İŞTE “O” BÖYLE BİR HOCAYDI
Hakikat namına ne varsa etrafında örgüleşen sahtelik şaibelerinin onları perdelediği bir zamanda “ihkaku’l hak” gibi ulvi vazifenin yiğit bir eriydi o…
Bütün isteklerin eşyaya çevrildiği, teveccüh kıblelerinin kadınlar haline dönüştüğü ve paranın din haline getirildiği bir zaman diliminde, bütün bunlardan uzak kalarak hayatını Ebu Zer’ce yaşamayı tercih eden hakiki bir mü’mindi.
Her ümmet için bir fitne bulunduğu ve bu ümmetin fitnesinin mal olduğu şeklindeki Nebevi haberin vurguladığı muhtevayı içselleştirip, amel sahasına dökmek suretiyle yaşadığımız asır açısından olmazları olduran bir zahitti.
Zalim hükümdara karşı hakkı söylemenin en büyük ibadet olacağını haber veren Nebi (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’in davasının bir neferi olarak, Kavanin-i İslamiyye’nin icrasına en büyük engel teşkil eden beşeri sistemlerin hasm-ı bîamanıydı…
Allah Resulüne olan muhabbetiyle, Allah Resulu’nden ayrı kaldığını tahayyül etmesinin dahi kendisini adeta sararıp solmuş ve hazana dönmüş bir yaprak haline çevirdiği Sevban(RadıyallahuAnh)’ın aşkını bulunduğu çağa taşımıştı.
“Müslümanların ortak derdiyle dertlenmemenin onların safı dışında kalmak” âlim ve hoca olmanın “Varis-i Enbiya” mevkiinde olmak anlamına geldiğini iyi bilen ve bunun muktezasınca derdini aksiyon sahasında ibraz eden Asrının Ömer İbn Hattabıydı…
İslâm’ın ilk emrinin “Oku!” olduğuna vurgu yapmakla birlikte, şahsi hayatında ilmi her zaman “Hava ve su” gibi zaruriyattan telakki eden ve bu uğurda akla gelmeyecek her türlü fedakârlığı yapmaktan imtina etmeyen zamanının Ebu Hureyre’siydi…
Tetebbuatı geniş olmakla birlikte, üstadı tarafından “Ayaklı kütüphane” şeklinde tavsif edilmiş ve zihinlerde gâmiz/kapalı kalan meseleler için bulunması zor bir “Hallâlu’l-Meşakil” idi…
İlmin “mukaddes kaidelerin papağanvâri ezberciliği”anlamına gelmediği noktasına vurgu yapan, sırası gelince okuduğu ilmin fikrî sahada muhakemesini iyi yapabilen ve bu yönüyle de “Hacet kapısı” olarak müşarun ileyh olacak bir fikir adamıydı.
Çeşitli vesilelerle yaptığı sohbetler ve mütemadiyen okuduğu Haftalık Mektûbatlarda daimi olarak “Selef-i Salihin ve Sûfî’lerin insanlara karşı muameleleri, ba husus tevazu ve yaşam tarzlarındaki sadeliklerini kâl ile izahtan sonra günlük yaşamında bunları haliyle de izhar eden ber hayat bir Şa’raniydi…’’
Canı ve kanının son damlası pahasına yola çıktığı davasında, en ufak bir yalpaya ve gevşekliğe mahal vermeden tamamladığı ömründe, alınabilecek birçok örnek ve numuneler vardı.
Her zaman en doğruyu en doğru biçimde söyleme şeklindeki tavrından dolayı muhtelif zamanlarda aldığı tehditlere karşı edindiği zırhını, şehadet şerbetini içerek Rabbine kavuşmasına mani gördüğü için takmama şeklindeki “Zeyd İbn Hattab’ı hatırlatan üstün cesareti, yahud şehadetinden sonra cebinden çıkan “İ.E.T.T.” bileti ve bir riyali ile “”Ebu Zer el- Gıfari’ yi akla getiren had safhadaki zühdü ve sadeliği belki bunlardan bir iki tanesiydi.
Sözün özü, materyalizm tarzı akımların aşındırdığı olayların metafizik boyutlarını tahlille meşgul olan, kadim eserlerde okuduğu menakıbde anlatılan güzellikleri muşahhaslaştıramamış ve hayal hazinesinde hapsetmişlerin “acaba zamanımızda böyleleri var mıdır? Şeklindeki mevhum sorularının “İşte size Bayram Hoca” cevabı olabilecek nadide bir şahsiyetti…
Ömer Faruk Korkmaz