Ruh nedir? Nasıl bir varlıktır?
Yüce Allah buyuruyor:
Hani Rabbin meleklere buyurmuştu ki: Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Onun yaratılışını (organlarını) tam düzenlediğim ve (emrimdeki) ruhumdan ona üflediğim (hayat verdiğim) zaman, onun için derhal secde (saygı) yapın. (Sâd, 71-72)
Çamurun özünden yani oksijen, karbon, azot, hidrojen, kalsiyum, potasyum, fosfor, sodyum, klor, kükürt, magnezyum ve demir gibi elementlerden yaratılan, iç ve dış organları ile dolaşım, solunum, sindirim ve sinir sistemleri düzenlenen Hz. Âdem’in ruhsuz bedeni kuru bir çamur yığını halinde yerde yatıyordu.
Allah (Celle Celaluhu) Hz. Âdem’in kupkuru çamur yığını halindeki cansız bedenine
ilâhî bir sır ve hayatın kaynağı olan emrindeki ruhtan üfleyince, yani cansız bedeni ruh ile birleşince, Düğmesine basılan tam otomatik bir makinenin çarkları gibi tüm organları ve tüm sistemleri derhal çalışmaya başladı ve Hz. Âdem ilk insan
olarak evrendeki saygın varlıklar arasına katıldı. Hz. Âdem kupkuru bir çamur yığını halinde yerde yatarken, henüz insan bile değildi ve mânevî açıdan da hiçbir değeri yoktu. Bu nedenle Allah (Celle Celaluhu) akıllı ve bilinçli varlıklar olan melekleri, Hz. Âdem’in kuru çamur yığını halindeki ruhsuz bedenine değil, “(Emrimdeki) ruhumdan ona üflediğim (hayat verdiğim) zaman, onun için derhal secde (saygı) yapın” buyurarak, gerçek ve kalıcı kişiliği olan ruhuna secde ettirdi.
İşte insanın gerçek kalıtsal kişiliği, saygınlığı, akıllı ve bilinçli bir varlık olması ve bunların da ötesinde o güzelim cennete aday ve Cemâlullah’a tâlip olması, sadece ruhsal kişiliğine bağlıdır.
Ya ruh bedenden tekrar ayrılınca!
Ruh bedenden ayrıldığı an ölüm dediğimiz olay gerçekleşir, insanın dünya hayatı sona erer ve mâkamı, mevkii ne olursa olsun adı cenaze olur. Sonra çürüme olayı başlar ve insanın bedeni tekrar aslına, yani oksijen, karbon, azot, hidrojen, kalsiyum, potasyum, fosfor, sodyum, kükürt, klor, demir ve magnezyum gibi elementlere dönüşür.
Ancak ilâhî bir sır olan ve niteliği bilinmeyen ruh, ölümsüz olduğundan bedenin ölümü ile ölmez ve bedenin çürümesi ile çürümez. Dünyadaki inanç ve yaşantısı doğrultusunda ya cennet bahçesine dönüşen kabrinde huzur içinde yatar ya da cehennem çukuruna dönüşen kabrinde hak ettiği azabı çeker.
Peki, ruh nedir?
Yüce Allah buyuruyor:
(Ya Muhammed!) Sana ruhtan soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin (ol) emrindendir ve size (ruh konusunda) ancak “az” ilim verilmiştir. (İsrâ, 85)
Mekke müşriklerinin ruh ile ilgili soruları üzerine Allah (c.c.), Ruhun “Emr-i Rabbânî” yani ilâhî bir emir olduğunu ve bu nedenle insanlara bu konuda az ilim (bilgi) verildiğini bildirdi.
İnsanlar ilk çağlardan beri bedensel yapımızı oluşturan bilinçsiz et, kan ve kemik yığınlarının ötesinde, hayat kaynağı olan ve adına “ruh” denilen bir gücün varlığını sezmişler ve hatta farklı dönemlerde yaşayan bilim adamları bu konuda araştırmalar da yapmışlar ama…
Sadece zanna (varsayıma) dayanan görüşleri Allah’ın (Celle Celaluhu) koymuş olduğu az sınırını aşamadığı için ruh konusundaki bilgileri az ile sınırlı kalmış ve daha ileri gidememişlerdir.
Çağımıza gelince!..
Çağımızda üstün teknoloji ile donatılmış modern laboratuvarlarda hüc189 releri, hücrelerin iç yapısını, çekirdeğini ve çekirdeğindeki kromozomları, genleri ve DNA moleküllerini didik didik araştıran bilim adamları, Melekler gibi madde ötesi olan ruhu, görüntülü cihazlarında izleyemedikleri için az sınırını aşamadılar ve hatta mânevî açıdan yeteneksiz olduklarından, eski çağların da gerisinde kaldılar.
Diğer yandan ilk çağlardan beri ruh konusunda sadece varsayıma ya da efsâne, hurâfe, hayal ve hikâyelere dayanan asılsız görüşler de ortaya atılmış ve bazı sapıklar daha da ileri giderek ruhları çağırdıklarını ve onlarla görüştüklerini ileri sürmüş ve insanların kafasını karıştırmışlardır.
Ruh konusunu en iyi bilenler kimlerdir?
Başta peygamberler olmak üzere nefsini aşan ve ruhsal mâkama ulaşan büyük evliyaların ruh konusundaki bilgileri, gerçi Allah’ın (c.c.) ilmine oranla az kapsamında olsa da!
Ruh-nefis çatışmasında ruhsal üstünlüğü sağlamayı başaranların, sürekli zikir ile keşifleri (kalp gözleri) açılanların ve ruhsal varlıklara daha yakın olanların ruh konusundaki bilgileri, hiç kuşkusuz bizim bilgilerimiz ile kıyaslanamayacak boyutlardadır.
İşte keşfi açık evliyalar tasavvuf kitaplarında ve ehli sünnet âlimleri akâid kitaplarında ruh konusunda genel olarak Huve, Cevherun, Basiytun ve Mücerredün demişler ve bunların açıklamalarını ayrıntılı bir şekilde yapmışlardır. Bu açıklamaları kısaca özetlediğimizde!..
1- Huve: Gâib zamiridir ve “o” yani ruh demektir.
2- Cevherun: Madde ve madde ötesi bütün varlıklar ya cevher ya da arazdır. Cevher; başka varlıklara bağımlı olmadan, kendi varlığını kendi kendine sürdürebilen madde ve madde ötesi tüm varlıklara cevher denir.
Araz; kendi varlığını, kendi kendine sürdüremeyen ve başka varlıklara bağımlı olan renk, koku ve tat gibi özelliklere araz denir.
Ehli sünnet inancına göre RUH cevherdir. Çünkü ruhun varlığını sürdürebilmesi, Hallâk-ı âlem olan (bütün âlemleri yaratan) Allah’tan (c.c.) başka hiçbir varlığa ve dolayısıyla beden denilen et ve kemik yığınına kesinlikle bağlı ve bağımlı değildir. Bu nedenle bedenler ölüp çürüse ve dağılıp aslına yani toprak maddelerine dönüşse de insanın aslı, gerçek ve kalıtsal kişiliği olan ruhlar aynı halde kalır ve berzah âleminde varlığını sürdürür.
3- Basiytun: Mürekkebin (bileşiğin) karşıtı olan cism-i basiyt (saf cisim)
demektir.
Katı, sıvı ve gaz halindeki atomlarla ısının (güneş enerjisinin), geçici kimyasal birleşiminden yaratılan bedensel yapımızın, ölmesi ve ölünce çürüyüp dağılması ve tekrar aslına yani katı, sıvı ve gaz halindeki atomlara dönüşmesi, ne derece doğal ve hatta zorunlu ise!.. Cism-i basiyt (saf cisim) olan ruhumuzun da ölümsüz olması, aynı halde kalması ve çürüyüp dağılmaması da aynı derecede doğal ve hatta zorunludur.
4- Mücerredün: Maddeden arınmış, madde ötesi bir varlık demektir. Melekler gibi madde ötesi bir varlık olan ruhumuz, madde ötesi âlemlerdeki kanun ve kurallara tâbi olduğundan, doğal olarak bedenlerimiz gibi madde âlemindeki denge, düzen, çekim, kimya, fizik ve biyoloji gibi fıtrat kanunlarına tâbi ve bağımlı değildir.
Madde âlemindeki Kevnü’l-fesad (oluşma-bozulma) kanunlarına tâbi olan bedenlerimiz, sürekli değişim sürecinden geçerken, aslımız ve kalıtsal kişiliğimiz olan ruhumuzda hiçbir değişiklik olmaz, hatta kanımız, böbreğimiz va kalbimiz değişse de gerçek kimliğimiz değişmez.
Ölüm meleği Azrâil ruhla bedenimizi birbirinden ayırdığı, et ve kemik yığınına dönüşen ruhsuz bedenimiz cenaze adını aldığı ve o güzelim bedenimiz yer altında kokuşup, çürümeye başladığı ve korkunç bir görüntüye dönüştüğü zaman,
Ruhumuz, evi yıkılan ve malı, mülkü dağılıp yapayalnız kalan bir garip gibi bunları izler, geçici dünya hayatına aldanmışsa ah diye şoka girer, sonra dünyadaki inanç ve yaşantısı doğrultusunda, Ya cennet bahçesine dönüşen kabrinde, mânevî feyizler ve ruhsal zevklerle ya da cehennem çukuruna dönüşen kabrinde çeşitli azaplarla kıyâmetin kopmasını bekler.
www.ihvanlar.net – Ahmet Tomor Hocaefendi