Ebu Eyyub El-Ensari Hazretleri’nin kabri nasıl bulundu?

ismailağa   Tarihi kayıtlarda Eyyub El-Ensari olarak bildiğimiz 90 yaşlarında, Peygamberimizin müjdesine nail olmak için sahabelerle İstanbul’un fethi seferine katılan büyük sahabenin kabrinin bulunması şu şekilde anlatılır:

   Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’un fethinden sonra, daha evvel feth-i mübin için gelip orada şehid düşmüş bulunan ashab-ı güzinin kabirlerini tesbit ettirmeye başladı. Bunlardan Peygamberimizin mihmandarlığını yapan Ebu Eyyub El-Ensari (Radıyallahu anh) Hazretlerinin kabrini hassaten tesbit ettirmek istiyordu. Ancak düşman tecavüzlerine karşı muhafaza maksadıyla gizlenmiş olan bu mubarek kabr-i şerif bulunamadı. Bunun üzerine Fatih, Akşemseddin Hazretlerine müracaat ederek:

   “Efendi Hazretleri! Ebu Eyyub El-Ensari’nin kabrni nasıl bulabiliriz?” diye sordu.

   Hazret-i Pir birkaç dakika murakabeye vardıktan sonra o mubarek ve şanlı sahabinin kabri şerifini gösterdi. Oraya işaret olması için bir sopa dikildi. Fakat Fatih Mehmed Han, hocasına itimatsızlıktan değil ancak kalbinin tamamen mutmain olması için geceleyin sopanın yerini değiştirdi. Ertesi gün belirlenene yeri kazmak üzere gelindiğinde Akşemseddin Hazretleri, tekrar murakabeye vardı ve talebesi Fatih’in hayret nazarları arasında:

   “Sultanım! İşaretlediğimiz yer değişmiş!..” deyip sopayı eski yerine getirdi.

   Artık sultanın kalbinde hiçbir şüphe kırıntısı dahi kalmadı ve gösterilen yer kazılmaya başlandı. Birazdan Ebu Eyyub’e ait bir mezar taşı çıktı; Akşemseddin Hazretlerinin kerameti tahakkuk etti.

   Sultan Fatih’in emri üzerine kabir, tamamen ortaya çıkarılarak üzerine bir türbe yanına da bir cami ve medrese inşa edildi.

HEYBET VE CZİBEYİ BU KİŞİDE GÖRÜYORUM
   Fatih Sultan Mehmed han, manevi terbiyesinde yetiştiği hocası Akşemseddin Hazretlerini çok sever, O’na pek fazla hürmet ederdi. Sık sık ziyaretlerine gider; yanından, gönlü huzur ve sükun içinde dönerdi.

   Akşemseddin’de, ara-sıra kendisini ziyarete geldiğinde Fatih ayağa kalkar, O’nu haşyetle ayakta karşılardı. Mahmud Paşa, bir gün merak ve hayretle:
“Aziz sultanım, siz hiçbir alime göstermediğiniz hürmet ve tazimi Akşemseddin’e gösteriyorsunuz. O’Nun yanında size bambaşka bir hal oluyor. O’nun diğer alimlerden ne farkı var” diye sordu.

Fatih de cevaben:

   “Hiçbir zaman, mekan ve şahısta görmediğim heybet ve cazibeyi, bu kişide görüyorum. Bu heybet ve muhabbet, gönlümü altüst ediyor. Muhabbet ve heybet birbirine zıt iki hal olduğu halde, ruhumda nasıl birleşiyor? Ben de buna hayret ediyorum. Bu hal nedir? Bu hal neyin nesidir? Anlıyorum ki bu, O’nun cismani varlığından değil, Hakk’ın mazharı olmasındandır. O’nun huzurunda elim titriyor, dilim dolaşıyor, aciz bir çocuk gibi kalıyorum. O’nun gönül penceresinden ayrı alemler, ayrı nakışlar syrediyorum. İşte bu halim, O’nun ruh halinin bana olan in’ıkasıdır. Aynı zamanda O’nun kendi ruhi derinliğini resmeder.” Dedi… (Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI – Osman Nuri Topbaş Hocaefendinin kaleminden)

   İşte Dünya siyasetine yön veren, çağ açıp çağ kapayan bir padişah ve Allah dostlarına olan muhabbeti… Onlar bu muhabbetle kazandılar, bu muhabbetle yükseldiler… Darısı bizim başımıza…

BENZER YAZI: İSTANBULU’UN FETHİNDE EVLİYA PARMAĞI

 www.ihvanlar.net

PAYLAŞ