Prof. Şaban Ali Düzgün’e Reddiye – Ahlak, din ve akıl karmaşası!
Şaban Ali Düzgün… Fikirlerini okuyunca pek de “düzgün” olmadığını görüyoruz. Geçtiğimiz aylarda Habertürk gazetesinde bir söyleşisi yayınlanmış ve şöyle bir başlık atılmıştı: “Farklı bir ilahiyatçı o. Dinde revizyon istiyor, dinin geleneğin tortularından kurtulması gerektiğini düşünüyor. Bunu da felsefi ve sosyolojik arka planıyla sunabildiği için kendini dinletiyor”
İşte bu ilahiyatçının bir kaç görüşüne Ali Kara Hocaefendi’den reddiye. Böylelikle Profu tanımış olursunuz:
Önce şunu aktaralım, yazıya girerken sayın prof. un “dinde revizyon istediğini”, “dinin geleneğinin tortulardan kurtulması gerektiğini” düşündüğünü zikretmişler.
İlk sorusu şöyle: Dinsiz ahlâk olmuyor mu? Ahlâk ve din birbirinden ayrılmaz iki parça mıdır? Ve ayrılmaması sakıncalı mı?
Prof’un cevabı: Ahlâk bir değerler sistemi öneriyor size. Köken itibarıyla bakarsanız, Yunanca ‘ethos’ ya da Latince ‘moral’ aynı terimler.
Toplu halde yaşarken sizden bana bir zarar gelmeyeceğine dair, alışveriş yaparken bir haksızlığa ya da yönetilirken bir kayırmacılığa uğramayacağınıza dair bir değerler sistemini size mutlaka birileri önerir. Bunu siyaset önerirse siyasetin ahlâkı olur, din önerirse dinin ahlâkı. Yani aslında ahlâk, bir ruh gibi. Dinin içine girebilir, dinin ruhu olur; siyasetin içine girebilir, siyasetin ruhu olur, ekonominin içine girerse ekonominin ruhu olur. Mesela “bırakınız geçsinler bırakınız yapsınlar” diyen liberal şunu söylüyor aslında: İnsanı tek başına bıraktığınız zaman ahlâklı davranabilir. Neden? Çünkü doğuştan bu yeteneğe sahiptir.,
Biz de şunu hatırlatalım:
Evvela bu gibileri, yetişme tarzlarından olacak herhalde hemen işe başlarken avrupa ve avrupalı bilim adamlarından misal verirler, bu çok yanlış. Gerçek müslümana yakışmaz, bizim her hususta örneğimiz artık Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem ve tabileridir. Bunların her yönü bizim için misaldir örnektir tâbi olunması gereken numunelerdir.
Diğer dinlerden bizde bulunan hususlar ise, zaten Allahu tealanın bizlere emri ve tavsiyesidir ki bu da islamın emri ve hükmüdür, o dinin adına yapılmaz, İslam adına yapılabilir.
Meselenin iyi anlaşılması için (şöyle demiş ya: İnsanı tek başına bıraktığınız zaman ahlâklı davranabilir. Neden? Çünkü doğuştan bu yeteneğe sahiptir.,) şu hadisi şerifi bilmek lazım sayın prof ve benzerleri:
“Her doğan çocuk islam fıtratı üzere doğar. …..anne babası onu yahudi yapar veya hıristiyan veya mecusi yapar.”
Bu hasid-i şerif bize meselenin özünü bildirmektedir, daha ne işimiz var elin avrupalısında??? Oraya gitmeden evvel sen kendi peygamberine kitabına baksana! İslam fıtratı –islam kabiliyyeti- demektir, bu da ilk yaratılışta verildiği gibi korunması için de eğitim şarttır. Bu eğitim ilk evvela anne babadan başlıyor, o halde aile fertlerinin din eğitiminin ve yaşantılarının mükemmel olması lazım.
Sayın Prof devamında şöyle demiş:
Bunun adı doğal ahlâk teorisidir. İnsana din veya bir ahlâk teorisi herhangi bir şey söylemeden de insan neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilir. Doğal ahlâk teorisi aynı zamanda benim de şahsi kanaatimdir. İnsan doğuştan bunu bilir.
Deriz ki:
İnsanın doğruyu eğriyi güzeli çirkini bilmesi meselesi usulü fıkhın önemli bir konusudur ve üzerinde bir çok alim çok ciddi münazaralar yapmıştır, bir iki felsefe ve mantıki sözle bunu halledemezsiniz. Ciddi ilmi konuları, basit söyleşilerle hafife indiremezsiniz.
Molla Husrev’in (rahmetullahi aleyh) meşhur eseri Mirâtul Usul’de bu konu etraflı işlenmiştir.
Mutezile (akılcılık) yolunu takip eden bid’at ehline göre “güzel ve çirkini bilmek aklın işidir, şeriat gelmese de akıl doğruyu güzeli çirkini bilir.” Yani delileri akıldır.
Ehli sünnetten olan Eş’arilere göre ise “Akıl bu meselede hiçbir şeye tesir edemez, doğruyu eğriyi güzeli şeriat beyan eder, akıl alettir” derler.
Biz Maturidiler ise, “şeriat iyiyi güzeli beyan eder. Şeriat beyan etmeseydi akıl bunların hepsini anlayamazdı, belki bazı hususları anlar ama ahıret sevabının tahakkuku için şeriat tarafından bildirilmesi gerekir.” Deriz.,
Yani akıl hucceti baliğa (kati delil) değildir. Peygamber gelmekle delil tamam olmuş, insanların özür kapısı kapanmıştır. Artık akıllarını, gelen peygamberin getirdiği hükümleri anlamakta kullanarak iyi güzel hayırlı olanı tercih etme durumundadır ki mükellefiyyetinin neticesine ulaşsın, iradesini kullanarak Allah katında makbul medh edilmiş razı olunmuş olsun, aksi durumda şerli olup cezayı hak eder.
Akıl mutlak olarak doğruyu bilseydi (Prof. un dediği gibi olsaydı), Allahu teala “akıl sahipleri ibret alın… akıl sahipleri düşünmeyecekmisiniz” ..v.s. şeklinde hitap etmezdi. Yani akıllarınızı benim razı olduğum şeyi anlamakta kullanın, muradımı anlayın ve tatbik edin. Sadece anlamak ta yetmez. İş sadece akla kalsaydı Âdem a.s neden hata yapsın ki?
Ayrıca bir çok şeyi aklın anlaması asla mümkün değildir, ibadetlerin şekli, miktarları zamanları, nikah alışveriş vasıyyet miras ile ilgili muameleler ve akitler, zekat miktarları v.s. bir çok muamele dinen beyan edilmeseydi akıl bunları nerden anlayacak? Hâ! Sizin hayatınız sadece dünyevi birkaç husus (yemek-evlenmek-eğlence) gibi şeylerle sınırlıysa, yani Allahu tealaya kulluk yoksa, o zaman sizin aklınız size delil olur ve sizi bir yerlere sürükler……
Şeytanın aklı ve mantığı onu kaydırmadı mı?
Aslında kelamcılara şunu demek lazım “Kelamcının değil de kömürcünün imanı bize lazım” Bazıları da “kocakarı imanı” derler, evet, teslimiyyet böyle olmalıdır.
“din olarak keşfettiğiniz şeyler aklınızla keşfedebileceğiniz şeylerdir.”” Sözü, prof. un dediği gibi mutlak değildir, belki bazı maddelerde öyledir ama bunlar sayılıdır, asıl genel hususlarda dinin beyanı olmasaydı, Allahu teala kulları sorumlu tutmazdı…. Dinin beyan ettiği hangi ibadeti akıl keşfedebilir? Budist’in, yıldızlara tapınanın, mecusinin v.s. dinlerin ibadetleri neden şirktir? Akılları ve nefislerinin anlayışına, ahlaklarının gereğine göre bu usulleri tayin etmişler, Allah ve resulünden almamışlar….
Ayrıca aklın ikiye ayrıldığını söyleyelim: Akl-ı meaş, aklı mead. Aklı meaş geçim ve dünyalık aklıdır. Hayvanlarda bulunan hal buna daha iyi misaldir. Sade hedefi dünya olanların aklı ne kadar mükemmel gibi olsa da aklı meaş tan öteye gitmez, Allahu tealanın buyurduğu gibi onlar yerin bir metre altından haberleri olmaz.
Aklı mead ise iman sahibi olan mü’minlerih ahıret aklıdır, derdi ilahi rıza olanların aklıdır. Bu akıl zahidlerde en ileri derecededir.
Aslında aklın, meseleleri anlamasında, maturidilerin tafsilli görüşünü zikretmek lazım, ancak biz yine başka bir prof’un 1964 te ön sözünü yazdığı Fıkıh Usulü isimli eserinde 178. sayfada yazdığı tafsili hatırlatalım:
Maturidiye göre fiillerin kısımları:
1- Aklın muhakemeye luzum görmeden idrak edebileceği kısım. Allahın varlık ve birliğini bilmek ve inanmak, adalet, iyilik etmek, iyilik edene karşı şükran, hayat kurtarmak gibi. Bunların güzelliğini akıl, şeriat gelemeden evvelde kavrar ve bulşur.
2- istidlal ve akli muhakeme yoluyla idrak edebileceği kısım: Hakkı üstün kılmak için cihadın, caninin elinden masumu kurtarmak amacıyla yalanın iyi olduğu da bu kısma girer. Bu iki maddede geçen örneklerin zıtlarını da akıl aynı yollarla çirkin ve kötü olarak idrak eder.
3- Şeriatın beyanı olmadan kavrayamayacağı, hüsün (güzellik) veya kubhunu (çirkinliğini) bulamayacağı kısım: İbadetin şekil ve sayıları, insanlar arasında geçerli olan türlü akitlere dair bir çok şekil ve kaideler de buraya girer.
O halde, aklın bu kısımlarda meseleleri kavraması ve mükemmel ahlakı elde etmesi, ancak şeriat ile olduğu anlaşılmıştır her halde ….. Şeriat yani din olmadan, mücerred aklın hidayet bulması imkansızdır…
Şaban bey şöyle demiş:
“iman insana kötü şeyler de emreder”; ayet-i kerimedir.,
Bu ayet hangi meselede ne sebeble inmiştir? Sebebi nuzülü bilmeden ayeti, kelime manasıyla zikrederseniz, sizi de yanıltır. Allahın ayetleri kiminin imanını artırır kiminin de küfrünü. Orda bahsedilen iman, ehli kitabın yamulmuş imanı dır ki aslında iman değildir, yani orda istifhami inkari vardır, “bu nasıl iştir*” deriz ya, yani bunu kabul etmeyiz, demektir. O halde Şaban beyin ayrıca meani ilminden de biraz haberdar olmasını tavsiye ederiz.
Her şeyi akla tatbik ederseniz netice de Eflatun’un veya başka bir filozofun dediğine düşersiniz. İsa a.s. ın vaktinde yaşayan meşhur filozofa demişler ki “Ölüyü dirilten bir peygamber zuhur etti, ona tabi olsana.” “Dedi ki: Bizler aklımızla hidayet bulmuş kimseleriz, başkasına ihtiyacımız yok.” Neticede imansız gitti.
Ayrıca hazreti Ali’nin (radıyellahu anhu) ikazını da dikkate almak lazım “Din akılla olsaydı, mestlerin altına mesh edilirdi üstüne değil.” Demek ki akıl alettir ilim için sebebtir ancak kati delil değildir. Kati delil Kur’an Sünnet, icma dır kıyas ta bunlara katılır. Bu delillerini ifadesine göre yaşantı ve ahlak gelişir tamam olur, nitekim Nebi sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Ben, güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”
Demekki herkesin ahlakı tam ve makbul değildir. İnsanlarda bulunan bazı ahlakların güzelliği bizi aldatmasın, Muhammedi olmayan ahlak bir işe yaramaz. Bir çok kafirde değişik dinlerde olan ve güzel görünen şeyler, aslında bir peygamberden alınmıştır, zira İmamı Rabbani k.s. nun beyanına göre kendisine bütün dünya arazileri gösterilmiş ve her beldeye peygamber gönderildiği zikredilmiştir. İşte o peygamberlerden alınan şeylerin devamedenleri, bazıları tarafından din olarak tatbik edile gelmiştir. Ancak nefisleri akıllarına galip geldiğinden en mükemmel ahlak ve maneviyat sahibi olan son peygamberimize tabi olmamışlardır. ,
Allahu teala: “Muhakkak sen ey habibim! Elbette büyük ahlak üzeresin.”
Allahu tealanın büyük –kıymetli-değerli dediği Efendimizin ahlakıdır, başkalarının bizim için bir örnek olması asla geçerli değildir. Onlar bizi örnek alsınlar sayın prof.lar ve ilahiyyatçılar, bunun üzerinde durun. Onların maddi gelişmesinin, maneviyata hiçbir faidesi olmadığı bir çok delille herkesin malumudur, yaptıkları zulüm nerdeyse Arşa dayanacak, nerde ahlakları nerde akılları? Yaptıkları güzel şeyler sadece ve sadece nesifleri içindir, keyifleri içindir….
Prof. un sözü “Dedim ya, din, ahlâk ve rasyonalite (aklılik) Mâturidi düşüncesinde eşitleniyor.”
Bu ifadeleri bir çok yönden yanlış olduğunu açıklamış olduk… eşit değildir asla eşit olamaz zira bu durumda Allahu tealanın iradesi, muradı nerde kalır? Alemi dilediği gibi imtihan için yaratması nedre kalır? Bu adamların –maturidilik düşüncesi- tabiri de iftira ve büyük yanlıştır. İmamı Maturidi kendi adına bir yol çizmemiş, ehli sünnetin müdafaasında önemli hizmetleri olduğundan vaktin uleması ve sonra gelenler itikadi konuların tanıtım ve ifadesinde kolaylık için bu alimin ismini uygun görmüşler, yoksa onun da hedefi Kur’an ve sünnete uygun gerçek iman ve itikat tır.
Prof. un sözü: Bizim Yahudiler’den veya Hıristiyanlar’dan farkımız din farkı değil, şeriat farkı.
Bu ifadesi de kapalı ve istismara açık ve diyalogçuların planına uygun. Bizim ehli kitap ve diğer bütün dinlerden farkımız var, onların hepsi batıl, bizim dinimiz haktır. Allahu teala bu dini niçin gönderdi “Bütün dinler üzerine galip olsun için” “Bütün insanları zulumatlardan nura çıkartması için” “İnsanlara hidayet olması için.” Bu ayetler diğer dinlerin batıl karanlık zulüm olduğunu bildiriyor ve sadece islamın hidayet ve nura götürdüğünü ifade ediyor. Bu nu anlamayan aklı ve ahlakı ne yapalım?
Prof. un sözü: Hakikat evrenseldir, herkese aittir ve ben başkası tarafından keşfedilen hakikate de, ne istiyorsa hazırım. Bu kolay bir şey değil.
Bu sözündeki hakikat dediği her halde maddi dünyevi icatlar bilimsel doğrulardır, bunda herkes ilim babında eşittir. Ama bizim konumuz din-ahlak-maneviyat-marifet konularıdır ki burda hakikat bellidir ve sadece ve sadece islamın beyan ettiği şekilde olanıdır ki buna ancak islama teslim olmuş iman sahipleri ulaşabilir, imandan yoksun olanlar Efendimizi (sallallahu aleyhi ve sellem) izlemeyenler bu hakikatlere ulaşamazlar…. Şaban bey hangi hakikatten bahsettiğini iyi bilmelidir.
Prof. un sözü:
Şöyle sorular oluyor: Efendim Batı’dan Doğu’dan, başka dinden gelen çok güzel ilkeler var, bunları almanın bir sakıncası var mı? Bu saçma bir soru. Alman gerektiğini din söylüyor. O bütüncüllük var, onlar senin peygamberin,
Bütün peygamberler bizimdir ve onların kıssalarından bize nakledilip medh edilenleri alırız ve dinimizin uygulmasına izin verdiği şekilde uygularız, bu zaten dinimizin içindedir, ayrıca İsa nın, Musa nın Davud un uygulamasıdır diye uygulamayız, zira Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) geldikten sonra başka bir uygulama geçerli olmaz. Mesela Abdullah ibni Selam (radıyellahu anhu) yahudilerden gelip iman eden büyük bir alimdi tevratı okurdu. Gece teheccüd namazında Tevrattan okumak için Efendimizden izin isteyince, ona sert bir şekilde -Kur’an geldikten sonra artık hiç birinin hükmü kalmadığını- bildirerek men etti. Başka bir kıssada Hazreti Ömer’in bir kilisenin yanından geçerken işittiği bazı sözler hoşuna gitmiş, gelip Efedimize haber verdi, onu da bir daha dinlemekten men etti.
Şimdi siz ehli küfürden din, ahlak, kanun, adet olarak ne alırsanız alın yolunuzu şaşırırsınız sapıtırsınız. Maddi şeyler bilimler alınabilir, ama Allah dostlarının ifadesiyle onlar da alınmayıp kendimiz yapsak çok daha bereketli olur…
Prof. un sözü: Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi’ni tek bir derste okutmak, insanlara sanki diğer dinlerdeki insanlar ahlâksızmış dersi vermek gibi değil mi?,
Diğer dinlerdeki insanlar bizim halkımızın anladığı manada ahlaksız (sarhoş zinacı hırsız yalancı v.s.) değillerse de, onlara göre cinsel ilişkiler, içki ve kumar belki de iyi ahlak sayılır, nitekim erkek arkadaşı olmayan kızları ayıplarlarmış, bu ahlak hangi dine sığar, ancak batıl dinlere sığar…. Faiz kumar içki gibi haramlar, onlarda makul ise onların ahlakıysa , bizim için sapıklıktan başka ne ifade eder.
Allahu teala onlar hakkında “Onlar hayvanlar gibidir, belki yol bakımından hayvandan daha aşağıdırlar.” “Müşrikler necestirler.” Buyurmadı mı. Prof. ların ilahiyyatçıların ehli küfrü temize çıkartması boşuna onlar pislikle rezillikle damgalanmış mühürlenmiş boşuna uğraşmayın….
Prof. un sözü:
Yahudi, Hıristiyan, Budist, Alevi, Sünni, hiç farketmez…
Evrenseldik hani? Bütüne bakıyorduk? Oralarda iyi olarak keşfedilen, insanları sürekli iyiye, doğruya, estet olana yönlendirecek hangi değer varsa, nereden geldiğine asla bakamazsınız, o değeri alıp oraya koyacaksınız ve insanlara okutacaksınız. Maksat İslam’ın ‘iyi insan’ projesidir. Çünkü İslam ‘iyi insan’ projesidir. Bu projeye hizmet edecek hangi temelde kim ne söylüyorsa söylesin, onun kökenini sorgulamak bizim işimiz değil. Yani ‘ne’ denildiğine bakacağız ‘kimin’ dediğine bakmayacağız.
Bu matravalların hepsine şu hadisi şerif cevaptır:
“Elbette siz, sizden evvelkilere tabi olacaksınız, karış karış arşın arşın onlara uyacaksınız. Onlar kertenkele deliğine girseler lebette siz de girmeye çalışacaksınız. Dediler ki kim bunlar yahudi ve hıristiyanlar mı? Buyturdu: Başka kim olabilir!”
Ne demek istiyor acaba, prof’ Şaban beyin aklı ahlakı bu hadisi şeriften ne anlıyor? Ehli kitaba tabi olmayı mı yoksa onlardan sakınmayı mı? Bu sakınma işi hangi hususlarda olacak? Sadece namaz oruç v.s. ibadetlerimizde mi yoksa bütün olarak 24 saatimizi kapsayan her şeyde mi olacak? Ne kadar müslüman olacağız ne kadar gavur olacağız? Laiklik denen dinsizlik bu değilmi? Her yerden al , o da din sahibi iyi şeyler yapar v.s. işte diyaloğun yeni felsefesi ve açılımı? Ankara ilahiyyat merkezli yeni bir açılım karşımızda:::
İslamın iyi insan projesi, ebrar ve mukarrebler ve sabikun ile beyan edilen mükemmel insanların reçetesi Kur’an ve hadis şerifte beyan edilmiştir, adres bellidir işi saptırmayın. Başka dinlerden bir şey alıp ta veli olan kamil olan var mı???
Prof. un sözü:
Hiç önemli değil. Yani şöyle düşünün. Kant’ın bir mottosu ile Hz. Peygamber’in bir sözü o kadar birbirine uyar ki… Diyor ki Kant, “Öyle davran ki, davranışını başkasına tavsiye edebilesin.” Bir hırsız hırsızlığı çocuğuna, dostlarına tavsiye edemez. Bu altın kuraldır aynı zamanda. Hz. Peygamber’in bu yönde söylediği öyle şeyler var ki… Mesela “Size nasıl davranılmasını istiyorsanız siz de öyle davranın.”,
İşte bir müslüman ve kelam –itikad ilminde prof olmuş birinin bakış açısı, Yüce peygamberimizle kimi kıyasllıyor, yazık ki ne yazık….
Alemlere rahmet olan bir peygamber, en güzel ahlak üzere olan, Allahın Habibi, olan bir peygam-beri hangi adi kafirle eşit seviyeye düşürmüş…..İman nuru olmayınca ne yapsın….
O Kant kafiri veya başkalarının güzel denen söz ve hareketleri de mutlaka bir peygambere veya indirilen kitaba –sahifelere dayanır, asla ve kat’a kendi aklıyla ilk olarak bunu bulamaz. Öyle ya insan bunu aklıyla bulsaydı ilk insan ve peygamber olan Âdem a.s aklıyla bulurdu da Allahu teala ona isimleri öğretmezdi…. Sahifeler vermezdi…
Prof. un sözü:
Kimlik bölücüdür. Bunun altı çizilmeli. ‘Hakikat İslamı’ ile ‘kimlik İslamı’ ayrımı yapılır. Hakikat İslamı, hakikatın peşinde olan, doğruyu ortaya koymaya çalışan bir İslam. Bu, sizinle hakikat ortak paydasının peşine kim düşerse kolunuza girmesi demektir. Kimlik İslamı ise bölücüdür.,
Hakikat islamı dediğiniz şey, insanların bulmaya çalıştığı bir şey değildir, bizzat Allahu tealanın son ve mükemmel olarak indirdiği islam dinidir, açıklıkla beyan edilmiş ve kemale erdirilmiştir. Bunu bilen ve bulan zaten iman sahibi müslümanlardır.
Kimlik islamına gelince, Allahu teala kitabında bizleri müslüman olarak isimlendirmiştir. O kimliği kendisi vermiş ve ancak kendi huzuruna da bu kimlikle “müslüman olarak” gelmemizi emretmiştir. Bu kimlikten rahatsız olan varsa değiştirsin, şeytani bir kimlikle de gelebilir…. Zorla iman ettirilmez ya, cehennem de dolacak.
İslam bölmez bütünleştirir, ancak bunu tebliğ irşad ve cihadla yapar, işte burası şimdikilere zor geldiğinden laf salatasıyla cihadı örterek diyaloğu başlattılar….
Prof. un sözü:
Kuran’ın ehl-i kitaba çağrısı var, diyor ki: “Ey medeni olanlar, ey kendisini bir dinle irtibatlandıranlar, gelin ortak olan bir kelimede, ortak olan bir şeyde buluşalım.” Ortaklık çağrısı bu. Oysa bu ayetten habersizseniz “Kuran-ı Kerim, Yahudiler’i, Hıristiyanlar’ı dost edinmeyin diyor” dersiniz. Böyle bir şey demiyor!,
Ehli kitaba çağrı, Ali İmran suresinde zikredilen Mubahele (lanetleşme) ayetiyle alakalı husustur, bunu saptırmanın manası yok, doğru konuşulacaksa ayetin evveli ve sonrası Bektaşi gibi kesilip atılmamalı, Kur’an bir bütündür başı sonunu tefsir eder, bir biriyle irtibatlıdır.
Necran hıristiyanları islamı kabul etmediler münakaşa ettiler, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem) de onları ilahi dinlerde bildirilen ortak noktalar ki
“Sadece Allahu tealayı ilah bilip ona tapınmak hiçbir şeyi (İsa-Üzeyir-yıldızla-mekeller v.s.) Allaha ortak koşmamak, birbirimiz Allah tan başka rabler (ilahlar-itaat edilen putlar) edinmemek” hususlarında kabule çağırdı, şayet onlar kabul etmezse siz “Şahid olun ki bizler müslümanlarız” deyin diye ilahi ferman geldi. Onlar bu maddeleri kabullenmediler yani müslüman olmadılar, bunun üzerine Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) çok hiddetlendi ve onları boş bir arazide evlatlarını da alıp gelerek karşılıklı lanetleşmeye davet etti. Ayeti kerime bunu beyan ederek işin vahametini ortaya koydu ve ehli kitap cizye vererek mübaheleden kaçtı. Olay böyle, sen sadece yapılan teklifi zikretmişsin, ve sanki onlar da bunu kabullenmişler gibi zırvalamışsın, kusura bakma senin gözünün biri görmüyor… yani işine gelen yeri veya sana emredilen yeri görmüyor ve göstermiyorsun, bu ilme, prof luk ünvanına sığmaz, devletin milletin imkanlarını dini sarsmaya mı kullanıyorsunuz……,
Diğer bir çok ayette “onları dost edinmeyin – dost edinenler kafirdir” şeklinde gelmiştir.
Prof. un sözü: , “Aramızda ortak olana gelin” Hakikat arayışını Kuran-ı Kerim kimsenin tekeline vermiyor. Yahudi’de de olabilir, Budist de. Ortak olan bir şeyi arayın.
Bu hakikat zaten açık, neyi arıyorsun neyi kurcalıyorsun, hemen kabul et ve bizim kardeşimiz ol, demektir. İslamın temeli olan tevhid hakikatını kabullenmeyen ehli kitabın aklı ve medeniyeti ne işe yarar.
Prof. un sözü:
Ama dindarların Kuran’ın mesajını görmemeleri gibi bir sorun var ortada. Size şu kadarını söyleyim: Medine’de Hz. Peygamber’in komuta ettiği orduda asker olarak müşrikler var. Hıristiyan, Yahudi, Müslüman askerler var. Bunlar beraber yaşıyorlar ve herkese tek bir kelimeyle hitap ediliyor. Ümmet tabiri siyasi bir tanımdır ve vatandaş demektir.
Dindarların anlayışı yanlış ise islamın beyanı doğrudur canını sıkma, dini kaynağından bozmadan anlayıp anlatırsak herkes yanlışını anlar, ama ben prof um daha iyi anlarım dersen sen de çuvallarsın işte bak islam ordusundaki müşrikler ve ehli kitap, dıştan gelen düşmana karşı yapılan geçici bir ittifaktı ve kontrol müslümanların elindeydi. Uhud savaşında şehit olanlar hepsi müslümandı ve şehitti. Kafirlerden hiç kimse yoktu. Onlardan ittifaklı görünmek ve silah desteği almak istenmişti. Zaten hainlik edenlerinin halinin ne olduğunu okumuşsunuzdur herhalde? (Beni Nazir ve Kaynuka Yahudilerine, Hayber yahudilerine verilen cezalar)
Bunlar ümmeti islama dahil değildir, ne kadar yanlış bir anlayış ve anlatış. Ümmeti davet var, ümmeti icabet var. Biz müslümanlar ümmeti icabet (kabul eden) ümmetiz ümmeti Muhammed’iz. Onlar ümmeti davette kaldılar, iman etmediler. Bu tabirler siyasi değil dini dir, zira siyaset dinden ayrılmaz.
Prof: diyor ki..
Kabe Temizlendi, herşey oldu. Fakat Kâbe’nin anahtarı elinde olan bir adam var, adı Şeybe. Bu adam müşrik. Peygamberimiz bu adamın elinden anahtarı alıyor, amcası olan Abdullah İbn-i Abbas’a veriyor, “Bundan sonra bu işi sana veriyorum” diyor. Sonra Ayet-i Kerime geliyor, diyor ki “İşleri ehline verin.” Nasıl olur? Adam müşrik! Adam müşrik olduğu halde Kuran-ı Kerim diyor ki, “Orayı fethetmiş, temizlemiş olabilirsiniz ama o işin ehli o adamdır, verin anahtarı adama.” Abdullah İbn-i Abbas’tan alınıyor anahtarlar, Şeybe’ye veriliyor tekrar. Şeybe şok oluyor, bu nedir diyor. “Bunu en iyi sen yaparsın, lâyık olan sensin” diyorlar. “Öyleyse,” diyor Şeybe, “Ben Müslüman olurum daha iyi…”
Olayın aslı:
Resûl-i Ekrem, Fetih Hutbesinde Sikâye ve Hicâbe hizmetleri dışında kalan, Cahiliyye Devrine âit bütün iş, muâmele ve dâvâların ortadan kaldırıldığını beyan buyurmuştu.
Hacılara su dağıtma vazifesi olan Sikâye, o sırada Peygamberimizin amcası Hz. Abbas’ın uhdesinde idi.
Kâbe’ye hizmet vazifesi olan Hicâbe ise, Osman bin Talhâ’da bulunuyordu.
Hz. Abbas, Peygamberimize müracaat ederek bu iki vazifenin de kendilerine verilmesini istedi. Ancak, Resûl-i Ekrem, eskiden olduğu gibi sadece Sikâye (sulama) vazifesinin kendilerinde kalmasını uygun gördü. (Prof. şaban burayı iyi bilsin.)
Resûl-i Kibriyâ, Kâbe’nin anahtarını elinde tutuyordu. Bir çok Müslüman bu şerefli vazifeyi üzerine almak arzusunu taşıyordu. Fakat Efendimiz, Osman bin Talhâ’yı huzuruna çağırdı ve “Muhakkak ki Allah size emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder.” (Nisâ Sûresi, 58) âyet-i kerimesini okuduktan sonra, “Ey Osman! İşte anahtarın al! Bugün iyilik ve ahde vefâ günüdür!”582 dedi ve Kâbe’nin anahtarını yine ona teslim etti.* Osman bin Talhâ anahtarı alıp giderken Resûl-i Ekrem, “Sana zamanında söylemiş olduğum şey, vuku bulmadı mı?” diye sordu.,
Hz. Osman bin Talhâ aralarında geçen hâdiseyi hatırlayarak Resûlullahı tasdik etti.”Evet, şehâdet ederim ki, sen, şüphesiz Allah’ın Resûlüsün.”
Peygamber Efendimizin, Osman bin Talhâ’ya hatırlatmak istediği hâdise şuydu:
Hicretten önceydi. Osman bin Talhâ henüz Müslüman olmamıştı. Peygamberimiz bir gün Kâbe’ye girmek istemiş, fakat Osman bin Talhâ buna mâni olmuştu. Mâni olmakla kalmamış, Efendimize kaba, katı ve nâhoş davranmıştı. Resûl-i Ekrem ise, bundan dolayı asla hiddete kapılmamış ve istikbâl semâlarına İslâmın gür sedasının pek yakında hâkim olacağını görür gibi sükûnet ve mülayim bir edâ ile, “Ey Osman” demişti. “Ümit ederim ki, bir gün gelecek sen, beni bu anahtarı elde etmiş ve istediğim yere koymakta, arzu ettiğim kimseye vermekte serbest olacağım bir mevkiide bulursun.”,
Osman bin Talhâ, “O zaman Kureyş müşrikleri kuvvetten düşmüş, yok olmuş demektir” cevabını verince de, Peygamberimiz, “Hayır, ey Osman! Asıl o gün Kureyş hakiki kuvvet ve şerefe kavuşacaktır!”584 buyurmuştu.,
Mesele “emaneti ehline vermek” tir, prof un dediği gibi -işeri – yani hangi manayı kasdettiyse dini dünyevi hükümleri mi demek istiyor anlamıyoruz, neden böyle kapalı bırakıyorlar??? Bu olay özel olup neticede Osman bin talha’nın müslüman olacağını bildiği için böyle yapmıştır. Ama başka bir ömemli işte hep müslümanlara vazife verilmiştir, hiçbir müşrike önemli görev verilmemeiştir. Komutanlar, valilik, imamet v.s.
,
Prof diyor ki: Mekke yeniden ele geçirildikten sonra müşriklerden bir grup gelip “biz yine eskiden yaptığımız gibi Kâbe’nin etrafını tavaf edeceğiz” diyor, “Müslüman değiliz, müşrikiz ve bu ibadet hakkımızdır.” Millet ‘hoppala’ diyor, var mı öyle bir şey? Bundan sonra Kâbe tertemiz ve bizim diyorlar. Ama Maide Suresi’ndeki ayet şöyle: Kendi Rablerinin rızası için Kâbe’ye gelip ibadet etmek isteyenlere engel çıkarmayın. Bakar mısınız… Mekke sizin, Kâbe sizin ama ayet “bırakın ibadetlerini yapsınlar” diyor.,
Bu ayeti kerime hangi sebeble inmiştir bakmak lazım, ama asıl müşriklerin Mekke’ye girişini men eden Tevbe suresinin ilk ayetleri “bu seneden sonra artık Mescidi Haram’a hiçbir müşriğin yanaşmamasını” emrederek onların girişlerini yasaklamıştır, olay bitmiş hüküm kesinleşmiştir, daha evvelki uygulama delil olamaz zira nesh olmuştur. Boşuna gevezeliğe mahal yok eğer neshi kabul etmiyorsanız o zaman yahudilerin anlayışına dönersiniz.
,
Prof: Yani İslam dünyasının total olarak ürettiği düşünce, yarını bugünden daha iyi değilse, bir arayış içinde değilse ortada bir aldanma vardır. Hadis buna işarettir.
Hadisi şerifin işareti sadece o değil bilakis elle tutulur hissedilir müşahhas uygulamalardır, ibadetlerde hayır ve hasenatta zikirde tefekkürde maddi manevi gelişmede ilerlemek dinin emridir, ama sizler bunu sadece akıl da söz de tartışma da kayıtlayıp insanları didişmeye davet ediyorsunuz, laf ebeliğini bırakıp namazları cemaatle kılalım da, milletin halini gözümüzle görerek tedbirlerini alalım….
,
Prof: Ve derim ki, “Cine ve cinciye inanan insanları iki kat korku sarar!” Ayet-i Kerime bu. İki: “Mümin olarak kim ki bu tür varlıkların tasallutuna inanırsa şirke yakın bir yerde durur.” Bu da Ayet-i Kerime. Bakın ne yaptık? Hani güvende olacaktık? Hem insanlardan hem de bu tür görünmeyen, bana tasallut edeceğini söylediğim varlıklardan güvende olacağım bir evren yaratmak istiyorum ben.
Bu sözleriyle cin –şeytan gibi varlıkların varlığını inkar mı ediyor yoksa yanlış yorumlandığını mı söylemek istiyor, anlamak zor. Mü’min tesirin sadece Allah tan olduğunu bilir ama bazı şeyleri vesile edileceğini de bilir, zehirin öldürdüğünü, balın şifa olduğunu bilmek gibi. Cin lerin ekserisinin ve şeytanların zararlı olduklarını, insanlara düşmanlık ettiklerini, ancak Allah müsaade etmezse hiçbir tesirlerinin olmadığı bilir. Onların varlığını inkar kati nassları inkardır…..
Netice olarak Prof Şaban bey ve benzerlerine diyeceğimiz, Avrupalılara yaranmayı bırakın da ehli islama faideli hizmetler yapın, Müslümanları Allah ve peygamberiyle tanıştırın, gerçek dini sünneti seniyyeyi ihya için gayret edin…. Sünnetin zahiri Batıni kavli fiili itikadi ve ameli olduğunu unutmayın.
Nato veya başka bir batı kuruluşunda, ordaki zalimlerin takdirini toplayan bir konuşma yapmak, neyi ifade eder? Onların takdirini almakla ne kazanacaksınız? Allahın rızası olmadıktan sonra dünya seni beğense ne işe yarar, cennet ve cehennem kimindir? Onun rızasını talep etmek lazım değil mi?
Ali Kara Hocaefendi
www.ihvanlar.net