Hadis-i Şeriflere neden güvenmeliyiz

   Hadis-i Şeriflerin varlığını inkar edenler sınıf sınıftır.
– Sadece Kur’an diyerek hadisleri kabul etmeyen, hadislerin ayetlerle birlikte zikredildiği zaman Allah’a şirk koşmak olduğunu söyleyen, hadislerin uydurma olduğunu iddia eden ilimden, İslam tarihinden, Kur’an ve sünnet bütünlüğünden kopuk düşünce türleri var.
   Bunların hepsi yeni bir din uydurmak için hadis-i şerifleri reddetmek zorunda. Peygambere bakılınca, hadisler göz önüne alınınca kendilerine hareket alanı kalmadığından dolayı hadisleri inkar ediyorlar.
   Biz HADİS VE SÜNNETE UYMANIN ZORUNLULUĞUNU Allah ve Resulünü ayıranların Kur’an’ı inkar ettiklerinden dolayı küfre düşeceklerini ayetlerle ortaya koyduğumuz zaman (BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ) bu sefer “asırlar sonra yazılmış hadislere nasıl güveneceğiz” diyerek hadislerin kaynağını inkar etme yoluna kaçıyorlar.

HADİSLERE NEDEN GÜVENMELİYİZ?

   Bu meseleyi hadis usulü okuyan her talebe bilir. Biz sizler için kısa başlıklar halinde özetleyerek izah etmeye çalışalım.
1- HADİSLER DOLAYLI YOLDAN KORUNMUŞTUR
   Allahu Teala “Kur’an-ı biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz” buyururken bir incelik gözlerden kaçıyor. Bu ayette direkt olarak “Kur’an” buyrulmuyor. “Kur’an” yerine “zikir” ifadesi geçiyor.
   Nahl Suresi 44. Ayette ise Kur’an-ın açıklama yetkisinin Peygamberimize verildiği buyrulurken de Kur’an yerine “zikir” ifadesi geçiyor.
   Zikri açıklaman için, Zikri biz koruyacağız”
   Burada çok derin bir mana var.
   Rabbimiz iki önemli hususu belirtirken aynı ifadeyi kullanıyor. Peki neden?
   Çünkü korunacak bir şeyin şayet açıklanması emredilmişse o açıklamaların da korunmuş olması gerekmektedir. Yoksa açıklanmasının emredilmesinin ne manası kalır?
    Dolayısıyla burada ayetler nasıl Rabbimiz tarafından direkt korunduysa o ayetlerin yaşntıya dökülmüş hali olan hadis ve sünnet de dolaylı yoldan korunmuştur.
   Nahl Suresi 44. Ayette açıklama görevinin Peygamberimize verildiği, Necm 3. Ayette O’nun kendi hevasından konuşmayacağı bildiriliyor.
   Diğer bir husus bu tezi güçlendirmektedir;
   Bütün bunların yanında Resulüllah’a itaat edilmesi, O’nun hükmüne razı olunması, O bir şeye hükmettiği zaman Müslümanların o hükme uymaktan başka seçme hakkının olmadığı gibi ayetler de mevcut.
   Kur’an-ı Kerimi açıklayan “Resul” ün açıklamaları ve hükümleri sadece o döneme mi ait? Şayet “o döneme ait” derseniz Kur’an’ın son kitap olduğunu ve kıyamete kadar hükmünün geçerli olduğunu inkâr etmiş olursunuz ki, küfrünüze işarettir. Sizinle tartışmaya bile gerek yoktur.
   Şayet “kıyamete kadar geçerli” derseniz o halde Allahu Teala “korunamayacak” bir şeye bizi itaate, ittibaya, uymaya, isyan etmemeye, razı olmaya çağırır mıydı?
  Demek ki, Kur’an-ı Kerimin açıklaması, uygulaması olan Resul’ün hükümleri de korunmuş olmak zorunda.
   Peki, nasıl korundu? Aşağıda da bu konu işleniyor.
2- HADİSLERİN YAZILMA TARİHİ RESULÜLLAHA YAKIN
    Öncelikle şunu söylemekte fayda var. Hadisler sistematik bir şekilde araştırılıp yazılmadan önce mütalaa ve müzakere yoluyla zaten birbirine aktarılıyordu. Yani inkârcıların iddia ettiği gibi sanki o günlere kadar hadis diye bir şey yokmuş da sonradan uydurmuşlar gibi bir şey yok, bu saçma bir iddiadır. Hadis-i Şerifleri notlar halinde bulunduranlar varsa da ekseri olarak hadisleri ders verme verme, mutala ve icazet yoluyla aktarılırdı.
   Hadis naklinde sıralama şöyle olmuştur:
(Hicri 1-110 Sahabe> 110-180 Tabiin>180-220 Tebe-i Tabiin> 220-260 Etbâu etbâı-tabiin> 260-300 etbâu etbâı etbâ-ı-tabiin
   Hadislerin yazılmasında tedvininde ilk üç neslin büyük önemi vardır.
   EN ÇOK HADİS NAKLEDEN SABAELERİ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
   Peygamberimiz zamanında iman etmiş ama O’nu görememiş olanlara ve Sahabeleri görenlere Tabiin denir. Tabiin neslinden Said b. Müseyyeb, Ubeydullah b. Utbe, Urve b. Zübeyr, Ebubekir b. Abdurrahman, Harice b. Zeyd, Süleyman b. Yesar, Kasım b. Muhammed b. Ebi Bekir, Medineli 7 fakih olarak tanınmaktadır. İbrahim en-Nehaî, Salim b. Abdullah, Muhammed b. Sirin, Hasan-ı Basri, İbn Ömer’in azatlısı Nafi, İbn Şihab ez-Zühri de tabiin neslinden hadis ilmine hizmetleriyle tanınan alimlerdir.
   Tebe-i Tabiin; tabilerden sonra gelenlerdir. İlmi açıdan onlardan ders alanları kasdetmiş oluyoruz. Önemli bir kısmı sahabe torunu veya tabii çocuğudur.
   Tebe-i Tabiin nesli; tabiiler döneminde başlatılan yazılı rivayet, isnad faaliyeti, ravilerin tenkidi alanlarında konulmuş kuralları ve terimleri geliştirerek devam ettirdiler. Başta Ma’mer b. Raşid’in Cami eseri, İmam Malik’in Muvattaı olmak üzere bir kısmı günümüze kadar ulaşan bir çok hadis eserinin tasnifini gerçekleştiren nesildir. İbn Cüreyc, Said b. Ebi Arûbe, Reb’ b. Subeyh, Süfyan es-Sevri, Hammad b. Seleme, Abdullah b. Mubarek, Cerir b. Abdülhamid, Velid b. Müslim ve Süfyan b. Uyeyne hadis eseri telif ettiği kaynaklarda geçen tebe-i tabiin alimleridir.
   Halife Ömer b. Abdülaziz’in Medine valisi Ebubekir b. Muhammed b. Hazm’a gönderdiği talimatla resmi tedvin işlemini başlatmasıyla birlikte yazılı hadis metinlerinin çoğalmıştır. Hicri ikinci asrın ilk yarısında tedvin işi öyle yaygınlaşmıştı ki hemen her muhaddisin bir konuda hadis cüzü bulunmaktaydı.
   Yani zaten şifahi olarak nakledilen hadisler 2. Asırdan itibaren yazılı olarak nakledilmeye başlamıştı.
   Hadis-i şeriflerin yazım aşamasına alınması ile Peygamberimiz’den ve hadis alan sahabesi arasında çok kısa bir zaman olması hadislerin önemini artırmaktadır. Bir çok hadis-i şerifte âli isnat dediğimiz şekilde hadis-i nakleden ile Resulüllah arasında 3 ravi vardır. Bazılarında 5 ravi vardır.
   Yani biz 1400 yıl sonra ancak bize aktarılan kadarıyla bir hadisin sıhhatini araştırıyoruz. Bize ne kadar zor ise onlar için de o kadar kolaydır.
   Şunu da ekleyelim, hadislerin resmi olarak yazılmaya başlamasıyla birlikte ehil olmayanlarda işin içine girmeye başlamışlardır. Onlar hadisi ravisinden değil de sayfalardan almaktaydılar. İşte hadis alimleri bu tehlikenin farkına varmış ve bir çok alt konu barındıran “Semâ ve Kıraat, İcazet, Münavele ve Mükatebe, İ’lam, Vasiyyet ve Vicade,” gibi tedbirler almıştır.
3- TAKVA ÜST SEVİYEDE
   Peygamberimizin nuru daha sıcaklığını koruduğu o devirde İslam şeriatı tatbik edilmekle birlikte takva  zirvedeydi.
   Şuan sözde “dini korumak” adına hadis düşmanlığı yapılıyor ya, onlar bu dini korumak için daha hassastılar.
   Yani kısacası onlar İslamın, Kur’an’ın, Sünnetin, Şeriatın tam manasıyla yaşanması için mücadele edildiği bir zaman diliminde mücadele ediyorlardı.
   Onlar kendilerine İslamdan taviz verilmesi için baskı yapıldığı zaman zindanlarda işkenceler altında can vermeyi tercih ediyorlardı da taviz vermiyorlardı.
4- SON DERECE TİTİZLİK
   3. maddeye paralel olarak hadis alımında ve aktarımında da müthiş bir titizlik örneği göstermişler. Mesela hadis nakleden kişiye kimden aldığını soruyorlar şayet hadisi aldığı kişi hayatta ise kilometrelerce yolu o günün şartlarıyla kat ederek rivayet edilen hadisi yaşayan en yakın tanığından almak için sefere çıkmışlar.
   Ve herkesten hadis nakletmemişler, her aldıkları hadisi de kitaplarına koymamışlar. Rivayetlerin tümünü şartlarına göre eleye eleye öyle bir eser koymuşlar ki ortaya işte o yüzden ismi “sahih” olmuş.
5- HADİS HAFIZLIĞI, HAFIZA ve İCAZET
   Kur’an-ı Kerim nasıl korundu? Hafızlık yapısı ile değil mi? Hiçbir dinde olamayan “hafızlık” müessesesi ile. İşte hadisler de aynı yöntemle korunmuştur.
   O dönemde hafızalar bu gün gibi körelmiş değildi. Hafızayı körelten bunca boş iş ve meşgale yoktu. Yıllar sonra bile İmam-ı Şafi’nin okuduğu satırı ezberleyebilmesi, İmam-ı Muhammed’in bir hafta hafız olması meşhurdur.
   Ancak yine de herkes hadis nakletmez, erbabına bırakırlardı. Aynen Kur’an hafızları olduğu gibi hadis hafızları da vardı. Kur’an nasıl hafızlık müessesiyle korunmuş ise hadislerin korunma şekillerinden en mühimi hadis hafızlığıdır.
   Hadis hafızlığı daha zor bir daldı. Çünkü hadis hafızı yüzbinlerce hadisi Nakledenlerin sırasıyla Resulüllah’a kadar ravileri, ravilerin yaşantılarını, hallerini, durumlarını ve hadislerin konularını bilmek zorundaydı.
    İşte hadislerin dolaylı yoldan korunmuş olmasının en büyük göstergelerinden birisi de budur.
   Hadisler aynı şekilde erbabından ders olarak alınmak ve tedrisatını bitirenlere icazet verilmek suretiyle de sağlam bir şekilde nakledilmiş, erbabı olmayanların bu alana girmemeleri sağlanmıştır.
6- ŞARTLAR ORTAYA KOYDULAR
   Yukarıda dediğimiz onlar yaşantılarıyla örnek, öncü takva zatlar olduklarından, Resulüllah’ın söylemediği bir sözü nakletmekten sakındıkları için çok titiz davranıyorlardı. Bu sebeple sahih hadis ilminde tavizsiz kurallar koydular. Bir hadisin sahih olabilmesi için taşıması gereken şartlardan ilk olarak İmam-ı Şafi söz etmiştir. İmam-ı Şafi sahih hadis tanımında ravilerin adalet ve zabt vasfını ön plana çıkartır. Humeydi ise isnadın muttasıl olmasını ön plana çıkartmıştır.
   Bazı şartlar şöyledir:
a) Ravilerin tamamının adalet ve zabt sahibi olmas
b) İsnadın muttasıl olması. İsnadın muttasıl olması başından sonuna kadar ravi düşmesi bulunmaması, yani her bir ravinin hadisi bizzat rivayette bulunduğu şahıstan alması gerekir. Buhari bunun için ravinin hocasıyla bizzat görüşmesini (likâ) gerekli görürken, İmam Müslim ravi ile hocasının aynı asırda yaşamış olmalarının (muâsarât) yeterli olacağı görüşündedir.
c) Sika bir ravinin, kendisinden daha güvenilir ravilere aykırı olarak naklettiği şaz bir hadis olmaması.
d) Hadisin sıhhatini engelleyecek illetin yani gizli kusurun bulunmaması. Bu illet denilen husus ancak hadis uzmanları tarafından farkedilebilen bir kusurdur. İlletli olduğu tespit edilen hadislere de muallel hadis denir.
NETİCE
   Sonuç olarak diyebiliriz ki, hadis ilmi sonradan uydurulmuş olmayıp sahabeden tabiine silsile yoluyla bize kadar sağlam yollarla ulaştırılmış, üzerinde son derece titizlikle durulmuş bir ilim dalıdır. Bu gün ümmetin alimlerine iftira atarak hadis uydurduklarını iddia eden zavallılar kendileri bir din uydurma peşindedirler. İslam’da hadis-i şerifleri “yok” olarak kabul etmek sadece cahilliktir. İddia eden kişinin hiçbir bilgisinin olmadığını gösterir. Hadislerin hepsinin güvensiz veya uydurma olduğunu iddia eden kimse de dinde kendi otoritesini kurmaya çalışan kimsedir. Çünkü hadis-i şerifler bize Kur’an’ı ve şeri hükümleri açıklar. Sünnet bize Kur’an-ı Kerimi nasıl yaşamamız gerektiği konusunda rehber olur. Bir kişi sünneti ve hadis-i şerifleri devre dışı bırakıyorsa kendisinin rehber edinilmesini istiyor demektir.
   Hadis-i şeriflerin güvenilirliği hakkında Müslümanlar şüpheye düşürülüyor ve oryantalistlerin tuzağına çekiliyor. Biz bu oyunu bozacağız inşaAllah…
www.ihvanlar.net

PAYLAŞ