Niçin tasavvuf?
Tasavvufun amacı, “üsve-i hasene” dediğimiz en güzel örnek, ideal insan, biricik önder, mürşid-i ekber Hz. Resulullah (SAV)ın gerçek bir bağlısı olarak Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmaktır. Bilindiği gibi onun sevgisi ve rızası Resulüne uymaktan geçer.
İşte delili: ““(Resulüm! ) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Al-i İmran, 31)
İnsanın nefis, şeytan, dünya, kafir, kötü çevre, cehalet gibi iç ve dış düşmanları vardır. Bunlar insanı Allah yolundan alarak ömrünü israf ile heder etmesini isterler.
Oysa insan, Allah’a ibadet için yaratılmıştır. “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56)
İnsanın bedeni nasıl acıkır da ekmek su isterse, ruhu da acıkır. Onun gıdası da iman, ibadet ve taatlardır. “Kalbler ancak Allah’ı zikretmekle yatışır, huzur bulur.”( Ra’d, 28)
Ne var ki insan nefsi, kötülüğü emredicidir. (Nefs-i Emmare)”( Yusuf, 53)
Nefisten daha cahil bir varlık yoktur. Bu yüzden eskiler ona “eçhel-i eşya/ şeylerin en cahili” derlerdi. Çünkü kendi helakine can atmaktadır. Öyleyse onu kötü vasıflarından arındırarak Allah’a kulluk yapmaya yöneltmek ve bunda ciddi ve disiplinli olarak başarılı olmak, dünya ve ahiret için en büyük zafer ve saadettir.
İşte tasavvufun amacı, çeşitli ibadet ve usullerle nefsi tezkiye ve kal¬bi tasfiye ile ahlakı güzelleştirmek, seve seve Allah’a itaat ve O’nun şeriatına teslimiyetle içi dışı nurlandırmaktır. Böylece insanın sonsuz saadete ermesine vesile olmaktır. Bu bakımdan tasavvuf hem ilim, hem de uygulama olarak çok önemlidir.
İslam kalbimiz ve kalıbımızla Allah Teâlâ’ya iman ve teslimiyettir. İman ve rıza kalbin, ibadet ve amel kalıbın işidir. Kalıp, yani bedenle yapılan zahir, yani açık ve görünen amellerin:
Emredilenleri vardır; namaz, oruç, zekat, hac, cihat vs. gibi.
Yasaklananları vardır; içki, kumar, katillik, zina, haram yemek vb. gibi.
Kalb ile ilgili batınî, yani içsel, görünmeyen hükümlerin de;
Emredilenleri vardır; iman, sıdk, ihlas, rıza, huşu, haya, tevekkül vb. gibi.
Yasaklananları vardır; küfür, nifak, kibir, gurur, riya, hased, kin vb. gibi.
Bedenle yapılan emir ve yasaklardan bahseden ilme “fıkıh ilmi” diyoruz. Tasavvufta “zahir ilmi” denilince kastedilen de bu ilimdir.
Kalb ile ilgili emir ve yasaklardan bahseden ilme ise “batın ilmi” anlamına “batın fıkhı”, “ahlak” veya “tasavvuf” diyoruz.
Hatta, bedenle yapılan amellerde bile zahirî olduğu kadar batinî (içe ait, kalbî) hükümler de vardır. Mesela namazı, orucu, haccı yapar¬ken zahirî şart ve rukunlarına uymakla beraber, aynı zamanda huşu ve ihlasla yapmak, riyadan, süm’adan kaçınmak gi¬bi batınî şartlarına uymak da gerekir. Eğer bunlar olmaz ise, ibadet dahi yok hükmündedir. Hat¬ta yok olmakla kalmaz, ayrıca cezayı gerektiren bir suç veya kötülük olur. Mesela riya ile yapılan ameller gibi.
Yüce Allah, ahirette insana malın ve evlatların fayda vermeyeceğini, ancak selim, temiz, doğru kalbin fayda vereceğini söylü¬yor.( Şuara, 88-89.)
Peygamberimiz (sav) de, kalbin vücudun hakimi olduğunu, o iyi olursa, vücudun hepsinin düzeleceğini, o bozuk olursa, vücudun tamamen bozulacağını bildiriyor.( Buhari, İman 39; Müslim, Musakat 107 vd.)
Öyleyse insana düşen, bütün gücüyle gayret ederek kal¬bini kötü ahlaklardan temizleyip iyi ahlaklarla bezemesi, nurlandırmasıdır. Kalb, ancak öyle selim olabilir. Kuşkusuz bunu yapmak da her Müslümana farz-ı ayn’dır. Bu olmaksızın yapı¬lan dış temizliği ise faydasızdır.
Zaten temiz olan Allah, ancak temiz insanların, temiz amellerini kabul eder.( Müslim, Zekat 65; Tirmizi, Tefsir-i Al-i İmran 36, Edeb 41; Darimi, Rikak 9; Ahmed 2/328.)
İslam’ın amacı da bu temizliği gerçekleştirmektir. “İslam, baştan sona güzel ahlaktır.”( Ali Muttakî, Kenzu’l Ummal 3/17 hn: 5225)
Malum, Peygamberimiz (sav) de güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmiştir.( Age. 11/320 n: 31969.)
Ne var ki insanların çoğu nefsinin ayıplarını kusurlarını tanımaz. Tanısa bile, onlardan nasıl kurtulacağını bilemez. Bu da bir ilimdir. İşte bu ilmin adına “tasavvuf”, üstadına da “şeyh” veya “mürşid” denir.
Devlet ve toplumun temeli insandır. Onun güzelliği de bireyleri¬nin güzelliğine bağlıdır. İlim, sanat, ticaret, iktisat, hukuk, yönetim, eğitim, medeniyet vs. değerler hep iyi insanın omuzlarında yükselir.
Öyleyse tasavvuf, bireyler olduğu kadar, toplumlar ve devletler için de fevkalade önemlidir. Bugün üstün bir medeniyet davasında olanlar tasavvufu iyi anlamak ve yaşatmak zorundadırlar.
Ya içine karışmış bidat ve yanlışlar mı?
Maalesef şeriat anlayışında olduğu gibi Tasavvuf ve tarikatlarda da zaman içinde bir sürü yanlış tasavvurlar ve davranışlar olmuştur, şimdi de vardır, gelecekte de ihtimal olacaktır. Bu insana ait bir zaaftır.
Bunu önlemenin yolu inkar ve hakaret değil, aslına rücu anlamında tecdittir. Emr-i bil ma’ruf nehy-i ani’l münkerdir. Yol gösterici ilmi eleştirilerdir.
Tasavvuf ve tarikatlar ihtiyari kurumlardır. İçinde olmak istemeyen Müslümanlara saygı duyulur. “Ben Tasavvuf ve tarikatlara intisap etmeden de İslam’ı aşkla yaşar ve ahlakımı güzelleştiririm. İhlas ve ihsanı yaşayarak “efdalü’l imana” erişebilirim” diyene, “buyur kardeşim, mücaheden mübarek olsun” deriz. Sorun yok.
Ama aynı saygıyı onlardan da sufilere karşı beklemek İslam kardeşliğinin gerektirdiği bir erdemdir diye düşünüyoruz, öyle değil mi?
Cemal Nar