Şeyh müridlerini cübbesi altında cennete mi götürecek

   Tasavvuf öyle bir daldır, bu tarikat öyle bir yoldur ki, bir devlet reisi de olsa kabul edilir, bir amele, bir köylü olsa da alınır, kimse bu yoldan geri çevrilmez. Herkes kendi kabını derinliği nisbetinde doldurur, teslimiyeti ölçüsünde sırlara vakıf olur.

   Eskiden ilim tahsil etmeyeni dervişliğe kabul etmezlermiş. Sonradan fitne zamanın şerrinden sığınmak kolay olsun diye insanları geri çevirmemişler ve her isteyene ders vermişler. Bu nedenle tarikatta her kesimden insana rastlamak mümkündür.

   Dolayısıyla “cahil sofilerin” olması da kaçınılmazdır.

   Kimisi gerçekten saf niyetinden, kimisi de bilip bilmeden şöyle demektedir:

   “Şeyhimiz bizi cübbesinin altında cennete sokacak”

   Bu cümlede bir hakikat ve bir yanlış yatmaktadır…

   Bunu fırsat bilen tarikat düşmanları da: “şeyhleri onları cübbesinin altında sırattan geçirecekmiş” gibi alaycı ifadeler ile tarikat ehlini şirkle suçlamakta, şeyhe güvenip tembellik yaptıklarını ve batıl bir yolda olduklarını iddia etmektedirler.

Değerli Gönül Dostları!

    Mutasavvıf olsun olmasın her Müslümanın ölçüsü ilk olarak şu olmalı: “Ey kızım Fatıma!, Babam Peygamber diye güvenme Rabbine karşı kulluk vazifeni yap, Eğer Allah’tan nefsini satın alamazsan vallahi ben bile senin namına hiçbir şey yapamam…” (Müslim, İman,89, Hadis no:351)

   Evet, kişi Allah’u Teala’ya daha yakın olma, O’nun rızasını kazanma yolunda bir mürşide bağlanmalıdır ancak bunu zaten Allah (Celle Celalühü)nün rızasını kazanmak için yaptığı için daha gayretli olmalıdır. “Şeyhimiz bizi muhafaza eder, şeyhimizin cübbesinin altında cennete gideriz” diyerek ibadette gevşeklik, şeriatsızlık yapmak, cihadı terk etmek sadece şeytanın dayattığı sinsi bir oyunudur.

   İkinci bir mesele ise bizim son nefesimiz belli olmadığı gibi şeyhimizin son nefesi de belli değildir. İtibar ise son nefesedir. İmanın kurtarılıp kurtarılamayacağı belli değildir.

   Üçüncü bir mesele ise bir şeyhe “şefaatine nail olmak için” değil, Allah’u Teala’ya yakınlaşmak ve kavuşmak, Şeriatı daha güzel ve ince yaşamak için intisab edilir. Şefaat yetkisi verilir ise Allaahu Teala’nın izniyle de istifade edilir…

VELİ ŞEFAAT EDER
   Şuurlu bir mutasavvıf asla böyle (şeyhim beni kurtarır diyerek ibadeti bırakmak gibi) düşünmez ama her kesimden her türlü insan bu yola girebildiği için belki böyle düşünenler de olabilir.

   Ancak şu şekilde düşünülebilir.

   Allahu Teala Peygamberlerine, hafızlara, velilere vs. şefaat hakkı verecektir. Şefaat haktır. ŞEFAAT HAKKINDA DETAYLI BİLGİ İÇİN TIKLAYIN

   Veliler de şefaat edecektir. “ümmetimden bazıları var ki büyük bir cemaate, bazıları vardır ki bir kabileye, bazıları vadır ki bir guruba, bazıları da vardır ki tek bir kişiye şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar.” (Tirmizi, Kıyamet 11)
    İmam-ı Rabbani Hazretleri de şöyle buyurmuştur: “Salih ve hayırlı zatların, Allah’u Teala’nın izni ile kıyamet günü, asiler ve günahkarlar hakkında şefaat etmeleri hak ve gerçektir.” (Mektubat 17. Mektubdan)

   Dolayısıyla kişi tâbi olduğu şeyhinin şefaatine nail olmayı arzu eder. Elbette ki, kime şefaat yetkisi verileceği belli değildir ancak bu sadece bir hüsnü zan ve bir temennidir.

CÜBBENİN ALTINDA CENNETE
   Zaten kullanılan bu ifadeler de mecazidir.

   Mesela biri mecazi olarak “şeyhimizin cübbesi altında cennete gireriz” demiş olabilir. Belki Tasavvuf eserlerinde bile bu gibi ifadeler geçebilir. Bu ifadeden maksat şefaat yetkisi verildiği takdirde, bizler de şefaatiyle cennete gireriz. Yani “şefaati altında cennete gireriz” demek olur, böyle kastedilmiştir.

   Bunu duyan bir avam yanlış anlayıp başka söyler, diğeri daha da yanlış anlayabilir. Sözler, cümleler ters nakledilebilir. Dolayısıyla dervişlerin itikadı bozulabilir. Tarikat düşmanlarına da gün doğar…

TARİKAT DÜŞMANLARI HEVESLENMESİN
    Tarikat düşmanları ise hemen bu sözden yola çıkarak “Tarikatçılar müşrik, tarikatçılar kaypak, Allah’a değil şeyhe güveniyorlar” gibi ifadelerle saldırıyorlar.
   Dediğimiz gibi belki yanlış düşünen bazı kimseler olabilir. Ancak bu, şefaatin olmadığı manasına gelmez. Yukarıdaki hadis de (Ey kızım Fatıma! Hadisi) şefaatin olmadığına delil teşkil etmez. Yeri gelince aynı kaynaktan gelen hadis-i inkar ederler ama işlerine geldiği için bu hadis-i “şefaatin olmadığına” delil olarak kullanırlar.

   Halbuki aynı kaynakta şu hadis-i şerif de rivayet edilmektedir:
   “Küçük yaşta ölen çocuğa, “Cennete gir” denilir. Fakat o cennetin kapısında durur, kızgın ve öfkeli bir şekilde beklemeye başlar ve: “Annem ile bbam yanımda olmadıkça girmem” der. O zaman meleklere: “Onun anne babasını da onunla birlikte cennete koyun” denilir. (Müslim, Birr, 154; İbni Mace, Cenaiz, 58; Heysemi, mecmau’z Zevad, nr. 18551)

Küçük yaşta ölen çocuğun bile şefaat edeceği bildirilir…

   Şu anlaşılıyor; Bir Müslüman Rabbinin emirlerini, nehiylerini tutmalı, isyan etmemeli ve ahiretteki hali için “korku ve ümit” arasında olmalı. Kendinden emin olmamalı ve lakin Allah’ın rahmetinden ümidini de kesmemelidir.

   Zaten şefaat de bu rahmetin bir tecellisidir…

SONUÇ:
   Bu vehhabi kafalılara karşı bizlerin daha şuurlu olması, hangi ifade ne için kullanılıyor bunu bilmemiz gerekiyor… Devir ilim devridir değerli kardeşlerimiz. Ehli sünnet kaynaklardan ilme çok önem veriniz… Gerçi vehhabi kafa ilim kabul etmez (işlerine gelmeyene uydurma damgası vurup sıyrılmaya çalışırlar) ama olsun! Siz tebliğ vazifenizi yapmış olursunuz…

www.ihvanlar.net

-DELİLLER İLE TASAVVUF BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYIN-

PAYLAŞ