüzumu yok. Onlar, dar-ı ahirete, mahall-i cezaya gitmişler. Lüzumsuz, zararlı, onların kusurlarını beyan etmek, emrolunan muhabbet-i Al-i Beytin muktezası değildir ve lazım da değildir diye, Ehl-i Sünnet ve l-Cemaat, Sahabeler zamanındaki fitnelerden bahis açmayı menetmişler. Çünkü Vakıa-i Cemelde Aşere-i Mübeşşereden Zübeyir ve Talha ve Aişe-i Sıddika (r.a.) bulunmasıyla Ehl-i Sünnet Velcemaat, o harbi, içtihad neticesi deyip, “Hazret-i Ali (r.a.) haklı, öteki taraf haksız; fakat içtihad neticesi olduğu cihetle affedilir.”
Hem Vehhabilik damarı, hem müfrit Rafızilerin mezhepleri İslamiyete zarar vermesin diye, Sıffin Harbindeki bağilerden de bahis açmayı zararlı görüyorlar. Emirdağ Lâhikası 178
Ehl-i Sünnet ve Cemaat der ki: “Hazret-i Ali (r.a.) Hulefâ-i Erbaanın dördüncüsüdür. Hazret-i Sıddık (r.a.) daha efdaldir ve hilâfete daha müstehak idi ki, en evvel o geçti.” Şîalar derler ki: “Hak Hazret-i Ali’nin (r.a.) idi. Ona haksızlık edildi. Umumundan en efdal Hazret-i Ali’dir (r.a.).” Dâvâlarına getirdikleri delillerin hülâsası: Derler ki, Hazret-i Ali (r.a.) hakkında vârid ehâdis-i Nebeviye ve Hazret-i Ali’nin (r.a.) “Şah-ı Velâyet” ünvanıyla, ekseriyet-i mutlaka ile evliyanın ve tariklerin mercii ve ilim ve şecaat ve ibadette harikulâde sıfatları ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ona ve ondan teselsül eden Âl-i Beyte karşı şiddet-i alâkası gösteriyor ki, en efdal odur. Daima hilâfet onun hakkı idi, ondan gasp edildi. Elcevap: Hazret-i Ali (r.a.) mükerreren, kendi ikrarı ve yirmi seneden ziyade o hulefâ-i selâseye ittibâ ederek onların şeyhülislâmlığı makamında bulunması, Şîaların bu dâvâlarını cerh ediyor. Hem hulefâ-i selâsenin zaman-ı hilâfetlerinde fütuhat-ı İslâmiye ve mücahede-i a’dâ hadiseleri ve Hazret-i Ali’nin (r.a.) zamanındaki vakıalar, yine hilâfet-i İslâmiye noktasında Şîaların dâvâlarını cerh ediyor. Demek Ehl-i Sünnet ve Cemaatin dâvâsı haktır…
…Ehl-i Sünnet ve Cemaate karşı Şîa-i Velâyetin hakkı yoktur ki, Ehl-i Sünneti tenkit etsin. Çünkü Ehl-i Sünnet, Hazret-i Ali’yi (r.a.) tenkis etmedikleri gibi, ciddî severler. Fakat hadisçe tehlikeli sayılan ifrat-ı muhabbetten çekiniyorlar. Hadisçe Hazret-i Ali’nin (r.a.) şîası hakkındaki senâ-yı Nebevî, Ehl-i Sünnete aittir. Çünkü istikametli muhabbetle Hazret-i Ali’nin (r.a.) şîaları, ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaattir. Hazret-i İsâ Aleyhisselâm hakkındaki ifrat-ı muhabbet Nasârâ için tehlikeli olduğu gibi, Hazret-i Ali (r.a.) hakkında da o tarzda ifrat-ı muhabbet, hadis-i sahihte, tehlikeli olduğu tasrih edilmiş.
…Amma Şîa-i Hilâfet ise, Ehl-i Sünnet ve Cemaate karşı mahcubiyetinden başka hiçbir hakları yoktur. Çünkü bunlar Hazret-i Ali’yi (r.a.) fevkalâde sevmek dâvâsında oldukları halde tenkis ediyorlar ve sû-i ahlâkta bulunduğunu onların mezhepleri iktiza ediyor. Çünkü diyorlar ki, “Hazret-i Sıddık ile Hazret-i Ömer (r.a.) haksız oldukları halde, Hazret-i Ali (r.a.) onlara mümâşât etmiş, Şîa ıstılahınca takiyye etmiş, yani onlardan korkmuş, riyâkârlık etmiş.” Acaba böyle kahraman-ı İslâm ve “Esedullah” ünvanını kazanan ve sıddıkların kumandanı ve rehberi olan bir zâtı riyâkâr ve korkaklıkla ve sevmediği zatlara tasannukârâne muhabbet göstermekle ve yirmi seneden ziyade havf altında mümâşât etmekle, haksızlara tebaiyeti kabul etmekle muttasıf görmek, ona muhabbet değildir. O çeşit muhabbetten Hazret-i Ali (r.a.) teberrî eder. İşte, ehl-i hakkın mezhebi hiçbir cihetle Hazret-i Ali’yi (r.a.) tenkis etmez, sû-i ahlâk ile itham etmez, öyle bir harika-i şecaate korkaklık isnad etmez ve derler ki: “Hazret-i Ali (r.a.) Hulefâ-i Râşidîni hak görmeseydi, bir dakika tanımaz ve itaat etmezdi. Demek ki, onları haklı ve râcih gördüğü için, gayret ve şecaatini hakperestlik yoluna teslim etmiş.” Lemalar | Dördüncü Lem´a | 28
İşte şimdi gizli münafıklar, Vehhabilik damarıyla en ziyade İslamiyeti ve hakikat-i Kur’âniyeyi muhafazaya memur ve mükellef olan bir kısım hocaları elde edip, ehl-i hakikati Alevilikle itham etmekle birbiri aleyhinde istimal ederek dehşetli bir darbeyi İslamiyete vurmaya çalışanlar meydanda geziyorlar. Sen de bir parçasını mektubunda yazıyorsun. Hatta sen de biliyorsun; benim ve Risale-i Nur’un aleyhinde istimal edilen en tesirli vasıtayı hocalardan bulmuşlar.
Şimdi Haremeyn-i Şerifeyne hükmeden Vehhabiler ve meşhur, dehşetli dahilerden İbnü t-Teymiye ve İbnü l-Kayyim-i Cevzi nin pek acip ve cazibedar eserleri İstanbul da çoktan beri hocaların eline geçmesiyle, hususan evliyalar aleyhinde ve bir derece bid alara müsaadekar meşreplerini kendilerine perde yapmak isteyen, bid alara bulaşmış bir kısım hocalar, sizin, muhabbet-i Al-i Beytten gelen ve şimdi izharı lazım olmayan içtihadınızı vesile ederek hem sana, hem Nur şakirtlerine darbe vurabilirler. Emirdağ Lâhikası 178
İnşaallah, Vehhâbîlerin tahribatını tamire sebep oldukları gibi, Ehl-i Sünnet ve Cemaatten Zeydîlerin inhirafları dahi istikamet kesb edip, Ehl-i Sünnete iltihak edip imtizaç edecekler. Bu âhirzaman çok çalkalanıyor; bu fitne-i âhirzaman acip şeyler doğuracağını ihsas ediyor. Barla Lâhikası | Yirmi Sekizinci Mektubun Sekizinci Meselesinin Üçüncü Nüktesi
Meşrûtiyet-i ilmiye hakkıyla teessüs etse, meyl-i taharri-i hakîkatin imdâdıyla, fünûn-u sâdıkanın muâvenetiyle, insafın yardımıyla şu firâk-ı dâlle Ehl-i Sünnet ve Cemaate dahil olacakları kaviyyen me’mûldür. Münazarat | İfâde-i Merâm ve Uzunca Bir Mâzeret | 32