İbahiye'nin bir kolu Hurûfîlik
Fadlullah-ı Hurûfî’nin kurduğu sapık tarîkatin adı. Kur’ân-ı kerîmde açıkça bildirilen haramlara helâl diyen ve bundan dolayı kendilerine ibâhiye ismi verilen karâmita fırkasının bir koludur.
Aslen bir acem yahûdîsi olan Fadlullah-ı Hurûfî, 1340 senesinde İran’ın kuzeyindeki Esterâbâd şehrinde doğdu. Karamita sapık fırkasının kalıntılarından olan Şeyh Hasan’ın yanında yetişti. Bâtınî dâîsi Hasan Sabbah’ın kurduğu İsmâiliye Devleti 1256 senesinde Moğollar tarafından yıkılınca, bâtınîler çeşitli yerlere dağılarak el altından sapık fikirlerini yaydılar. Bâtınî dâîlerinden Şeyh Hasan’ın talebesi olan Fadlullah-ı Hurûfî de bu sapık fikirlerin etkisinde kalıp, İran’da Esterâbâd şehrinde gizlice küfrünü yaymaya başladı. Kendisine dokuz yardımcı bulup nokta ilmi diye birşey uydurdu. “Bu iş mubahtır nokta çift geldi. Falan şey haramdır nokta tek geldi” gibi sözlerle insanları kandırmaya çalıştı. Harflere bâzı mânâlar vererek bir takım işaretlerle, anlaşılmaz bir şekilde olan Câvidan adındaki kitabını yazdı. Önce peygamberlik, sonra da tanrılık iddiasında bulundu. Bütün dinleri inkâr edip, İslâmiyet’le alay etti. Haramlara mubah, nefsin arzularına serbesttir dediği için, sapık fikirleri câhil ve kötü insanlar arasında çabuk yayıldı. Tebriz’i kendine merkez edindi. Kısa bir zamanda geniş bir çevreyi etkisi altına aldı. Fadlullah-ı Hurûfî’nin söylediği sözler ve yaymaya çalıştığı sapık fikirler, müslümanların îtikâdını bozup fitnelere sebeb olduğu için, Tîmûr Han’ın oğlu Mîrânşâh tarafından yakalatılıp 1393 senesinde Esterâbâd’da îdâm edildi. Tekkeleri dağıtıldı.
Câvidan’da kurduğu sapık yolun ana düşüncelerini sembol olarak kullandığı harflerle açıklayan Fadlullah-ı Hurûfî’nin öldürülmesinden sonra, dokuz yardımcısı çeşitli yerlere kaçtı. Bunlardan Aliyyül-a’lâ Anadolu’ya gidip bir Bektaşî tekkesine gelerek Câvidan’daki sapık fikirleri gizlice yayıp câhilleri aldatmaya başladı. Hacı Bektâş-ı Velî’nin yoludur diyerek haramlara mubah ve nefsin arzularına serbesttir dedi. Câhil insanlar arasında tarafdâr bulup hurûfîlik sapık yolunu yaydı. İnsanları aldatabilmek için bektâşî olduğunu söyledi. Kısa zamanda tarafdâr buldu. Anadolu’nun pek çok merkezinde bulunan diğer bektâşî tekkelerine de sızan hurûfîler, daha çok köylü, inanç bakımından saf ve samîmi, fakat kültürden mahrum olan geniş halk tabakasına yöneldiler. Bir çok dînî emirleri çiğneyip, câhil insanları kendilerine çekebilmek için her şeyi mubah saydılar. Zamanla aslî ve temiz şeklinden çıkarılan bektâşî tekkeleri tamamen hurûfîlerin eline geçti. Tarikat şeyhi postuna, baba ve dede adı verilen sapık îtikâdlı kimseler oturdu. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve güçlenmesinde pek büyük hizmetler görmüş olan yeniçeri ordusuna da göz diken hurûfîler, devşirme yoluyla yeniçeri ocağına alınan çocuklara İslâm dîninin esaslarını öğretmek adı altında kendi sapık fikirlerini anlattılar. Hacı Bektaş-ı Velî’nin yeniçeri ocağının pîri olduğu fikrini benimsetme adı altında kendi bâtıl fikirlerini aşıladılar. Böylece yeniçeri ocağına âid bâzı tekkelerde hâkim duruma gelen câhil din adamlarına ve sahte tarikatçılara kendi sapık fikirlerini aşıladılar.
Yeniçerilerin, bektâşîlik adı altında gizlenen hurûfîlerle olan münâsebetleri gün geçtikçe fazlalaştı. Devlete hâkim olmak isteyen hurûfî babaları, zaman zaman yeniçerileri isyâna teşvik ederek fitneler çıkarıp büyük karışıklıklara sebeb oldular. Yeniçeri ocaklarına Hacı Bektaş Ocağı dediler. Kendileri de; “Hacı Bektaş köçeğiyiz” diye övündüler. Halk tarafından Zümre-i bektâşiyân, Tâife-i bektâşiyângibi adlar verilen yeniçeriler, kaba, zorbalığa varan ve halk tarafından tasvib edilmeyen hareketler yaptılar, önceleri sıkı bir disiplin içinde olan ve her türlü sarhoşluk, ayyaşlık ve kumarın yasak olduğu yeniçeri ocağı, hurûfî babalarının; “Badeye el atmada, nefis lezzetlerin çeşidini tatmada bir sakınca yoktur” sözleri sebebiyle sarhoşluk, ayyaşlık, külhanbeylik, fuhuş ve her türlü rezaletlerin işlendiği yer hâline geldi. Mîmâr Sinân gibi dâhilerin, ilim adamlarının, bir çok sadrâzamların ve emsalsiz devlet adamlarının yetiştirildiği yeniçeri ocağı, çapulcular yatağı hâline geldi. Zaman zaman devlete karşı isyân ederek pâdişâhların ve nice kıymetli devlet adamlarının başını istediler. Sultan İkinci Mahmûd Hân-ı Adlî 1826’da yeniçeri ocağını kaldırdı. Bu sırada kendilerine bektâşî diyen hurüfîlerin bütün tekkeleri de kapatıldı. İstanbul’daki hurûfî babalarından canlarını kurtarabilenler kaçtı. Bir çoğu da îdâm edildi veya sürgün edildi. Böylece fiilen hurûfîliğe son verildiyse de Anadolu’nun çeşitli yerlerinde varlıklarını sürdürdüler. Kendilerine bektâşîlik ismini perde yapan hurüfîlerin hakîki bektâşilikle ilgisi olmadığı gibi, bunlar şiî ve alevî de değildirler.
Kendilerine bektâşî adını veren, aslında ise; Fadlullah’ın yolunda bulunan ve onun sapık fikirlerini yaymaya çalışan hurûfîlerin temel inanış ve fikirleri şöylece özetlenebilir:
Fadlullah-ı Hurûfi’ye ilâh, tanrı derler. Câvidan adlı kitaplarında; “Tanrılık, ezelde görünmez bir kuvvet idi. Önce harfler, sonra peygamberler şeklinde göründü. Melekler bunun için Adem’e secde etti. Dört kitabın mânâsını Câvidan’da bildirdi” diye yazılıdır.
Haramlara ve bilhassa yalana caizdir diyen hurûfîler, uydurdukları Hamzanâme ve Battal Gâzi gibi çeşitli kitaplarda büyük saydıkları babalarından kerâmetler anlatırlar. Herkese mal, rütbe, evlâd verilmesi, insanların ölmesi, hastaların iyileşmesi, babaların elindedir derler. “Namazı bir kerre kılmak, orucu ömründe bir gün tutmak, farzdır. Gusl edip de, vücûdunuzu hırpalamayınız” derler. Bu sapıklıklara inanıp kabul eden ve İslâmiyet’ten çıkan kimselere, sırlarını açıklamaya başlarlar. Yollarını kabul edene; “Her kötülük, fuhş sana mubah oldu” derler.
Hurûfîler; hazret-i Ali’nin sözleri diyerek uydurdukları Hutbet-ül-Beyân ve başka kitaplarında hadîsler düzerek; “Ali’yi sevenlere, günah zarar vermez” derler. Böylece; “İbâdete lüzum yoktur, haramlar helâldir” diyerek amelsiz, ibâdetsiz Cennet’e girmek isteyen câhilleri aldatmaya çalışırlar. Bir kimseyi böyle aldatıp, ibâdetten ve îmândan ayırdıktan sonra, sır kitabını öğretirler. Bıyıklarını uzatırlar; “Bıyık uzatmak, hazret-i Ali’nin sünnetidir” derler. “Kaş, kirpik, bıyık gibi kıllar, mukaddes harfin insanda görünüşüdür. Meleklerin Âdem aleyhisselâma secde etmesine sebeb bu zuhûrattır. Bıyık mukaddestir, kesmesi büyük günahtır” derler.
Hurûfîlerin belirli zikirleri, ibâdetleri ve okumaları yoktur. Her sabah pîrin evinde, meydan odasında toplanırlar, birisi elindeki tepsi içinde adam sayısında şarab kadehi ve birer dilim ekmek ile peynir olduğu hâlde odaya girer. Bunu saygı ile ve bir ağızdan gülbank okuyarak karşılarlar. Herkesin önüne gelerek birer tane verir, tâzîm ile alıp, yüzlerine sürdükten sonra yerler ve içerler. Bütün ibâdetleri bundan ibarettir. Evli olanlar, kadınlarını ve kızlarını da toplantıya getirir, içerler ve dans ederler.
Hurûfîlerin babaları, papazlar gibi, günah çıkartırlar. Günah sanılan bir şeyi yapan kimse babanın önüne gelir, baba onun kulağını çekerek affeder. Günâhı büyük ise; “Al malını, gör yolunu” der veya yalvarırsa, baba da; “Kırklar kurbanı kes, yahut üç-yüzler nezri ver” der, bir mikdâr para alıp; “Affettim” der.
Hurûfîler tarafından içinde pek çok küfür ve sapık fikirler bulunan ve Fadlullah’ın eseri olan Câvidan’a şerhler yazılmıştır. Hakikat-nâme, Mahşernâme, Mukaddemet-ül-hakâyık, Aşk-nâme, Viran Abdal risalesi, Âhiret-nâme, Risâle-i Kadlullah, Risâle-i Bedreddîn, Risâle-i Nokta, Risâle-i hurûf, Türâb-nâme gibi altmış kadar kitapları vardır ve bunlar Câvidan’ın şerhleridir. Bunların hepsi, insanları; Allahü teâlâyı inkâra ve İslâm dînini ortadan kaldırmaya, Fadlullah’a tapınmaya sürüklemektedir. Bütün sapık fırkalardan daha kötü oldukları bilinen hurûfîler, İslâm ahlâkını temelinden yıkmakta, İslâmiyet’i hiçe saymakta, sefâheti, içkiyi ibâdet yerine koymakta ve insanları İslâmiyet’ten uzaklaştırmaktadırlar.
—————————
1) İslâm Târihi Ansiklopedisi; cild-4, sh. 189
2) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 471
3) Osmanlı Târih Deyimleri; cild-1, sh. 598
4) Rehber Ansiklopedisi; cild-7, sh. 333
5) Kâşif-ül-esrâr, (Tokatlı İshâk Efendi, İstanbul-Târihsiz)