Osmanlı'da Adaletname

Kânunları uygulamakta, görevlerini kötüye kullanan idarecileri îkâz için veya tahta çıkan halîfe veya pâdişâhların devleti adaletle idare edeceklerini bildirdikleri yazılı emirleri ihtiva eden vesika. Arabça adalet ile Farsça mektup anlamına gelen nâme kelimelerinden meydana gelmiş bir “birleşik isimdir. Ayrıca; pâdişâhların yayınladığı adaletnâmelere, Adalet fermanıAdalet hükmü, sadrâzamın gönderdiğine de, Adalet emri denir.

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, insanlar arasında adaletin hâkim kılınmasını, tarafsız, âdilâne davranılmasını, zulüm ve haksızlığa meydan verilmemesini sağlayacak faaliyetlerde bulunmuştur. Hadîs-i şerîfleriyle idarecilerin, insanlara iyi ve âdil muamele etmelerini istemiş ve nesil, ırk, soy, vatan ve bölge ayrımı yapmanın doğru olmayacağını ifâde etmiştir. Hazret-i Ebû Bekr halîfe olduktan sonra, okuduğu hutbede halka adaletle davranacağını anlatmak için; “Ey insanlar! Ben size halîfe seçilmiş bulunuyorum. Sizin zayıfınız, bence çok kuvvetlidir. Onun hakkını korurum. Kuvvetine güveneniniz ise, bence zayıftır. Çünkü ondan başkasının hakkını alırım” buyurmuştur. Diğer halîfeler de insanlara adaletle muamele edilmesi ve idarecilerin kânunlara tam manâsıyla uymaları için yazılı emirler göndermişlerdir. İslâm ülkelerinde adaletin doğru ve eşit dağıtımını kontrol eden Divân-ı mezâlim, Dâr-ul-adl, Dîvân-ı a’lâ gibi teşkilâtlar kurulmuştur. Bunların görevlerinden biri de vâli ve kâdıların yaptıkları zulüm ve haksızlıkları önlemekti.

Târih boyunca kurulan bütün İslâm devletleri gibi Osmanlı Devleti de, Osman Gâzi tarafından te’sis olunurken, sırf Allahü teâlânın rızâsı için insanların dünyâ ve âhiret seâdeti, huzuru ve refahı, en yüce gaye ve ideâl olarak seçilmişti. Osmanlı sultanları, memleketin muhtelif yerlerinde ortaya çıkan hâdise ve gelişmeleri dikkat ile tâkib edip, İslâm dînine ve devletin kânunlarına aykırı işlerin bulunup bulunmadığını incelerlerdi.

Devletin sınırları fevkalâde büyüyüp yayılınca, merkezden uzak vâli, kâdı ve idarecilerin zulüm yaptıkları ve haksız davrandıkları olmuştur. Bunu önlemek için sultan, ilgili yerlere adâletnâmeler göndererek, dînin ve pâdişâhın emrine aykırı işleri kaldırdığını îlânla, kânuna riâyeti te’min ederdi.

Adâletnâme veya adalet hükmü, sultânın doğrudan doğruya verdiği bir emirdir. Bir hükmün bütün rükünlerini taşır. Adâletnâmede de her hükmün en önemli özelliği olan “Buyurdum ki” sözü ile emir kısmına girilir. Adâletnâme, berât gibi üçüncü şâhıslara değil de normal bir ferman gibi, doğrudan doğruya emir alana hitâb ederdi. Emir, bütün devlet idarecilerine hitâb ettiği gibi belli bir bölge idarecilerine de münhasır olabilirdi.

Adâletnâme; herhangi bir haksızlık, zulüm, yolsuzluk yayılıp umûmî bir hâl alınca, bâzı bölgelerin durumları ile ilgili şikâyetler vâki olduğu zaman veya yeni tahta çıkan pâdişâhın halka adaletle hükmedeceğini ifâde etmek için yayınlanırdı. Adâletnâmenin yayınlanmasına sebeb olan şikâyetler, hükmün nakil, bildirme ve ulaştırma kısmında dâima işaret olunurdu. Adâletnâmede, halkı zulme karşı koruma gayesi dâima açık şekilde belirtilirdi. Genel adâletnâmeler müslüman ve gayr-i müslim bütün halkı koruma gayesi güderdi. Bir bölge halkı için gönderilen adâletnâmeler olduğu gibi, bir zümre için de gönderilebilirdi. Adâletnâmelerin en belirgin özelliği, genel olması ve geniş bir kitleyi ilgilendirmesidir. Başka adlar allında yayınlanan bir takım vesikalar da adâletnâme sınıfına girmektedir. Adâletnâmelerden yalnız cezalarla ilgili olanlara yasaknâme denirdi.

Adâletnâme, hüküm verme yetkisi taşıyan kâdılara ve bedenî cezaları uygulama yetkisine sâhib beylerbeyi ve sancak beylerine hitaben yazılırdı. Doğrudan doğruya onları belli şeyleri yapmaktan men ederdi. Başkalarının yaptığı zulümler de bunlardan sorulurdu. Bu yüzden, adâletnâmeterde “almayasız ve aldırmayasız”, “etmeyesiz ve ettirmeyesiz” gibi ifâdeler sık sık geçmektedir. Kânunların te’yidi ve yerine getirilmesi esas gaye olduğundan, çoğu zaman yalnız kâdılara gönderilirdi.

Adâletnâme, bir takım hak ve muafiyetleri te’yid ederdi. Bu muafiyetler, beratla olduğu gibi, üçüncü şahıslar karşısında hükmü alana âit değil, tersine hükmü alana karşı üçüncü şahıslara aitti. Bu üçüncü şâhıslar, kâdı tarafından verilen adâletnâme suretini almağa ve ona göre hak ve muafiyet istemeye yetkiliydiler. Bu durum, adâletnâmelerin sonunda çoğu zaman açıkça belirtilirdi.

Adâletnâme, halka îlân edilmiş bir beyânname niteliği taşırdı. Adâletnâmenin halka duyurulması şarttı. Bundan dolayı vesikanın bitişinde, kâdılara, halkı toplayıp belgeyi önlerinde okutması ve içindekini iyice anlatması emredilirdi. Adâletnâmelerin halkın eline geçmesini kolaylaştıran hükümler de vardı. “Kim olursa olsun bu vesikanın kâdı sicilinden bir kopyasını isterse, bir kelimesini bile saklamadan, suretini yazarak, imzalayıp ellerine verip; “Adâletnâme-i hümâyunum suretinden bir akçe ve bir habbe almayasınız” emri eklenirdi. Adâletnâmedeki emirlerin mutlak surette yerine getirilmesini isteyen sultan, bölgeye gizli teftiş yaptırmak için adamlar gönderirdi.

Osmanlı adâletnâmeterinin yayınlanmasına sebeb olan şeylerden bazıları şunlardır: 1-Vergi yolsuzlukları ve vergi olarak toplanan malların halka zorla uzak mesafelere kadar taşıttırılması, 2- Kâdı nâiblerinin sık sık teftişe çıkıp halkı rahatsız etmeleri, 3- Muhtelif devlet me’murlarının; suçlulardan, kâdılardan izinsiz cerime almaları, 4- Bid’atlerin yâni sonradan ortaya çıkıp, halkın dînine, itikadına uymayan şeylerin ve hurafelerin yaygınlaşması, 5- Me’mûrlukların yakınlarına verilmesi veya fahiş fiyatlarla satış yapılması, 6- Rüşvet, 7- Tımarlı sipahiler, beylerbeyiler, sancak beyleri, mütesellimler, subaşılar, kethüdalar, kâdılar, nâibler, kassâmlar, âmiller, muhassıllar ve mübaşirler gibi me’murların halktan, ücretsiz yem ve gıda maddeleri almaları.

Adâletnâmeler üç bölümde hazırlanırdı. Birinci bölümde şikâyetler sıralanır ve adâletnâmenin gayesi belirtilir, ikinci bölümde şikâyetlerin değerlendirilmesi netîcesinde yasaklanan ve serbest bırakılan hareketler zikr edilir, üçüncü bölümde ise, emirlerin tatbik edilmemesi netîcesinde verilecek cezalar zikredilirdi.

1516 senesinde yayınlanan Eflaklar (Karadağ-Romanya bölgesi sâkinleri) adâletnâmesinde yasaklanan sûistimaller ve bid’atler sırasıyla şunlardır:

1- Semendire sancağını yazmış olan eminler tarafından yeni deftere sancak beyi için harman vaktinde her köyden belli mikdârda arpa, buğday tâyin edilmiştir. Bunun dışında hiç kimse halktan fazla birşey istemeyecektir. Bal, yağ, koyun, kepenek gibi şeyler almayacaklar, kâdılar da bunları önleyeceklerdir. Fakat paraları ile almak isterlerse reâyâ ve Eflaklar da satmaktan çekinmeyeceklerdir.

2- Kânuna göre elli evden bir kişi olarak alınan hizmetçiye gelince, beyler daha çok hizmetkâr istemekte ve daha uzun zaman hizmette tutmağa çalışmaktadırlar. Yahut sancak beyi hizmetkâr yerine bâzan para almak istermiş. Bu da yasak edilmiştir. Kânuna göre işlem yapılacaktır.

3- Pâdişâh kapısına mahpus göndermek veya sâir devlet hizmetleri için davar ve adam gerekirse lüzumu kadar alınacak, bu bahane ile fazla davar çıkarmak veya karşılığında para istemek gibi yollara gidilmiyecektir. Sancak beyinin, kendi hizmeti için davar ve adam istemesi yasaktır.

4- Eflakların hâne başına ödedikleri flori resmini toplamak için gidenler, her yerin kâdısı ile birlikte bu resmi toplayacaklar ve kendileri için hâne başına sâdece bir akçe florici, bir akçe kâtibi alacaktır. Ayrıca, bahşiş ve başka adlar altında, hiç bir şey istemeyeceklerdir.

5- Eflaklar, sancak beyine ev yapmak mecburiyetinde değillerdir. Ancak voyvoda için her nahiyede belli bir yerde nahiye halkı bir ev yapar ve tamirine bakar. Her gelen voyvoda orada oturur.

6- Voyvoda, halktan istediğini parası ile ala. Para cezası veya siyâset cezaları hususunda kâdının izni olmadan kendiliğinden hareket etmeye ve reâyayı tutuklamaya. Voyvodalar zorla ot, arpa, saman ve tavuk almayalar.

7- Eflakların çayırlarına, bahçelerine, tahıllarına ve terekelerine ve otlaklarına, sancak beyi ve adamları at salıverip zarar verdirmeyeceklerdir. Seyislerinin reâyadan yem ve yiyecek almasına müsâde etmeyecektir.

8- Domuzlar bir kimsenin tımarında otlamıyorsa, otlak hakkı alınamaz.

9- Yeni gelen voyvodanın, primi (köy kethüdaları) birer karınyağ, birer kebe (kepenek) alması da yasaklanmıştır.

10- Muhârebe zamanında sancak beyleri, voyvodaları ve subaşıları, knezler (nahiye kethüdâları) ve primikurlar, Eflakların zorla atlarını, silâhlarını alıyorlarmış. Bu da men edilmiştir.

11- Hıristiyan köylerinde oturan müslümanlandan hıristiyanlara zarar gelmiyorsa yerinde kalabilirler. Aksi hâlde yerlerinden göçürülecek. Müslümanlar bir arada oturacaklardır.

12- Bu adâletnâme ile eski Despot Kânunu da kaldırılmıştır. (Despot Kânunu, bâzı dâvaları Eflakların kendi aralarında hâl etmeleridir. Bu adâletnâme ile her türlü ihtilâfın kâdı ve sancak beyi marifetiyle halledilmesi emredilmektedir.)

 1) Adâletnâmeler (Halil İnalcık; Belgeler Dergisi; cild-2, sh. 3-4); sh. 49

 2) Saruhan’da Eşkıyalık (Çağatay Uluçay, İstanbul-1944); sh. 163

 3) XV ve XVI Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Ziraî Ekonominin Hukûkî ve Mâlî Esasları, I. Kânunlar (Ö. Lütfi Barkan, İstanbul-1943); sh. 251

 4) Osmanlı Devleti İlmiye Teşkilâtı; sh. 131-251

PAYLAŞ