Kur'an ve sünnette nesh ve mensuh delilleri
Nesh, lügatte: İzale etmek, gidermek, yok etmek, değiştirmek, tebdil, tahvil ve nakletmek manalarına gelir. Istılahta ise: Şer’i bir hükmün, ondan sonra gelen şer’i bir delil ile kaldırılmasıdır. Tıpkı yeni çıkarılan bir kanunla bir evvelki kanunun yürürlükten kaldırılması gibidir. Sonradan gelen şer\’i delil “nasih=nesheden”, kaldırılan şer’i hükme ise “mensûh = neshedilmiş” denir. Artık onunla amel edilmez.
Burada ifade edelim ki, nesh muvakkat olarak konulan şer\’i bir hükmün, zamanı gelince şer\’i bir delil ile son bulduğunu bildirmekten ibarettir. Bu bakımdan nesh, ALLAH Teâlâ\’ya göre beyan, insanlara göre ise hükmü başka bir delille değiştirmek, tebdil etmektir. Çünkü o hükmün hangi zamana kadar devam edeceğini Cenab-ı Hakk önceden bilmektedir. İnsanların ise bu konuda bilgisi bulunmamaktadır.
Nesh halinde bazen bir hükmün yerine başka bir hüküm konulabileceği gibi, bazen de sadece hüküm kaldırılmış olur. Meselâ, Namazda Kudüs\’e yönelme hükmü kaldırılmış, onun yerine Kâbe’ye yönelme hükmü getirilmiştir. Hâlbuki mut\’a nikâhı ve şarabın içilmesi neshedildiği halde onların yerine başka hükümler getirilmemiştir. Yeni konan hüküm, neshedilen hükme eşit olabileceği gibi, bazen ondan daha hafif veya daha ağır olabilir.1Nitekim Nisa sûresi 160. ayet-i kerimesinde Yahudilere bir kısım helalin haram kılındığı belirtilir. Ağır hükümden (tağlîz) vazgeçilir, yerine hafif hükümler (tahfif) konur. Enfal suresinin 66. ayet-i kerimesinde bunun örneği görülür.
Nesh, aklen ve naklen caizdir
Nesh, aklen caiz ve haddi zatında vakidir. Şöyle ki: ALLAH Teâlâ kulları hakkında dilediği gibi tasarruf edebilir. Kullarını bir zaman bir hükme, diğer bir zaman da başka bir hükme tabi tutabilir, buna kimsenin itiraz hakkı yoktur. Bununla birlikte ALLAH Teâlâ, hakimdir, rahimdir, kullarının faideleri için bazı hükümlerini tebdil buyurmasına ne mani vardır? Zamanların, mizaçların değişmesiyle ilaçlar da değiştiği gibi vakitlerin değişmesiyle insanların maslahatları değişebilir. İşte bundan dolayı bazı hükümlerde değişikliğin olması aklen caiz ve hikmete muvafıktır, uygundur.
Nesh naklen de caiz ve sabittir. Müşriklerin ve Yahudilerin: “Muhammed\’i görmüyor musunuz ki! Ashabına bugün bir şeyi emrediyor sonra, onu yasaklayarak tersini emrediyor. Bugün bir söz söylüyor, yarın ondan dönüyor. Bu Kur\’an, Muhammed\’in kendi tarafından uydurduğu sözden başka bir şey değildir” demeleri üzerine şu ayet-i kerîme nazil oldu:
“Biz bir ayet-i, nesh ettiğimiz diğer bir ayetin yerine getirdiğimiz vakit ki, ALLAH Teâlâ neyi indireceğini çok iyi bilendir, dediler ki: Sen ancak bir iftiracısın. Hayır! Onların pek çoğu bilmezler.”2
“Biz neshettiğimiz yani hükmünü diğer bir ayetle değiştirdiğimiz veya unutturduğumuz bir ayetin yerine ya ondan daha hayırlısını yahut onun benzerini getiririz. Şüphesiz ALLAH Teâlâ\’nın her şeye ziyade kadir olduğunu bilmedin mi? Elbette bildin.”3
İşte, arz edilen bu ayet-i kerimeler neshi haber vermektedir. Nitekim önceki peygamberlerin şeriatlarında nesihler vuku bulduğu gibi, peygamberlerimizin şeriatı da önceki şeriatları neshetmiştir. Aynı şekilde, Hz.Peygamber (S.A.V.) efendimizin getirdiği fer\’i hükümlerde de neshin vukuu görülmektedir. Meselâ: Kıblenin tahvili buna delildir. Bunların hepsi bir hikmeti ilahiyye gereğidir. Cenab-ı Hak bu meseleleri zaten ilmî ezelisiyle böyle bilip takdir buyurmuştur. Zamanı gelince de bunları Peygamberleri vasıtasıyla kullarına bildirmiştir. Bu cihetle ALLAH Teâlâ\’nın ilminde ve takdirinde asla bir değişiklik olmuş sayılmaz. Bilâkis bu, idarî ve içtimaî bir hikmet ve maslahata binaen böyle takdir edilmiştir.
İslâm âlimlerinin ekserisi, neshin Kur’ân-ı Kerîm\’de mevcud olduğunu kabul etmişlerdir. Bunlar, Kur’ân-ı Kerim\’in kendisinden önceki kitapları neshine ilaveten, yeni kurulmaya başlayan İslam nizamının inkişaf ve tekamülü için nesih keyfiyetini tabiî birşey olarak karşılamışlardır.
Neshin Şartları
1- Mensûh gibi, nâsihin de fer\’i, şer\’i delil olması gerekir.
2- Nâsihin, mensûh delil kuvvetinde veya ondan daha kuvvetli olması gerekir. Başka bir ifadeyle, şer\’i delil Kur\’an ve Sünnet nassı yani ayet-i kerime veya sahih hadis-i şerif olmalıdır. İcma ve kıyas, Kur\’an ve Sünnet kuvvetinde olmadıkları için nâsih olamazlar.
Şöyle ki: Kıyas ile, icma ile bir şer\’î hüküm nesh edilemez. Çünkü nesh, yalnız Resûli Ekrem (S.A.V.) Efendimizin hayatında vaki olabilirdi. O\’nun hayatında ise nesh, kıyas ile veya icma ile değil, ancak kendisinin beyanatı ile malûm olabilirdi. Bir de kıyas, bir zannî delildir. Nass ile sabit bir hükmü nesh edemez. İcma ise Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin zamanında cari olamazdı, dinî hususlarda bizzat kendisine müracaat edilirdi, kendisinin beyanatı aksine bir icma vukuu tasavvur olunamazdı. İcma, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) Efendimizin beyanının altındadır. Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin tek başına beyanatı kafidir. İcma, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz hayatta iken bir hüccet olamazdı. Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin zamanından sonra ise nesh cari olamaz ki, icma ile vaki olabilsin. Velhasıl: Kıyas ile icma, ne nâsih ve ne de mensûh hiçbiri olamaz.
3- Nâsih delil, mensûh hükümlerden sonra gelmiş olmalıdır.
4- Eğer nesih sarih değilse, her iki nassın tevfîkı yani bağdaştırılması imkansız bulunmalıdır. Muarız nassların bağdaştırılması mümkün olan yerlerde nesih cihetine gidilmez, tevfik veya te\’vil ciheti tercih edilir.
Neshin zamanı
Nesh, Hz.Peygamber (S.A.V.) efendimiz zamanında vuku bulmuştur. O\’nun vefatından sonra ise neshin vuku bulması mümkün değildir. Çünkü nesih vahiy yoluyla olmaktadır. Vahiy dönemi O\’nun vefatıyla bittiğine göre, O\’ndan sonra neshin vuku bulması da düşünülemez.
Neshin mahalli, yeri
1- Fer\’î, şer\’î hükümlerde nesh cereyan eder. Ancak nasslarda o hükmün kıyamete kadar devam edeceğine dair bir delil bulunursa, o naslarda nesih cereyan etmez. Meselâ,
“Onların şahitliklerini ebediyyen kabul etmeyin.”4 ayet-i kerimesindeki “Ebeden” sözü bu hükmün kalkmayacak şekilde daimi olduğunu gösterir. Enes b. Malik (R.A.) den rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Cihad, ALLAH Teâlâ\’nın beni peygamber olarak gönderdiği bu günden, bu ümmetin Deccâl\’e karşı savaşacak en son ferdine kadar cereyan edecektir. Onu, ne imamın zâlim olması, ne de âdil olması ortadan kaldıramayacaktır.”5 Hadis-i şerifi de, cihad hükmünde neshin mümkün olmadığını, cihadın kıyamete kadar devam edeceğini açıkça ifade etmektedir.
İtikadi hükümler yani iman esasları da zamanla değişmeyecekleri için nesih vuku bulmaz.
Aynı şekilde, hissi ve akli hükümlerde de nesih düşünülemez. Meselâ, “Ateş yakıcıdır, alem hadistir” sözlerinde olduğu gibi. Çünkü bunlar, mahiyetleri icabı zamanla değişmezler.
Haksız yere adam öldürmek, zulmetmek, yalan söylemek gibi aklın kötülüğüne hükmedilebileceği kötülükleri yasaklayan ve bunlardan sakındıran nasslarla, adalet, anababaya iyilik, ikram gibi iyiliğini insanın kavrayabileceği hukukî, ahlâkî hükümleri ihtiva eden nasslarda nesih düşünülemez.
Tarihi hadiselerden haber veren nasslarda da nesih tasavvuru mümkün değildir. Meselâ, Âd kavminin sarsıntıyla yok edildiğini bildiren âyet-i kerimelerde nesih düşünülemez.
Ayet-i kerime ve hadis-i şerifler arası nesh
Ayet-i kerimenin ayet-i kerimeyle, hadis-i şerifin hadis-i şerifle neshi ittifak edilen noktadır. İhtilaf; âyet-i kerimenin hadis-i şerifi, hadis-i şerifin âyet-i kerimeyi neshindedir. Bunlar yanında sünneti âhâd, mütevâtir bölümlerine ayırarak nesih vak\’ası içinde her biri için ayrı iddiada bulunanlar vardır. Burada Kur’ân-ı Kerim\’in sünneti, sünnetin ayet-i kerimeyi neshini gösteren misallere yer vereceğiz.
Kur’ân-ı Kerim ayet-i kerimelerinin neshi
1- ayet-i kerimenin ayet-i kerimeyi neshi: Ayet-i kerimelerin hepsi sübut yönünden eşit olduğu için birbirini neshetmesi caiz ve vâkîdir. Meselâ: Mirasla ilgili âyet-i kerimeler gelmeden önce, kişinin servetinden ana, baba ve akrabalarına bir miktar verilmesi için vasiyet etmesi:
“Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek ALLAH Teâlâ \’dan korkanlar üzerine bir borçtur.”6 ayet-i kerimesiyle farz kılınmıştı. Ancak, Nisâ sûresinde gelen 11 ve 12. miras âyet-i kerimeleri ile herkesin hakkı kesin ve net olarak belirlenmiş, Ebu Ümame (R.A.) den rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de:
“ALLAH Teâlâ her hak sahibine hakkını vermiştir. Öyleyse varise vasiyet yoktur.”7 buyurmuş, böylece yukarıdaki âyet-i kerime neshedilmiştir. Fakat mirastan payı olmayan akraba ve düşkünlere ve hayır müesseselerine vasiyet bâkidir. Her Müslüman gönüllü olarak servetinin üçte birini istediği yere vasiyet edebilir.
2- Âyet-i kerimenin hadis-i şeriflerle neshi: Ebu Hanife, İmam Malik gibi alimler Sünnetin de vahiy mahsûlü olduğunu ileri sürerek mütevatir ve meşhur sünnetle Kur’ân-ı Kerim ayet-i kerimelerinin neshedilebileceğini ifade etmişlerdir. Meselâ, Bakara sûresi, 180. ayet-i kerimesinin sünnetle neshi gibi.
Sünnetin neshi
1- Sünnetin Kur’ân-ı Kerim’le neshi:
İmam Şafii’den başka alimler, sünnetin Kur’ân-ı Kerim’le neshini caiz görmüşlerdir. Meselâ, Hz.Peygamber (S.A.V.) efendimiz Medine\’ye hicret ettikten sonra Beyti Makdis\’e yönelerek namaz kılmışlardır. Sonradan bu sünnet:
“Yönünü Mescidi Haram\’a çevir”8 ayet-i kerimesiyle nesholunmuştur.
2- Sünnetin sünnetle neshi
Mütevatir ve meşhur sünnetle sünnetin bütün nevilerinin neshi caizdir. Ahad sünnetin ahad sünnetle neshine bir mani bulunmamaktadır. Meselâ, İslam\’ın başında putperestliğin tesirini azaltmak için Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz insanları kabir ziyaretinden menetmişti. Sonradan İslam kökleşip, iman kalplerde iyice yerleşince artık, kabirlere tapınmak mevzubahis olmayınca bu hükmü, Büreyde (R.A.) den rivayete göre:
“Ben sizi kabirleri ziyaretten men etmiştim. Artık onları ziyaret edebilirsiniz. Çünkü onlar size ahireti hatırlatır.”9 buyurarak neshetmiş ve bu yasağı kaldırmıştır.
Neshi Tesbit ve Bilme Yolları
Bir hükmün nâsih ve mensuh olduğu dört yolla bilinir.
1- Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin beyanı ile neshin bilinmesi: Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bazan açık olarak nesih ifadesini kullanarak bazan da neshe delalet edecek zımnî beyanlarıyla neshe işaret etmiş olabilir. Meselâ kabirleri ziyaret yasağının kaldırıldığı bizzat kendi ifadelerinde yerini bulmuştur.
2- Sahabenin verdiği bilgilerle neshin tesbiti ve bilinmesi: Hz. Ali (R.A.)nun: “Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz, cenaze geçerken kalkmamızı bize emrederdi, kendisi oturdu, bize de oturmamızı emretti.” sözü10 ile Sa\’d (R.A.) nun: “Biz secdeye giderken ellerimizi dizlerimizden önce yere koyardık, ellerimizden önce dizlerimizi yere koymakla emrolunduk.” sözleri11 buna açık birer misaldir. Bir de sahabinin: “Bu, iki uygulamanın sonuncusudur, falan hüküm nesholundu.” gibi sözleri de neshi belirtir. Mesela: Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin en son yaptığı iki işten biri ateşte pişen bir şey yenince abdest almayı terk etmek oldu.12
3- İki müteârız hadis-i şerifin vürud târihlerinin bilinmesiyle nesh anlaşılır. Muahhar olan nâsih, mukaddem olan yani önceki mensûhtur. Meselâ, Şeddât ve Ebu Hureyre (R.Anhüma) dan rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz:
“Hacamat yapan kişinin de, hacamat olan kişinin de orucu bozulur.”13 buyurdu. Bu rivayete göre hacamat yapanın ve yaptıranın oruçları bozulur. Abdullah b. Abbas (R.A.)nun rivayetine göre ise Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz ihramlı ve oruçlu olduğu halde kan aldırmıştır.14 Bu nâsihtir. Çünkü Şeddât ve Ebu Hureyre (R.Anhüma)nın rivayet ettiği hadis-i şerif Mekke-i Mükerreme’nin fethi senesinde varid olmuştur. Abdullah b. Abbas (R.A.) ise, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin kan aldırdığına Veda Haccı senesinde şahid olmuştur. Mekke-i Mükerreme’nin fethi veda haccından daha öncedir. İşte muahhar olan fiili sünnet ile mukaddem bulunan hadis-i şerifin neshedildiği anlaşılmaktadır.
4- İcmâ ile neshin tesbiti ve bilinmesi: Alimlerin birbirlerine muarız iki delilden birinin önce ve diğerinin daha sonra geldiği hususunda ittifak etmeleriyle nesh tesbit edilir. Mesela: Muaviye (R.A.) den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz buyurdular ki:
“Kim şarap, içki içerse dayak cezası verin. Dördüncü sefer tekrar ederse öldürün.”15
Bu rivâyet farklı şekillerde gelmiştir. Hepsi de ilk üçte ceza olarak dayak atmayı, dördüncü seferde öldürmeyi emreder. Sonradan nesh edilmiştir. Cumhur bu görüştedir. Bir kimse, içki yüzünden öldürülmez, dördüncü değil onuncu kere içmiş olsa bile.
Tirmizî\’nin, İlel kısmında açıkladığına göre, bu hadis-i şerifle amel eden tek fakih çıkmamıştır. Dolayısıyle, bu hadis-i şerifle amel etmeme hususunda icmâ hasıl olmuştur. Bazı alimler: “Hadis-i şerif, hükmüyle amel edilmemesiyle hasıl olan icma ile mensuhtur.” demiştir.
Ayrıca Kabîsa b. Züeyb (R.A.) den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz buyurdular ki:
“Kim şarap, içki içerse dayak cezası verin. Eğer tekrar içerse, dayak cezası verin. Eğer tekrar içerse, dayak cezası verin. Üç veya dördüncü sefer tekrar içerse öldürün.”16
Fakat daha sonra Resûlullah (S.A.V.) efendimize şarap içmiş bir adam getirildi. Hemen dayak cezası verildi, sonra tekrar getirildi, yine dayak cezası verildi, sonra tekrar getirildi, yine dayak cezası verildi, sonra tekrar getirildi yine dayak cezası verildi ve öldürme kaldırıldı. Artık, ölüm cezası bir ruhsat olarak kaldırılmıştı.17
Bu rivayete göre, mezkûr hadis-i şerif icma ile değil, bizzat Resûlullah (S.A.V.) efendimizin sünneti ile nesh edilmiştir.
Bir ayet-i kerimenin, bir hükmün nasih veya mensuh olduğunu tayin hususunda rey ve içtihat ile hareket olunamaz. Bu ancak sahih bir nakl ile, bir tarih ile bilinir.
Bir kısım müfessirler, müellifler, nasih ile mensûhun adedini pek çok göstermiş, bunlara dair müteaddid kitaplar yazmışlardır. Fakat Fahri Razi gibi müdeddik müfessirler, alimler, hakikaten nasih ile mensuh olan ayetleri tayine muvaffak olmuş, bunların öyle zan edildiği kadar çok olmadığını ispat etmişlerdir.
İmam Süyutinin “Itkan”ında yazdığına göre bunlardan adedi nihayet yirmi veya yirmi birden ibarettir. Aralarını te\’lifi kabil, aralarında bir muaraza gayri zahir olan bir kısım ayet-i kerimeleri, hükümleri nasihiyetle, mensuhiyetle zikretmek sathi düşüncelerden ileri gelmiş bulunmaktadır.18
Kur’ân-ı Kerim\’de nesh çeşitleri
Kur\’an\’da vukubulan nesih dört kısma ayrılmıştır:
1- Hem tilaveti yani okunması hem de hükmü mensûh ayet-i kerimeler: Bazı rivayetlere göre Hz.Peygamber (S.AV.) Efendimiz zamanında bazı ayet-i kerimelerin hem tilaveti hem de hükmü nesh olunmuştur. Nitekim Enes b. Malik (R.A.) şöyle demiştir: ALLAH Teâlâ, Meune kuyusunda öldürülenler hakkında ayet-i kerime indirmişti ki, biz o ayet-i kerimeyi nesh olununcaya kadar okurduk. Şöyle ki:
“Dikkat! Kavmimize ulaştırın ki, şüphesiz biz Rabbimize kavuştuk. Bizden razı oldu ve bizi razı etti.”19
Ebu Musa\’l-Eş\’ari (R.A.) şöyle demiştir: “Biz Kur’ân-ı Kerim’de uzunluk ve şiddet bakımından Bera\’e Suresine benzettiğimiz bir sure okurduk, o bana unutturuldu. Yalnız onun:
“Adem oğlunun iki vadi dolu malı olsa, üçüncüsünü ister. Ademoğlunun karın boşluğunu ancak toprak doldurur!” ayet-i kerimesi hatırımda kaldı. Yine biz uzunlukta Müsebbihattan yani Sebbeha ile başlayan sûrelerden birine benzettiğimiz bir sûre okurduk. Baş tarafı “Sebbeha lillahi mâ fissemâvâti” idi. O da bana unutturuldu. Sadece:
“Ey inananlar yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz, sonra boynunuza tanıklık yazılır, kıyamet gününde ondan sorulursunuz.” ayet-i kerimesi hatırımda kaldı.20
Yine Hz. Ömer (R.A.) biz şöyle bir ayet-i kerime okuyorduk:
“Babalarınızdan yüz çevirmeyin! Kim babasından yüz çevirip onu terk ederse bu küfürdür yani o kişi aile nimetine nankörlük etmiş olur.”21
Önemli not: Neshin bu çeşidi Resûlullah (S.AV.) Efendimizin zamanına mahsustur. Ahirete teşriflerinden sonra artık böyle bir nesh asla caiz değildir. Hiçbir ayet-i kerime hakkında unutmak veya okunmasının terk olunması tasavvur olunamaz.
“Kur’ân-ı Kerim’i şüphesiz biz indirdik. Ve muhakkak O’nu muhafaza da biz edeceğiz”22 ayet-i kerimesi bunu haber vermektedir.
2- Tilaveti yani okunması mensûh olmayıp, yalnız hükmü mensûh olan ayet-i kerimeler. Meselâ:
“Sizden ölüp de dul eşler bırakan kimseler, hanımlarının, evlerinden çıkarılmadan, bir yıla kadar bıraktıkları maldan faydalanmaları hususunda sağlıklarında vasiyet etsinler.”23
Zina eden kadınların dil ile eza ve hanelerinde haps edilmeleri hakkındaki:
“Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut ALLAH Teâlâ onlara bir yol açıncaya kadar evlerde hapsedin.
İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza verin; eğer tevbe eder, uslanırlarsa artık onlara ceza verip eziyet etmekten vazgeçin; çünkü ALLAH Teâlâ tevbeleri çok kabul eden ve çok esirgeyendir.”24 ayet-i celilenin hükmü nesh edilip tilaveti baki kalmıştır.
Bu tilavetin de ayrıca hükümleri vardır. Bunun teberrüken okunması bununla namazın caiz olması, bununla geçmiş hükmün bilinmesi ve ümmet hakkında bir nimeti ilâhiye olarak kolaylık gösterildiğini bildirmek gibi.
3- Hükmü bakî, tilaveti mensûh olan ayet-i kerimeler. Hz. Ömer (R.A.) şöyle demiştir: “Gerçekten ALLAH Teâlâ, Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimizi hak din ile göndermiş ve kendisine kitabı indirmiştir. ALLAH Teâlâ\’nın indirdiği şeyler içinde recm ayet-i kerimesi de vardı. Bizler o ayet-i kerimeyi okuduk, akledip anladık ve iyice ezberledik. Bunun içindir ki, Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz recmetti, O\’ndan sonra biz de recm ettik. Ben insanlara zaman uzayıp da bir diyenin: Biz ALLAH Teâlâ\’nın kitabında recm ayet-i kerimesini bulmuyoruz, demesinden ve ALLAH Teâlâ\’nın indirmiş olduğu bir farizayı terk etmeleri suretiyle sapıklığa düşmelerinden endişe ediyorum. Recm, ALLAH Teâlâ\’nın kitabında sabit bir haktır. Bu erkeklerden ve kadınlardan evlenip de zina eden, zinası da beyyine yani açık delil ile yahud gebelik ile yahud da itiraf ile sabit olan kimselere uygulanır.”25
Hz. Ömer (R.A.)nun bahsettiği recm ayet-i kerimesi şu idi:
“Erkek ve kadın iki yaşlı yani evli kimse zina ederse, her ikisini de ALLAH Teâlâ\’dan ibretli bir ceza olarak recmedin. ALLAH Teâlâ aziz ve hakimdir.”26
Yine Abdullah b. Mes\’ud (R.A.)nun mushafında olan Maide sûresi 89. ayet-i kerimesinde “mütetabiat” kavli şerifi gibi ki, bunun nazmı mensuh ise de hükmü bakidir. Keffareti yeminden dolayı tutulacak üç günlük oruçta ara verilmemesi yani peşpeşe olması gerekir.
Yalnız tilâvetin mensûhiyetindeki hikmet: Ümmeti merhumenin emri ilâhiye ne derecelerde imtisal gösterdiğini izhardan, vesaireden ibarettir. Çünkü tilavet olunan bir nas bulunmadığı halde onun mücerret rivayet edilen hükmüne imtisal edilmesi, ümmeti merhumenin hakka ibadet ve taat hususundaki mükemmeliyetini, yüksek diyanetini ortaya çıkarır.
4- Aslında hükmü baki olduğu halde bir vasfı mensuh olan hükümlerdir. Meselâ: Aşura orucunun farziyeti nesh edildiği halde cevazı mendup olarak kalmıştır. İşte bunda asıl hüküm ki oruçtur, o nesh edilmeyip onun vasfı olan farziyyet nesh edilmiştir.
Nasih, mensûhtan ya daha hafif veya mensûha müsavi veya mensûhtan da meşakkatli olur. Meselâ: Bir zaman Ramazan şerif gecelerinde uyuduktan sonra yiyip içmek hanıma cinsi münasebette bulunmak haram idi. Sonra bunlar fecre kadar mubah oldu. İşte burada nasih, mensûhtan daha hafiftir.
Yine bir zaman Mescidi Aksaya doğru namaz kılınırdı, sonra Kabe-i Muazzama\’ya doğru kılınması emr olundu. Bunda da nasih, mensuha müsavidir. Orucun farz kılındığı ilk yıllarda oruç ile mükellef olanlar, oruç tutmak ile fidye vermek arasında muhayyer idiler. Sonra oruç tutmaya muktedir olanlar için herhalde oruç tutmaları farz oldu. Burada nasih, mensûhtan daha meşakkatlidir.
Neshi Bilmenin Önemi
Kur’ân-ı Kerim ilmini bilmeyen, O’nun iniş sebeplerinden, nasih ve mensuhundan habersiz bulunan, ayet-i kerimelerin taşıdığı ilmî, ahlakî, fıkhî ve tasavvufî manalara aşina olmayan, Arapçasının lügat ve ıstılah anlamlarından bir şey anlamayan, aynı zamanda Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin ayet-i kerimeleri nasıl izah ettiğini araştırmayan kimsenin ayet-i kerimeleri tefsir edip hüküm çıkarması caiz değildir.
Rivayete göre, bir kere Hz.Ali (R.A.) mescide girmiş, insanları korkutan bir adama rastlamış:
– Bu kimdir? diye sormuş.
– İnsanlara vaaz eden bir adam, demişler. Hz.Ali (R.A.) Efendimiz:
– O, insanlara vaaz eden bir adam değil, ancak ben filan oğlu filanım beni tanıyın demek isteyen bir adamdır, demiş. Sonra bir adam gönderip yanına çağırtarak, ona:
– Nasih ve mensûhu bilirmisin, demiş. O da:
– Hayır! Deyince, Hz.Ali (R.A.) Efendimiz:
– Bizim mescidimizden çık! Burada vaaz etme! Buyurmuştur.
Bir rivayete göre de, Abdullah b. Abbas (R.A.) vaaz eden bir adama rastladı. Onu ayağıyla dürterek:
– Sen nasih ve mensûhu bilir misin? dedi. O da:
– Bilmem, deyince:
– Kendin de helak oldun, dinleyenleri de helak ettin! Dedi.
Huzeyfe (R.A.) şöyle demiştir: “İnsanlara ancak üç kişiden biri fetva verebilir:
1- Kur’ân-ı Kerim\’in nasih ve mensuhunu bilen. Bu, Hz.Ömer (R.A.) gibi kişilerdir.
2- Mutlaka fetva vermesi gereken kişi. Yani kendinden başka fetva veren olmadığı için mecbur kalan ve bildiği kadar fetva veren.
3- Zorla kendini biliyormuş gibi gösteren ahmak adam. Ben ilk iki kişiden biri olamadım üçüncü kişi de olmak istemem.”27
Resûlullah (S.A.V.) Efendimize indirilmiş olan Kur’ân-ı Kerim, geçmiş kitapların hepsini neshettiği gibi, İncil, Tevrat\’ı, Tevrat da kendinden evvelki şeriatın bir çok hükümlerini neshetmişlerdir. Meselâ: Cumartesi gününde çalışmak, Yahudilere haram olduğu halde Müslümanlara helal sayılmıştır. Böylece haram hükmü yürürlükten kaldırılmıştır. Hz.Adem (A.S.) zamanında neslin çoğalma zarureti karşısında kız kardeşin erkek kardeşiyle evlenmesi caiz kılınmıştı. Nesil çoğalıp arzu edilen seviyeye gelinince bu hüküm neshedilmiş ve artık iki kardeşin birbiriyle evlenmesi yasaklanmıştır.
Hz.Nuh (A.S.) tufandan kurtulduğu zaman, insan neslinin devamı ve sağlam bünyeli bir neslin yetişmesi zarureti ortaya çıkmıştı. Her taraf tufanın tesiri altında kalıp, bir çöl halini aldığından yeteri kadar gıda maddesi temin etmek mümkün olmuyordu. Bu sebeple birçok veya bütün hayvanların eti onlara helal kılınmıştı. İsrailoğulları devrinde ise bu zorluk kalktığından hayvanların çoğu haram kılınmış, iç yağlarına bile müsaade edilmemişti.
Neshin Hikmetleri
Neshin bir çok hikmetleri vardır. Bunlardan bazılarını zikredelim:
1- İnsanların maslahat ve menfaatlerini gözetme. Şer\’i hükümlerin asıl maksadı insanların maslahatlarını gerçekleştirmektir. Herhangi bir hüküm bir zaman sonra yürürlükten kaldırılmış ve onun yerine başka bir hüküm ikame edilmişse, onda insanların menfaatleri olmuştur. Çünkü insanların maslahatları zaman zaman ve yer yer değişebilir.
2- İnsanları tedrici bir şekilde dine ısındırma. Dini tebliğde esas olan insanları nefret ettirmek değil, dini sevdirmektir. Psikolojik olarak iyi veya kötü adet ve alışkanlıklara saplanmış bir cemiyeti, bu alışkanlıklardan bir anda koparmak mümkün değildir. Kur’ân-ı Kerim, Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin tebliği ile 22 küsur sene zarfında insanları ve toplumları tedrici bir şekilde ve yumuşatmak suretiyle İslam Dini\’ne yaklaştırmıştır. Mesela dini ibadetlerin konuluşunda, içkinin yasaklanışında tedrici metodun uygulandığını müşahade etmek mümkündür.
3- İnsanları imtihan etmek. İnsanlar dünyaya imtihan için gelmişlerdir. İmtihanda başarılı olanlar mükâfatı artırılacak, muvaffak olamayanlar ise cezalandırılacaktır. Cenab-ı Hakk emirlerini her insanın takatine göre yöneltmiştir.
Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizden önceki insanların fer\’i hükümleri başka, kendi ümmetinin hükümleri başkadır. Her ümmet, kendine tebliğ edilen hükümlerden mesuldür. İmtihanı ona göre yapılacaktır. Çünkü mükellef kılmak ALLAH Teâlâ\’ya ait bir yetkidir. İnsanlara düşen, emir ve yasaklara riayet etmektir.28
Netice olarak diyebiliriz ki: Ayet-i kerimelerin tarihi bir yolla izah edilip açıklanması bakımından nesh meselesi mühim rol oynamaktadır. Bu bakımdan Kur’ân-ı Kerim\’in tefsirini yapmak isteyen bir kimseye çeşitli bilgiler yanında, nesh meselesini bilmesi de şart koşulmuştur. Kur’ân-ı Kerim’de bütün insanlığı saadete ulaştıracak hareket kaideleri mevcut ve kendisine ittiba edenlerin ne yolda hareket etmeleri gerektiğini bildirmektedir. Psikolojik olarak, iyi veya kötü adetlere saplanmış olan bir cemiyeti bu alışkanlıklarından bir anda koparıvermek mümkün değildir. İşte Kur’ân-ı Kerim, insanları ve cemiyetleri dini bir taktikle veya başka bir deyimle, tedrici olarak yumuşatmak suretiyle kendine yaklaştırmış oluyordu. Kur’ân-ı Kerim’i iyi anlayabilmek ve O’nun ayet-i kerimeleri hakkında doğru hükümler verebilmek için mutlak surette nesh meselesini bilmeye ihtiyaç vardır.
dipnot
(1) Serahsi, Usul, 2/54
(2) Nahl Sûresi: 101-103
(3) Bakara Sûresi: 106
(4) Nur Sûresi: 4
(5) Ebu Dâvud, Cihad:35, No:2532
(6) Bakara Sûresi: 180
(7) Ebu Davud, Büyû: 90, No:3565, 3/296, Vesaya: 6; Tirmizî, Vesaya: 5, No:2121, Buhari, Vesaya: 6, Neseî,Vesaya: 5, İbn-i Mace, Vesaya: 6
(8) Bakara Sûresi: 144
(9) Müslim, Cenaiz: 106, No:977; Ebu Davûd, Cenaiz: 81, No:3235; Tirmizî, Cenaiz: 60, No:1054; Nesâî, Cenaiz: 100, 4, 89; Hakim, Müstedrek, Cenaiz; 1/375
(10) A.b. Hanbel; No:624, 1/82; İbn-i Hıbban, No:3056, 7/326
(11) Beyhaki, es-Sünenü’l-Kübra, Salat, No: 2692, 2/430
(12) Neseî; Taharet:123; No:185; 1/108.İbn-i Hıbban; Vuzu: No:1134; 3/416.Ebu Dâvud; Taharet:75; No:192; 1/98.İbn-i Huzeyme; Taharet:31; No:43; 1/28
(13) Taberani, el-Mu\’cemu’l-Evsat, No: 5017; 6/11; Ebu Ya\’la; No: 6211; 5/397; El-beyan ve’t-Ta’rif, 1/123
(14) Buhari, 2/685, No: 1836, 1837
(15) Tirmizî, Hudud: 15, 4/48, No: 1444; Ebû Dâvûd, Hudud: 37, 4/164, No:4482
(16) Ebu Davud; Hudud;37; No:4485; 4/165
(17) Ebû Dâvud, Hudud 37, 4/165, No:4485; Tirmizî, Hudud: 15, No:1444
(18) Ö.N.Bilmen, Hukuk-ı İslamiyye, 1/98-103
(19) Buhari, Cihad: 180, Mesacid: 297, Ahmed b. Hanbel, 3/109,111, 210,215, 255, 290
(20) Müslim, Zekat: 116, 119; Buhari, Rikak: 10; Tirmizi, Zühd: 27, Menakıb: 32; İbn-i Mace, Zühd: 27; Darimi, Rikak: 62; Ahmed b. Hanbel, 3/122, 176, 192, 198, 236, 238, 272, 4/368, 5/117, 132, 219, 221, 6/55
(21) Buhârî, Muharibin: 16; Ahmed b. Hanbel, 2/526
(22) Hicr Sûresi: 9
(24) Nisa Sûresi: 15-16
(25) Tirmizi, Hudud:7, No: 1432: 4/38; Buhari, Hudud: 15, No: 6441, 6/2503; Müslim, Hudud:5, No: 1691, 3/1317
(26) İbn-i Hibban, Hudud:1, No:4429, 10/274, Hakim, Müstedrek, 4/359
(27) Suyûtî, a.g.e. 1/259-260
(28) Serahsî, a.g.e. 2/56-57
Mehmet Talu Hocaefendi