Müctehid ne demektir?
Cehd kökeninden gelen ve iftiâl bâbından ism-i fâil olan müctehid, Kur’an-ı kerîmdeki ve hadîs-i şeriflerdeki anlamı kapalı hükümleri açığa çıkarabilmek için tüm gücü ile çalışıp çabalayan ve sadece Allah rızası için bu sıkıntılara katlanan en büyük fıkıh âlimlerine müctehid denir. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor:
Allah bir kimse hakkında (iyi niyetinden dolayı) hayır dilerse, onu fakîh (fıkıhta imam) yapar ve ona doğruyu ilham eder. (Bezzar)
Müctehidlik gerçekte ilâhî lütuf ve fıtrî yeteneklere bağlı bir bilim dalıdır. Allah (c.c.) sevdiği kullarını dinde fakîh kıldığı ve onlara doğruyu ilham ettiği için müctehidler çok akıllı, süper zekâlı, duyduklarını ve ezberlediklerini hiç unutmama gibi üstün fıtrî yeteneklere sahip örnek insanlardır.
Müctehidler fıtrî yeteneklerin dışında sarf, nahiv, bedî, beyan, mantık, meânî ve sözlük gibi Arap dilbilgisinde, usûl-i fıkıh ve usûl-i hadîs gibi temel bilgilerde ve “Edille-i şeriyye” denilen Kur’an, sünnet, icmâ ve kıyas gibi kaynak bilgilerde en üst düzeyde dînî otoritelerdir.
Yüce Allah buyuruyor:
Sana Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren O (Allah) dır. Onun âyetlerinden bazıları muhkem (anlamı açık, kesin) dir ki, onlar Kitab’ın ana (yasa) sıdır. Diğerleri de müteşâbih (örtülü anlamlar taşıyan âyet) lerdir. İşte kalplerinde kaypaklık olanlar, fitne çıkarmak ve (sapık görüşlerine
göre) yorumlamak için ondaki müteşâbihlere tabi olurlar. (Âl-i İmrân, 7)
İctihadın ana kaynağı Kur’an ve sünnet (hadîsler) dir. Ancak gerek Kur’an’da ve gerek sünnette Muhkem, Müteşâbih, Zâhir, Nâs, Müşkül, Mücmel, Nâsih ve Mensuh gibi âyetler ve hadisler olduğu gibi ayrıca Hakikat, Mecaz ve Kinâye anlamına gelen âyetler ve hadislerde olduğundan, Müctehidlik her açıdan çok geniş kapsamlı bilgi ve özel fıtrî yeteneklerin dışında, sabır, sebat ve aşırı derecede uğraşı isteyen bir bilim dalı olduğundan, her fıkıh âlimi müctehid olamaz ve sadece Allah rızası için bu sıkıntılara katlanamaz.
Çağımızda da müctehidler var mı?
Gerçeği yok ama sahtesi çok! Neden mi? İslâm’ı doğrudan Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den öğrenen, onunla birlikte yaşayan ve uygulayan sahâbelerin her biri, en üst düzeyde “mutlak müctehid” idiler. Bu nedenle Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olursanız, doğru yolu bulursunuz” buyurdu.
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) den sonra Asr-ı saadetin gölgesinde sahâbelerden feyiz alan ve onların sohbetinde yetişen tâbiin’in içinde de pek çok müctehidler vardı ve “Fukahâ-i seb’a” denilen yedi müctehid onların en ünlüleri idi.
Tâbiinin yetiştirdiği tebe-i tâbiin içinde ise bu oran düşmeye ve müctehid imamların sayısı azalmaya başladı.
İmâm-ı A’zam tâbiinden, İmâm-ı Mâlik ile İmâm-ı Şâfî tebe-i tâbiinden ve İmâm-ı Ahmed İbn-i Hanbel etbâ-i tebe-i tâbiinden idi. İmâm-ı Ahmed İbn-i Hanbel’den yani etbâ-i tebe-i tâbiin döneminden sonra, “mutlak müctehid” (mezheb İmâm-ı) derecesinde bir müctehid yetişmedi. Çünkü insanlar Asr-ı saadetten uzaklaştıkça, Kur’an ve sünnet ile ilgili temel bilgileri doğrudan kaynağından alamayınca, ashâb-ı kiram, tâbiin ve tebe-i tâbiin gibi dinin canlı şâhitleri de âhiret âlemine göçünce, doğal olarak ictihad kapıları kapandı ve bu nedenle “mutlak müctehid” derecesinde bir fıkıh âlimi yetişmedi. Gerçi “mes’elede müctehid” kapısı kıyâmete kadar açıktır ama,
Ne yazık ki kıyâmete yakın gerçek âlimlerin ölümü ile ilim kalkacak ve meydan kendilerini dev aynasında gören cahillere kalacak. Ekranların başına geçen ve Allah korkusundan yoksun olan o cahiller, “tüp bebek” örneğinde olduğu gibi her konuda bilinçsizce fetvâlar verip insanları sapıtacak ve kafaları karıştıracaklar.
Müctehidlerin yetiştiği döneme baktığımızda!
Müctehidler Kur’an’ın anayasa olduğu, ilâhî kanunların uygulandığı ve İslâm’ın yeryüzüne egemen olduğu bir dönemde yaşadılar ve günümüzdeki koşullardan çok farklı bir ortamda yetiştiler.
Asr-ı saadetin, mânevî feyzi, ruhsal heyecanı ve cihad ruhu devam ediyordu. Ashâb-ı kiramın yetiştirdiği tâbiin ve tâbiin’in yetiştirdiği tebe-i tâbiin’in pek çoğu hayatta idi ve bunlar dinin canlı şâhitleri ve temel kaynakları idi. Binlerce müfessir, muhaddis ve fukahâ’nın, yüzlerce ictihad ya da ictihad derecesine yakın gerçek âlimlerin yaşadığı ve ilmin en saygın olduğu bir dönemdi.
Ev hanımlarının ve sokakta oynayan çocukların bile günümüzde ekranlarda fetvâ veren çağdaş din adamlarından daha bilgili olduğu bir dönemdi.
İmâm-ı Ebû Hanîfe, İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı Şâfî ve İmâm-ı Ahmed İbni Hanbel gibi müctehidler, ilmin en yaygın olduğu bir dönemde güneş gibi parlamışlar ve kendilerini kanıtlamışlardır. İctihadları ile ilgili bütün kaynakları ve dayandıkları bütün şer’î delilleri açıkça tartışmışlar ve o dönemin ilmî otoriteleri tarafından kabul edilmişlerdir.
Fetvâ ve ictihad
Yüce Allah buyuruyor:
Hakkında bilgin olmayan bir şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur. (İsrâ, 36)
Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor:
Kim bilmediği bir konuda fetvâ verirse, gökteki ve yerdeki melekler ona lânet eder. (İbn-i Asâkir)
Abdullah İbni Ömer radıyallahü anhüma’ya on mesele sorulsa, bazen birine cevap verir ve dokuzuna “Bilmiyorum” derdi.
İmâm-ı Mâlik’e bir sohbette otuz mesele sorulmuş, sadece üçüne cevap vermiş ve yirmi yedisine “Bilmiyorum” demiştir.
Dinde duyarlı olmayanların ve ilâhî emirleri yaşamayanların, ekranların ve internetin başına geçip din adına konuşmaları ve bilinçsizce fetvâlar vermeleri, en büyük dînî musîbet ve geleceğimiz açısından çok korkunç bir felâkettir.
Yüce Allah buyuruyor:
Ey îman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, onun doğruluğunu
araştırın. (Hucûrât, 6)
Dinde duyarlı olmayıp açıkça günah işleyenlere, örneğin beş vakit namaz kılmayan ve açık saçık gezenlere fâsık denir. Fâsıkların fetvâları, şâhitlikleri ve dînî konulardaki sözleri, görüşleri ve fetvâları geçersizdir. Çünkü Allah (Celle Celaluhu) “fâsıkların getirdiği haberi araştırın ve güvenilir kimselere sorun” buyuruyor.
www.ihvanlar.net – Ahmet Tomor Hocaefendi