Nereden çıktı bu Işid
Son zamanlarda özellikle yurt dışı konferanslarının hemen tamamını bu meseleye hasretmek durumunda kaldım. Daha doğrusu talepler hep bu istikamette geliyor. Özellikle bir kısım gençlerimizin kafası hayli karışık. Bir yanda bir “Hilafet Devleti” ve o eksende sürdürülen bir “cihad” var; öbür yanda neredeyse bütün Ümmet burada bir arıza bulunduğunu söylüyor..
Öncelikle şunu söyleyelim: Bu bir arıza, evet. Ve bu arızayı konuşurken fotoğrafın bütününü ortaya koyabilmek için meseleye iki açıdan bakmak gerekiyor: 1) İŞİD’i ortaya çıkaran iç ve dış faktörler, 2) İŞID’in ideolojisi.
İlkinden başlayalım:
Ümmet’in bir daha belini doğrultamayacak şekilde çökertilmesi, dominant unsur olan Ehl-i Sünnet’in etkisizleştirilmesi ile mümkün ancak. Bunun farkında olan küresel güçler, bölgede Şii yayılmacılığın önünü kimi zaman doğrudan, kimi zaman dolaylı bir şekilde açtı, açıyor. İran devriminden önce lokal bir varlığa sahip olan Şia, aradan 30 yıl geçtikten sonra stratejisini güçlendirmiş, Lübnan’dan Irak’a, Yemen’den Suriye’ye kadar etki alanını alabildiğine genişletmiş durumda. Ve Şii yayılmacılığı devam ediyor. İslam Coğrafyasında, Orta Asya’da, hatta Avrupa’da son derece bilinçli ve planlı stratejilerle yayılıyorlar.
ABD’nin Irak işgali ile birlikte bu süreç belli bir ivme kazanmış oldu. İşgale doğrudan yardım eden Şiiler, ABD’nin kendilerine teslim ettiği iktidar gücünü elbette tarihî düşmanlarına, yani Sünnîlere karşı kullanacaklardı. Güç onlara bunun için verilmişti zaten. Ve kullandılar. Irak’ta Sünnî kesimler yıllarca Şii Malikî yönetiminin ağır baskısı altında, kör ve sağır dünyaya seslerini duyurmaya, maruz kaldıkları zulümleri anlatmaya çalıştılar. Ama ne onlar bunu başarabildi, ne de zulmü durdurmak için kimsenin kılı kıpırdadı. Bıçak kemiğe dayandı ve Sünnîler ayaklandı. Bölgede bir Elkaide etkisi zaten mevcuttu. Örgütün adem-i merkeziyetçi yapısı bölgedeki unsurların kontrolden çıkması ve farklı yönelişler içine girmesi için fazlasıyla elverişliydi. Medyayı çok iyi kullanmanın avantajıyla Sünnî direnişi kısa süre içinde manipüle ettiler.
Yani bir yandan Şia’nın önünü açan küresel güçler, öbür yandan IŞİD’in önünü açarak Ümmet’i “kırk katır-kırk satır” cenderesine sokmuş oldu…
İkinci açıya gelince; İslam tarihinde ilk defa Hz. Ali (r.a) döneminde ortaya çıkan Haricîlik arızası, sadece fikrî/ideolojik bir sapma değil, aynı zamanda bir terör hareketiydi. “Emr-i ma’ruf nehy-i münker” ilkesini manipüle ederek ideolojilerinin temeline yerleştiren Haricîler, Müslüman kanı akıtmayı hayatın biricik gayesi olarak belirlediler.
Onlardan sonra hicrî üçüncü, dördüncü asırlara doru geldiğimizde yeni ve farklı bir söylemle karşılaştı Ümmet. Bilhassa Irak coğrafyasında ortaya çıkan teşbihçi/tecsimci akımlar, asırlar ötesinden Suud Vehhabîliğinin tekfirci ideolojisine kaynaklık edecek olan bir çizgiyi ortaya koydular. Ebû Bekr el-Hallâl, “Makam-ı Mahmud”un, Allah Teala’nın Efendimiz (s.a.v)’i, Arş’ın üzerinde –haşa– yanına oturtmak için ayırdığı yer olduğunu söylemeyenlerin zındık ve kâfir olduğunu ve boynunun vurulması gerektiğini söyleyecek, Ebû Muhammed el-Berbehârî, bu ideolojinin kitlelere kılıç zoruyla benimsetilmesi gerektiğini ve bu ideolojiye aykırı düşünen kimselerin Allah’ın diniyle hiçbir ilişkisinin bulunmadığını söyleyecek; Ebû Zerr el-Herevî, “Eş’arîler ne mü’min ne de Ehl-i Kitap’tır” görüşünü naklederek “irtidat ahkâmını” gündeme getirecek ve tekfir silahını alenen Ehl-i Sünnet’e yöneltecektir…
Tarih içinde bir parlayıp bir sönen bu ideoloji, hicrî 8. asırda İbn Teymiyye ile sistemli hale gelecek ve 4 asır sonra Muhammed b. Abdilvehhâb, Suud hanedanıyla birlikte Osmanlı’dan koparacağı Hicaz bölgesinde şirkle suçladığı Ümmet’e karşı “Tevhid” akidesini savunma iddiasıyla seri katliamların altına imza atarken ayağını işte bu tarihî arkaplana basacaktır.
Kısacası IŞİD yeni çıkmadı. O bu ümmetin tarihinde hep var oldu. Bugün gördüğümüzse, bu canavarın biraz daha azmanlaştırılmış halinden başka bir şey değil.
Ebubekir Sifil Hocaefendi – Vahdet Gazetesi