Osman Nûri TOPBAŞ: Beni övmeyin, yüceltmeyin
Herkesin kendini ön plana çıkarmaya çalıştığı, kendini öve öve bitiremediği, insanlara kendini faziletli, övülmeye layık biri olarak göstermeye çalıştığı, bir yandan tevazulu görünüp diğer yandan insanların her türlü övgü ve yüceltmesiyle coştuğu ve bu yüzden eleştiriye tahammül gösteremediği şu fitne zamanda Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin aşağıdaki açıklamasındaki hassasiyeti görünce “tasavvuf ahlakının” ne olduğunu anlayabiliyorsunuz… Bakın Hocaefendi, sitesinde nasıl bir açıklamada bulundu:
Son zamanlarda şahsım hakkında yapılan birtakım aşırı iltifatlarla dolu, şiir ve ilâhilerle süslenmiş, çeşitli resim, slayt ve videolar internette yayınlanıp yayılmaktadır.
İyi niyetle de yapılmış olsa, bu tür aşırı iltifat ihtiva eden yayınları aslâ tasvip etmediğimin, bunlara hiçbir şekilde izin ve rızam olmadığının, o yayınlarda ifade edilen aşırı yüceltmelerle uzaktan-yakından bir alâkamın bulunmadığının, siz kardeşlerim tarafından bilinmesini arzu ederim.
Ne İslâm ahlâkının ne de tasavvufî âdâbın hiçbir şekilde tasvip etmeyeceği; gurur, kibir ve şöhrete zemin hazırlayan ve reklâm edercesine yapılan bu tür övgü ve yüceltmelerden rahatsız olduğumu, Kurʼân ve Sünnet ölçüleri dışına taşan her şey gibi, şahsıma gösterilen “aşırı muhabbet ve hürmeti” de son derece mahzurlu bulduğumu, tekrar ve açıkça ilan ederim.
Bu tip yayınların yapılmamasını, yapılmış olanların da en kısa zamanda yayından kaldırılmasını hâssaten rica ederim.
En büyük rehberimiz ve mürşidimiz Peygamber Efendimiz –Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem– kâinâtın medâr-ı iftihârı olmasına rağmen “Lâ fahra/övünmek yok” buyururken, Oʼnun âciz bir ümmeti olmaya gayret eden bizler de lâyık olmadığımız bu nevî iltifatlardan Cenâb-ı Hakkʼa sığınırız.
Ayrıca çeşitli ders, seminer ve sohbetler vesilesiyle şahsımdan nakledilenleri kendilerinin anlamak istedikleri şekilde yansıtıp sonra da şahsıma izafe edildiğine de zaman zaman şâhit olmaktayız. Bunun yanında, haberimiz ve iznimiz olmadan adımıza internet siteleri ve hesapları açarak buradan kontrolsüz birtakım yayınlar yapıldığını da üzülerek görmekteyiz. Biz bu yayınlardan da tamamen uzağız. Bu tür yayınlar, yolumuzun istikâmetine de zarar verebileceği için, bunun vebâlini düşünerek dikkatli olunmasını ricâ ederim.
Diğer taraftan, mensubu bulunduğu mânevî yola duyduğu muhabbette aşırıya kaçarak “kendi yolunun en günahkârının bile, o yola mensup olmayan kırk kişiye şefaat edeceği, âhirette kendi mürşidinin eteğine tutunanların doğrudan Cennete gidecekleri” şeklinde, şerʼî esaslarla aslâ telif edilemeyecek tarzda, asılsız, mesnedsiz, hezeyana dönüşmüş heyecan taşkınlıklarına da -az da olsa- maalesef rastlamaktayız.
Evvelâ şunu ifâde edelim ki, şefaat haktır. Rabbimiz dilerse, dilediği kullarına bu salâhiyeti bahşedebilir. Lâkin kimin kime şefaat edeceği, ancak Rabbimizʼin bileceği bir husustur. Âyet-i kerîmede buyrulduğu üzere;
“…İzni olmadan Oʼnun katında kim şefaat edebilir?..” (el-Bakara, 255)
Dolayısıyla sâlih kullara duyduğumuz hürmet, muhabbet ve hüsn-i zannı, şerʼî bir nass katʼiyyetinde görmek, kişiye mânen zarar vermekten başka bir şeye yaramaz.
Unutmayalım ki bu imtihan âlemine hiçbirimiz birbirimize karşı övünmek için gelmedik. Cenâb-ı Hak, râzı olduğu kullarının vasıflarını beyân ederken;
“Rahmânʼın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzû ile yürürler…” (el-Furkân, 63) buyurmaktadır.
Bir başka âyet-i kerîmede de;
“Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma!..”(el-İsrâ, 37) îkâzında bulunmaktadır.
Hepimiz; hiçlik, yokluk, fânîlik ve acziyetimizi idrâk ederek Rabbimizʼe kulluğumuzu izhâr etmek üzere bu dünyaya gönderildik. Bu fânî âlemde en büyük pâye, Hakkʼa kul olabilmektir. Hepimiz, hatâsıyla-sevâbıyla, âciz birer kuluz. Âkıbetimiz hakkında da elimizden gelen bütün gayreti gösterdikten sonra, yalnızca Rabbimizʼin rahmet, mağfiret, lûtuf ve inâyetine sığınırız.
Bu hususta, asr-ı saâdette yaşanmış şu hâdiseden çıkan dersi, hepimiz mühim bir hayat düsturu edinmeliyiz:
Sahâbenin meşhur zâhid ve âbidlerinden biri olan Osman bin Maz’ûn –Radıyallâhu Anh-, Medîne’deÜmmü’l-Alâ isminde bir kadının evinde vefât etmişti. Bu kadın:
“–Ey Osman, şehâdet ederim ki şu anda Allah Teâlâ sana ikrâm etmektedir.” dedi.
Rasûlullah –Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem– Efendimiz müdâhale ederek:
“–Allâh’ın ona ikram ettiğini nereden biliyorsun?” buyurdu. Kadın:
“–Bilmiyorum vallâhi!” deyince Allah Rasûlü –Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem– şöyle buyurdu:
“–Bakın, Osman vefât etmiştir. Ben şahsen onun için Allah’tan hayır ümîd etmekteyim. Fakat ben peygamber olduğum hâlde, bana ve size ne yapılacağını (yani başımızdan ne gibi hâller geçeceğini) bilmiyorum.”
Ümmü’l-Alâ der ki:
“Vallâhi, bu hâdiseden sonra hiç kimse(nin hâli ve istikbâli) hakkında bir şey söylemedim.” (Buhârî, Tâbîr, 27)
Bizler de dâimâ acziyetimizi îtiraf ederek Yûsuf –Aleyhisselâm-ʼın şu duâsıyla Rabbimizʼin rahmetine ilticâ etmeliyiz:
“…(Ey Rabbim!) Beni müslüman olarak vefât ettir ve beni sâlihler arasına kat!” (Yûsuf, 101)
Cenâb-ı Hak lûtf u keremiyle âkıbetimizi hayreylesin.
Âmîn!..
Osman Nûri TOPBAŞ
www.ihvanlar.net