Ermeniler ve Ermeni Gerçeği
“Hainlik” deyince akla gelen miiletlerden… Ermeniler…
Ortaçağda Arap hâkimiyeti altında yaşayan ermeniler, Bizans’ın desteğiyle Bağratuni ailesine mensup Aşot’u kral îlân ettiler. Daha sonra da Bizans hâkimiyetine girdiler. Bizanslılardan zulüm gördükleri zaman müslüman-Türklerin yanında yer aldılar.
Bâzı ermeni kaynaklarında geçen; “Allah, sapık Rumlaların fenalıklarını ortadan kaldırmak için, Türkleri Anadolu’nun fethine me’mur etti” sözü, bunun ifadesidir.
Müslüman-Türklerin idaresi altındaki yerlerde din serbestliği ve adalet içinde yaşayan ermeniler, Selçuklular devrinde, Toroslar ile Malatya bölgelerinde prenslikler kurmaya çalıştılar. Bu sırada düşman oldukları Bizanslılardan faydalanmak için de Ortodoksluğu kabul ettiler. Haçlı seferleri sırasında hıristiyanlarla birlikte hareket ederek asliyetlerini ortaya koydular. Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında, Karamanoğulları ve Ramazanoğulları beyliklerinin hâkimiyeti altında azınlık olarak yaşadılar. 1375’den sonra Anadolu’da Türk birliğini kurmaya çalışan Osmanlılar idaresinde, o zamana kadar görmedikleri bir huzur ve güvene kavuştular. Tîmûr Han’ın Anadolu seferi sırasında Yıldırım Bâyezîd Han’ın ordusuna katıldılar. Sonraki pâdişâhlar devrinde de devletin zımmî reâyası olarak huzur ve dirlik içinde yaşadılar. Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul’u feth etmesinden sonra buraya gelen ermeniler, Fâtih’in izni ile bir patrikhâne kurdular. Ayrıca zanaatkar, mîmâr, tüccar olarak bağlılıklarına güvenilen ermeniler, İstanbul’un Samatya Topkapı, Kumkapı, Edirnekapı gibi önemli semtlerine yerleştirildi. Samatya’daki Sulumanastır kilisesi kendilerine verildi. Burasını patrikhâneye çevirip serbestçe ibâdet yaptılar.
Sultan İkinci Bâyezîd Han tarafından Sulumanastır kilisesinin ermeni cemâatine âid olduğuna dâir ferman verildi. Kânûnî Sultan Süleymân Han zamanında Van ve çevresi Osmanlı topraklarına katılınca, pek çok kuyumcu, taş ustası ve çeşitli zanaatkar ermeni İstanbul’a getirildi. İstanbul’da sayıları her geçen gün artan ermeniler, saraya işçi, usta, kalfa ve mîmâr gibi ünvânlarla girdiler. İstanbul’da yaptırılan saray, câmi, medrese ve çeşme gibi yapıların meydana getirilmesinde çalıştılar. Daha sonraki devirlerde de çeşitli yerlerden gelerek İstanbul’a yerleşen ermeniler, yerli ve taşralı olarak ikiye bölündüler. Ortodoks ve katolik kiliselerinin kendi saflarına çekme yarışları da ermenileri grublara ayırdı. 1830’da katolik ermeniler bir topluluk olarak tanındılar. 1859’da da protestan Ermeniler ayrı bir topluluk durumuna geldiler. Tanzîmât’ın ilânından sonra yapılan düzenlemelerle diğer azınlıklar gibi devlet idaresine karışmaya başladılar. Bu zamana kadar Osmanlı Devleti’nin himayesinde hür ve huzur içinde yaşayan ermeniler, dış güçlerin, özellikle Rusların ve İngilizlerin desteği ile Osmanlı Devleti’ne karşı isyânlara kalkıştılar.
Rus-ermeni işbirliği Türkmençay andlaşmasıyla neticelenen İran-Rus savaşında başladı. 1828-1829 Osmanlı-Ruş ve 1853-1856 Kırım savaşında devam eden bu işbirliği, sonraki devirlerde daha da gelişti. 1870’den sonra Avrupa devletlerinin ilgisini çekme çabalarına girerek, patrikhâne tarafından teşkilâtlandırıldılar. Önceleri yardım cemiyetleri adıyla teşkilâtlanan ermeniler, çeteler kurarak bu teşkilâtlanmayı sürdürdüler. Osmanlı ülkesinde ermenilerin yoğun olduğu bölgelerde düzen ve emniyetin sağlanması için alınan tedbirleri, müslümanların hıristiyanlar üzerindeki baskısı diye çarpıtarak anlattılar ve Avrupa devletlerinden destek istediler. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşının ardından imzalanan Ayastefanos andlaşmasına, Doğu Anadolu’da ermenilerin de oturduğu vilâyetlerde ıslâhat yapılması hükmünü koydurttular. Bu hüküm Berlin andlaşmasında da yer aldı. Berlin kongresinden sonra Akdeniz’e inmek için Balkanların kendisine geçit olamıyacağını anlayan Rusya, bu gayesine ulaşabilmek için Doğu Anadolu’da bir ermeni devleti kurulmasını, basamak olarak kabul etti ve bu yolda çalışmalara girdi. Bağımsız bir devlet kurma hülyasına kapılan ermeniler; Armenikan, Hınçak ve Taşnaksutyun tedhiş komitelerini kurdular (Bkz. Cemiyetler).
Rusya’nın sıcak denizlere inme plânı içindeki ermenilerin rolünü kavrayan İngiltere, onları kendi çıkarları doğrultusunda ve Rusya’ya karşı yönlendirdi. İngiltere’nin bu maksadını anlayan Rusya, bağımsız bir ermeni devleti kurulmasına karşı çıktı. Berlin andlaşmasında imzası bulunan İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya ve Rusya, Osmanlı Devleti’ne bir nota vererek andlaşmanın gerektirdiği ermeniler lehine olacak ıslâhatın’yapılmasını istediler. Sultan Abdülhamîd Han’ın ileri görüşlülüğü ve dirayetli devlet adamlığıyla bu teşebbüs netîcesiz kaldı. Ancak bütün yıkıcı güçler gibi, ermeniler de, kurdukları tedhiş çeteleriyle Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın tahttan indirilmesi için türlü yollara başvurdular. Yalnız propaganda ile yetinmeyen ermeniler, gayelerinin tahakkuku için yegâne engel gördükleri sultan Abdülhamîd’e olmadık iftiralar attılar. Canına kastedecek şekilde suikast düzenleyen ermeniyi affedebilecek kadar âlicenap ve hoşgörülü olan Türk’ün yüce hakanına “Kızıl Sultan” demek cür’etinde bulundular. Bu iftirayı ilk defa ermeni asıllı Fransız yazar Albert Vandal, “Le Sultan Rouge = Kızıl Sultan” şeklinde ortaya attı. Türk düşmanlarının bu gibi iftiraları atmaları tabiîdir. Fakat ermeni komitacılarına karşı Türk’ün hakkını koruduğu, ermenilerin hayâllerini suya düşürdüğü için, müteassıp Fransızın ortaya attığı Le Sultan Rouge lakabını bâzı gafiller Türkçeye aynıyla tercüme edip, ansiklopedi ve ders kitaplarına sultan Abdülhamîd’in Kızıl Sultan olduğunu yazıp, düşmanla aynı safta yer alarak genç ve körpe dimağlara düşmanı dost tanıttılar. Bugün içinde bulunduğumuz hâl ne yazık ki bu gafil ve hâinlerin hedefi şaşırtarak getirdikleri son nokta oldu.
Osmanlı ülkesinin çeşitli yerlerinde isyânlar çıkardılar. 20 Haziran 1890’da Erzurum isyânını, Temmuz 1890’da Kumkapı nümayişini, 1890’da Birinci Sason isyânını, 1892-1893 senelerinde Merzifon, Kayseri, Yozgat isyânlarını, 30 Ekim 1896’da İstanbul ermeni patırdısını, 26 Ağustos 1896’da Banka vak’asını, 1904’de İkinci Sason isyânını çıkardılar. Bu isyânlar sırasında kadın çocuk demeden pek çok müslüman Türk’ü şehîd ettiler. 21 Temmuz 1905 Cümâ günü Yıldız Câmii’nde pâdişâh sultan İkinci Abdülhamîd Han’a karşı sûikasd düzenlediler. Fakat bu emellerine erişemediler. 1908’de İkinci Meşrûtiyetin ilânından sonra açılan Meb’ûsân meclisine, bu tedhiş teşkilâtlarının elebaşıları milletvekili olarak katıldı.
İkinci Meşrûtiyet’in ve 31 Mart Vak’asının hemen ardından Adana’da bir ayaklanma çıkardılar. Balkan harbinden sonra ermeniler lehine ıslâhat konusunu büyük devletler yeniden ortaya attılar. İttihâd ve Terakkî’nin iktidarda bulunduğu Bâb-ı âlî hükümeti Rusya ile imzaladığı bir andlaşma ile ağır hükümler getiren bir ıslâhat projesini kabul etti. Ancak bu sırada Birinci Dünyâ harbinin başlaması üzerine ermeniler lehine yapılacak ıslâhat konusu tekrar kapandı.
Balkan harbi ve Birinci Dünyâ savaşında Avrupa devletlerinin güdümünde hareket eden ermeniler, kurdukları tedhiş çeteleriyle Osmanlı ordularını arkadan vurdular. Yurt dışındaki büro ve dernekler aracılığıyla gönüllü birlikleri meydana getirip, bunların Fransa ve Rusya saflarında cepheye sevklerini sağladılar. Rusya’nın Osmanlı sınırlarına girmesi üzerine, çetecilik ve isyân hareketleriyle düşmana yardımcı oldular. Osmanlı Meclis-i meb’ûsânındaki üç Ermeni meb’us (milletvekili) cepheye koşarak Türklere karşı savaşan çetelerin başına geçtiler. Mayıs 1915’de Van’da büyük bir isyân çıkarıp, pek çok müslüman-Türk’ü katlettiler ve şehrin Rus işgali altına girmesini sağladılar. Bu acıklı durumlar karşısında Osmanlı hükümeti 14 Mayıs 1915’de Sevk ve iskan (Tehcir) kânununu çıkararak ermenileri savaş bölgesinden uzaklaştırdı. Diyarbakır’ın güneyine, Fırat vadisine ve Urfa yöresine yerleştirildiler.
Doğu Anadolu’nun işgali sırasında Ruslar ile birlikte hareket eden ermeniler, Türklere karşı taarruza geçtiler. Yapılan arama ve tahkikatlarda, ele geçen; “Yedi yaşından yukarı kız ve erkek çocukları da dâhil bütün müslümanlar öldürülerek, şehir ve kasabalarda taarruz ve müdâfaa tertibatları, kumanda hey’etleri kurulacak, Ruslar biraz daha ilerleyebilirlerse, resmî dâireler ve şehir kapıları bomba ile havaya uçurulacak, vâli, polis müdürü ve jandarma komutanı gibi idare âmirleri öldürüldükten sonra, kaçmak isteyen müslüman ahâli katledilecektir” yazılı bildiriler, ermenilerin çirkin maksadlarını ortaya koymuşdur.
Diyarbakır, Van, Bitlis, Erzurum, Erzincan, Maraş, Trabzon, Adana, Sivas, Urfa ve diğer vilâyetlerde silâhlı isyânlar hazırladılar. Suriye ve Filistin bölgesine vâli tâyin edilen, İttihâd ve Terakkî’nin üç paşasından biri olan Cemâl Paşa’ya ayrı bir devlet kurdurma teşebbüsünde bulundular. Devletin güçlü anlarında, bütün azınlıklar gibi ermeniler de devlete sadâkat göstermişler, zayıf ânında ise, yerli ihanet ocakları ile birlikte arkadan vurmuşlardır.
Rusya’da 7 Kasım 1917’de bolşevik ihtilâli patlak verince, Rus birlikleri geri çekildi. Bu çekilme esnasında Doğu Anadolu’daki istilâ ettikleri yerlerin idaresini, Rus kumandan ve subaylarının idaresindeki ermeni intikam taburlarına bıraktılar. Bu durumdan faydalanan ermeniler, Doğu Anadolu’da insanlığın yüz karası vahşetlerle, silâhsız, masum müslüman-Türk halkını çoluk-çocuk demeden katlettiler. Böylece buraları ermenistan yapma hayâllerine kapıldılar. 12 Mart 1918’de Erzurum’un kurtuluşuyla ermenilerin bu hayâlleri suya düştü.
1918 Ekim’inde mütârekenin îlânıyla başlayan işgallerde, bulundukları vilâyetlerdeki işgal kuvvetleriyle işbirliği yaptılar. Onlardan aldıkları destekle müslüman-Türk halkına tekrar zulmettiler. Türk köylerine taarruz eden ermeni çeteleri, köylüleri soydular. Silâh, para ve eşyalarını aldılar. 21 Aralık 1918’de Adana’ya giren Fransız birlikleriyle ermeni gönüllü askerleri de geldi. Adana üzerinde hak sahibi olduklarını iddia eden ermeniler, derin bir kin ile Türklere saldırmaya başladılar. O sırada Adana vâlisi olan Nâzım Bey, işgâiden iki gün sonra hükümete çektiği telgrafta, sağlık durumu ve mahallin icâbından dolayı istifa ettiğini bildiriyor ve vilâyetin hâlini pek acıklı bir surette tasvir ediyordu. Fransızların maksadının, orada ermeni cumhuriyeti kurmak ve ermenilerin hâlen zayıf bir azınlıkta bulunmalarından dolayı şimdiki hâlde buna muvaffak olamazlarsa geçici müstakil bir hükümet teşkil etmek olduğunu ve işgal askerlerinin yüzde sekseninin ermeni gönüllülerden olmasının buna delîl olduğunu belirtiyordu. Bir müddet sonra Adana’da bir ermeni intikam alayı kuruldu ve her tarafta cinayetler başladı. Fransız işgal kumandanları ise, bulundukları yerlerde ermenilerin Türkler üzerine hâkimiyet kurması için elden gelen her şeyi yaptılar.
Antep, Maraş ve Urfa’nın işgal edilmesinde de aynı şekilde hareket eden ermeniler, müslüman-Türk halkına her türlü hakaretlerde bulundular. Türk kadınlarının kıyafetleriyle alay ettiler. 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara andlaşmasına kadar bu bölgedeki yerli halka zulmeden ermeniler, Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti’ni parçalayıp, yutmak için yaptıkları savaşın vâsıtalarından biri oldular. Sultan İkinci Abdülhamîd Han’ın; “Büyük devletlerin zavallı piyonları” dediği ermenileri ermeni yazarı Koçanznuni’nin; “Ermeniler sâdece hayâl peşinde koşturulmuşlar, sonunda ise terk edilmişlerdir” dediği gibi aldatıldılar.
Bir taraftan Osmanlı Devleti’ne karşı ermenileri kullanan Rusya, onları ezmekten ve zulmetmekten geri kalmadı. Kendi vatanlarında ezdiği, sürdüğü Kafkas ermenilerini müstakil ermenistan ideâli etrafında topladı ve Türkiye’yi hedef gösterdi. Bu kışkırtmalar neticesinde Haziran 1920’de Oltu ve Tuzla’yı işgâl ettiler. Türk köylerinin, kasabalarının sık sık ermeni baskınına uğraması üzerine şark cephesi kumandanı Kâzım Karabekir Paşa harekete geçti. 29 Eylül’de Sarıkamış, 30 Ekim’de Kars, 7 Kasım’da Gümrü zapt edildi. Ermenilerle 3 Aralık 1920’de Gümrü andlaşması imzalandı. “Osmanlı, Rus ve bütün cihân istatistiklerinin ve yerleşmiş olan içtimaî vaziyetin gösterdiği vechile Osmanlı hududu dâhilinde ermeni ekseriyetini hâvi bir arazi parçası mevcud değildir” hükmünün yer aldığı bu andlaşmayla ermeni mes’elesi son buldu, resmen imza ve taahhüd altına alındı.
Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hazırlayan Mondros mütârekesinden sonra yurt dışına kaçan İttihâd ve Terakkî’nin ileri gelenleri, Talat Paşa, Cemâl Paşa, Sa’îd Halim Paşa ve Cemâl Azmi, ermeni çetecileri tarafından öldürüldü.
Günümüzde en çok ermeni Rusya’da bulunmaktadır. Ülkemizde ise, 80.000 civarında ermeni vardır. Türkiye’nin ermeni konusunda hiç bir mes’elesi yoktur. Türkiye’de gayet rahat ve huzur içinde yaşayan ermenilerin, tamamen serbest olan kiliseleri, çocuklarını okutmak için açtıkları okulları vardır. Çıkardıkları ermenice gazeteyi dünyânın dört yanına gönderebilmektedirler.
————————————————
1) Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Mes’elesinin Ortaya Çıkışı (Cevdet Küçük, İstanbul-1983)
2) Ermeni Mes’elesi (M. Kemal Öke. İstanbul-1988)
3) Türk-Ermeni Münâsebetlerinin Dünü Bugünü (Osman Karabıyık, İstanhul-1984)
4) Îzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-4, sh. 286
5) Rehber Ansiklopedisi; cild-5. sh. 169
6) Belgelerle Ermeni Sorunu (Genel Kurmay Askerî Târih Yayını, Ankara-1983)
7) Târihte Ermeni Mezâlimi ve Ermeniler (M. Hocaoğlu, İstanbul-1976)
8) The Armenians in History and the Armenian Question (Esat Uran, İstanbul-1988)
9) 31 Mart Vak’ası (İ. Hâmi Danişmend, İstanbul-1974); sh. 142
10) Hâtırât-ı Cemâl Paşa; sh. 246
11) Hâtırât-ı Talat Paşa (İstanbul-1946); sh. 16.
12) Ruslara Göre Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezâlim (Azmi Süslü. Ankara-1987)
13) Ermeni Dosyası (K. Gürün, Ankara-1983)
14) Osmanlı Ermenileri (Bilâl N. Şimşir. Ankara-1983)
15) Türk Târihinde Ermeniler (Sempozyum, İzmir-1983)
16) History of the Ottoman Empire and Modern Turkey; cild-2, sh. 200
17) Târih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu (Erzurum-1984)